İmam Musa Kazım'ın Hayatı, Fazileti...

Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Hz. Musa Kâzım’ın (a.s) İmametinin İncelenmesi

Değerli İmamlarımızın (a.s) imam, ilmî, dinî ve siyasi mercii insanlara tanıtırken, bundan siyasi bakımdan su-istifade etmek isteyenlerin kaçış yolları olmasın diye ve yine gerçek Şiilerin hakiki imam ve önderi tanımaları için sürekli o kişinin ismini apaçık bir şekilde söylerlerdi; işte bu nedenle İmam Musa Kâzım (a.s) hakkında da, değerli babaları, Abbasilerin zulüm ve baskı temelleri üzerine kurulan hükümetinin hakimiyetine rağmen bir çok yerde kendisinden sonra o hazretin imam olduğunu apaçık beyan etmiştir, onlardan bir kaçı örnek olarak şöyledir:
1- Ali b. Cafer şöyle diyor: Babam İmam Sadık aleyhisselam özel ashabından bir gruba şöyle buyurdu: Oğlum Musa hakkındaki tavsiyemi kabul edin; çünkü o, bütün çocuklarımdan ve benden geri kalan herkesten üstündür; o benim halifem, benden sonra Allah’ın bütün kullarına hücceti olacaktır.[1]
2- Ömer b. Aban şöyle diyor: İmam Sadık aleyhisselam , kendisinden sonraki imamları andı.
Ben oğlu İslamil’in ismini getirdim. Fakat İmam, “Hayır” buyurdu; “Vallahi bu iş bizim elimizde değil; Allah’ın yetkisindedir.”[2]
3- İmam Sadık aleyhisselam ’ın en seçkin öğrencilerinden biri olan Zurare şöyle diyor: İmam’ın (a.s) huzuruna çıktım; o sırada sağ tarafında evlatlarının efendisi Musa aleyhisselam ’ın ve karşısında ise bir cenazenin olduğunu -oğlu İsmail’in cenazesi- gördüm.
İmam (a.s) bana, “Ey Zurare! Git Davud Rikki, Harman ve Ebu Basir’i -yarenlerinden üç kişi- buraya getir” buyurdu.
Ben gidip onları getirdim. Başkaları da gelince otuz kişi olduk ve oda ağzına kadar doldu.
İmam (a.s) Davud Rikki’ye, “Cenazenin üzerindeki bez parçasını aç” buyurdu. Davud İmam’ın (a.s) emrini yerine getirdi. Daha sonra İmam (a.s) şöyle buyurdu:
“Ey Davud! Bak bakalım İsmail diri midir, ölmüş mü?”
Davud, “Efendim! Ölmüştür” dedi.
İmam (a.s) oradaki herkese cenazeyi gösterdi ve herkes İsmail’in öldüğüne tanıklık etti.
İmam daha sonra şöyle buyurdu: “Allah şahid olsun (ki halkın yanılmaması için bu kadar çaba gösterdim).” Sonra İmam’ın (a.s) emri üzerine ona gusül verip hunut sürerek kefenlediler. Kefenlendikten sonra yine Mufazzal’a, “Onun yüzünü aç” buyurdu.
Mufazzal İmam’ın (a.s) emrini yerine getirince, “Diri midir, yoksa ölmüş mü?” diye sordu. Mufazzal, “Ölmüş” dedi. Yine oradaki herkesten aynı soruyu sordu; onlar da ayı cevabı verdiler. İmam (a.s) tekrar, “Allah’ım! Sen şahid ol; fakat buna rağmen yine Allah’ın nurunu söndürmek isteyen grup İsmail’in imam olduğunu söz konusu edecekler” buyurdu.
Sonra oğlu Musa’ya işaret ederek şöyle buyurdu:
“Bir grup istemese de Allah kendi nurunu teyit edecektir.”
İsmail’i defnettikten sonra İmam (a.s) oradakilerden, “Burada defnedilen kimdi?” diye sordu. Onlar da “İsmail’di” dediler. İmam (a.s) tekrar, “Allah’ım! Sen şahid ol” buyurdu. Sonra oğlu Musa’nın elinden tutarak şöyle buyurdu:
“Allah yeryüzünü ve ondaki varlıkları teslim alıncaya (kıyamete) kadar bu hak üzeredir, hak da onunladır, hak ondandır.”[3]
4- Mensur b. Hazim şöyle diyor: İmam Sadık aleyhisselam ’a, “Babam-anam size feda olsun; her gün canlar ölümle karşılaşmaktadır; eğer sizin başınıza da böyle bir şey gelecek olursa imamımız kim olacaktır?” diye sordum. İmam (a.s), elini oğlu Ebu’l – Hasan Musa’nın sağ omzuna bırakarak, “Bana bir şey olacak olursa, bu oğlum sizin imamınız olacaktır” buyurdu. O hazret o zaman 5 yaşındaydı ve İmam Sadık’ın (a.s) diğer oğlu Abdullah da -ki bazıları daha sonra onun imamlığına inandılar- o mecliste bizimle birlikteydi.
5- Şeyh Mufid -Allah'ın geniş rahmeti onun üzerine olsun- şöyle diyor:
Mufazzal b. Ömer, Muaz b. Kesir, Abdurrahman b. Haccac, Feyz b. Muhtar, Yakub b. Sırac, Süleyman b. Halid ve Safvan-ı Cemmal gibi İmam Cafer-i Sadık aleyhisselam ’ın yarenlerinin ileri gelenlerinden biri grup ve uzamasın diye isimlerini saymadığımız diğerleri İmam Musa Kâzım aleyhisselam ’ın İmam Sadık’tan (a.s) sonra imamet makamına geçmesi konusunu söz konusu etmişlerdir ve yine bu mevzu fazilet ve takvalarında şüphe olmaya İmam Musa Kâzım’ın (a.s) kardeşlerinden İshak ve Ali’den de rivayet edilmiştir.[4]
Bütün bu açıklama ve beyanlarla Şia ve İmam Cafer-i Sadık’la (a.s) ilişki içerisinde olan kimseler, babası hayattayken ölen İsmail’in veya ismi Muhammed olan İsmail’in oğlunun ya da diğer oğlu Abdullah’ın değil, oğlu Ebu’l–Hasan Musa b. Cafer-i Kâzım’ın (a.s) imam olduğunda şüphe etmemişlerdir. Bütün bunlara rağmen, İmam Sadık’ın (a.s) şehadetinden sonra bir grup oğlu İsmail’in veya İsmail’in oğlunun veya Abdullah’ın imam olduğuna inanarak onlar için tayin edilen apaçık yoldan saptılar.
_________________
[1] - A’lamu’l – Verra-i Tabersî, s. 291, İlmiyy-i İslamiyye baskısı; İsbatu’l – Hudat, c. 5, s. 486.
[2] - Besairu’d – Derecat, s. 471, yeni baskı; İsbatu’l – Hudat, c. 5, s. 484.
[3] - Gaybet-i Nu’manî, taş baskısı, s. 179; Biharu’l – Envar, c. 48, s. 21.
[4] - İrşad-i Şeyh Mufid, s. 270.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam’ın (a.s) Öğrencileri ve Mektebinde Eğitim Alanlar

İmam Musa Kâzım aleyhisselam ’ın ilim ve davranışları Resul-i Ekrem’in (s.a.a) ve tertemiz babalarının ilim ve amelinin göstergesiydi. Bütün ilim ve kemal susamışları onun mektebinin kaynağından susuzluklarını gideriyorlardı; insanları öyle yetiştiriyordu ki, onun mektebinden ders alanlar çok kısa bir zamanda ilim ve amelde çok yüce bir makama olaşabiliyorlardı.
Yaklaşık yirmi yaşındayken değerli babaları şehadet makamına ulaştı; babasının öğrencileri ve mektebinde eğitilenlerin çoğu ondan yüz çevirmeden yaklaşık otuz yıldan fazla kendisinden istifade ettiler.[1]
Fıkıh, hadis, kelam ilim ve münazarada o hazretin mektebinde eğitim görenler diğerleriyle mukayese edilmeyecek nitelikteydiler; ahlak, amel ve Müslümanlara hizmet konusunda kendi dönemlerinin örnekleriydiler. Kelam dalında hoca olanlar onların hiç biriyle tartışamaz, münazarada hemen yenik düşer, acizliklerini itiraf ederlerdi.
İmam’ın (a.s) bu öğrenciler
inin yüce şahsiyetleri muhalifleri, özellikle dönemin yönetimini hayrete düşürmüştü; halk arasında o kadar sevilen ve sayılan onların kıyam ederek halkı kendi peşlerine çekmelerinden endişeleniyorlardı.
Şimdi bu mektepte eğitim alanlardan bazılarının kısaca hayatlarına değinelim:

1- İbn-i Ebi Umery:

İbn-i Ebi Umeyr hicri 217 yılında vefat etmiş, üç imamı (İmam Kâzım, İmam Rıza ve İmam Cevad) görmüştür; döneminin meşhur alimlerinden ve Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) yarenlerindendi; ondan çeşitli konularda çok sayıda rivayet ulaşmıştır elimize. Onun yüce makamı Şia ve Sünnilerin dillerine düşmüş, her iki kesim arasında güven duyulan bir kişi olmuştur; Ehl-i Sünnet ulemasından olan Cahiz onun hakkında şöyle yazıyor: İbn-i Ebi Umeyr her konuda döneminde tekti.[2]
Fazl b. Şazan şöyle diyor: Bazı kişiler hakim sisteme İbn-i Ebi Umeyr'in bütün Irak Şiilerinin isimlerini bildiğini haber verdiler; hakim sistem ondan Irak Şiilerinin ismini vermesini istedi; fakat o çekinerek vermedi. Bunun üzerine onu soyundurarak iki hurma ağacı arasına asıp ve yüz kırbaç vurdular ve ayrıca ona yüz bin dirhem malî zarar verdiler.[3]
İbn-i Bukeyr şöyle diyor: İbn-i Ebi Umeyr'i zindana attılar; zindanda bir çok eziyetler çekti ve bütün serveti elinden alındı;[4] galiba zindana atılıp eziyetler gördüğü sıralarda onun hadis kitapları yok oldu.
Şeyh Mufid şöyle yazıyor: İbn-i Ebi Umeyr on yedi yıl zindana atıldı ve bütün mallarını kaybetti; adamın biri ona on bin dirhem borçluydu; İbn-i Ebi Umeyr'in servetini kaybettiğini anlayınca evini satarak onu parasını hazırlayıp getirdi.
İbn-i Ebi Umeyr, "Bu parayı nereden aldın? Bir miras mı ulaştı sana veya bir hazine mi buldun?" diye sordu.
Adam, "Evimi sattım!" dedi.
İbn-i Ebi Umeyr, "İmam Sadık (a.s) bana kişinin içinde oturduğu ihtiyacı olan ev borcun müstesnalarındandır buyurdu; bu yüzden, bu paraların hatta bir dirhemine bile ihtiyacım olmasına rağmen kabul edemem" dedi.[5]

2- Safvan b. Mihran:

Safvan b. Mihran, ulemanın ileri gelenlerinin rivayetlerine önem verdikleri güvenilir ve temiz kişilerdendir; ahlak ve davranışlarında öyle bir makama ulaştı ki İmam (a.s) tarafından teyit edildi. Daha önce de değindiğimiz gibi, İmam'dan, zalimlere yardım edilmemesi ve onlara her türlü yardımdan sakınılması gerektiğini duyunca Harun'a kiraya vermiş olduğu develeri, bu vesileyle zalime yardım etmemek için sattı.[6]

3- Safvan b. Yahya:

Safvan b. Yahya, İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'ın ashabının ileri gelenlerindendi. Şeyh Tusî şöyle yazıyor: Safvan muhaddislerin yanında dönemin en güvenilir ve en takvalı insanı sayılıyordu.[7]
Safvan İmam Rıza'yı (a.s) görmüş ve o hazretin yanında yüce bir makam ve mevki edinmiş,[8] İmam Cevad aleyhisselam da onu överek, "Allah ondan razı olsun; hiçbir zaman ben ve babama muhalefet etmedi" buyurdu.[9]
İmam Musa Kâzım aleyhisselam şöyle buyuruyor: Birlikte çobansız bir koyun sürüsüne saldıran iki yırtıcı kurdun zararı, makam sevgisinin Müslüman'ın dinine verdiği zarardan daha fazla değildir; fakat bu Safvan makamperest değildir.[10]

4- Ali b. Yaktin:

Ali b. Yaktin hk. 124 yılında Kufe'de dünyaya gelmiştir;[11] Şii olan babası İmam Sadık aleyhisselam 'a kendi malından gönderiyordu; Mervan onu takip altına alınca kaçmak zorunda kaldı. Bunun peşinden eşi ile Ali ve Abdullah ismindeki iki oğlu Medine'ye gittiler. Emevî saltanatı yıkılıp Abbasî hükümetinin kurulması üzerine Yaktin ortaya çıkıp eşi ve iki oğluyla birlikte Kufe'ye döndü.[12]
Ali b. Yaktin, Abbasîlerle yakın bir bağlantı kurdu ve Abbasî hükümetinin bazı önemli makamlarını ele geçirdi; o dönemde Şiilerin sığınağı ve yardımcısı olup onların sıkıntılarını gideriyordu.
Harun-i Reşid, Ali b. Yaktin'i kendisine vezir seçince Ali b. Yaktin, onların işlerine iştirak etme konusunda İmam Seccad'ın (a.s) görüşünü sordu.
İmam (a.s) şöyle buyurdu: "Mecbur kalırsan, Şiilerin mallarından sakın."
Ravi diyor ki: Ali b. Yaktin bana, "Görünüşte malları Şiilerden alıyor, fakat gizlice kendilerine iade ediyorum" dedi.[13]
Bir defasında İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'a şöyle yazdı: "Sultanın işlerine tahammülüm kalmadı; Allah beni size feda etsin, müsaade ederseniz bu işten çekilmek istiyorum."
İmam (a.s), ona şöyle cevap yazdı: "İşinden çekilmene izin vermiyorum; Allah'tan çekin!"[14]
Ve yine bir defasında ona şöyle buyurdu: "Bir şeyi taahhüt edersen ben de senin için üç şeyi taahhüt ederim. Benim taahhüt edeceğim üç şey şunlardır: Kılıçla öldürülmeyecek, fakirlik görmeyecek ve zindana düşmeyeceksin.
Ali b. Yaktin, "Benim taahhüt edeceğim şey nedir?" diye sordu.
İmam (a.s), "Bizim dostlarımızdan birisi sana gelirse ona ikramda bulunmanı istiyorum" buyurdu.[15]
Abdullah b. Yakya-i Kahili şöyle diyor: Bir gün İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'ın huzurundaydım; o sırada Ali b. Yaktin o hazrete doğru geliyordu. İmam (a.s) yarenlerine şöyle buyurdu: "Kim Resulullah'ın (s.a.a) ashabından birini görmek istiyorsa bize doğru gelen şu adama baksın."
Oradakilerden biri, "Öyleyse o cennetliktir değil mi?" diye sordu.
İmam (a.s), "Ben onun cennetlik olduğuna tanıklık ediyorum" buyurdu.[16]
Ali b. Yaktin İmam'ın (a.s) emirlerini yerine getirme konusunda hiçbir şekilde kusur etmiyor, gevşek davranmıyordu; Hazret neyi emretseydi, hikmetini bilmese bile hemen yerine getirirdi:
Bir defasında Harun-i Reşid, Ali b. Yaktin'e hediye olarak bir takım elbiseler verdi; onların arasında şahane bir cüppe vardı. Ali b. Yaktin o elbiselerle cüppeye diğer malları da ekleyerek İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'a gönderdi. İmam (a.s) o cüppe dışında bütün malları kabul etti ve Ali b. Yaktin'e, "Yakında bu cüppeye ihtiyacın olacak, onu kendi yanında sakla ve kimseye verme" diye yazdı.
Ali b. Yaktin, İmam'ın (a.s) o elbiseyi neden geri gönderdiğini anlayamadı; fakat buna rağmen onu sakladı. Birkaç gün sonra Ali b. Yaktin kendisiyle içli-dışlı olan bir kölesine öfkelenerek onu dışarı attı; Ali b. Yaktin'in İmam Musa Kâzım aleyhisselam 'a karşı sevgi beslediğini ve İmam'a (a.s) elbise gönderdiğini bilen köle Harun'un yanına giderek bildiklerini söyledi. Harun öfkelenerek, "Bu konuyu araştıracağım; dediğin gibi olursa onu öldüreceğim" dedi. Derhal Ali b. Yaktin'i çağırtıp, "Sana verdiğim şu cüppe nerededir?" diye sordu.
Ali b. Yaktin, "Ona koku sürüp özel bir yerde sakladım…" dedi.
Harun, "Hemen onu buraya getir!" dedi.
Ali b. Yaktin hizmetçilerinden birini göndererek elbiseyi getirtip Harun'un önüne koydu. Harun elbiseyi görünce yatıştı ve Ali b. Yaktin'e, "Elbiseyi götür yerine bırak; kendin de selametle geri dön; bundan böyle senin hakkında hiç kimsenin çekiştirmesini kabul etmeyeceğim" dedi ve sonra o köleye bin kırbaç vurmalarını emretti. Fakat köle beş yüz kırbaç yedikten sonra can verdi.[17]
Ali b. Yaktin hk. 182 yılında, İmam Musa b. Cafer (a.s) zindandayken vefat etti.[18] Onun bir takım kitapları vardı; Şeyh Mufid ve Şeyh Saduk onlardan bazılarının isimlerini kaydetmişlerdir.[19]

5- Mumin Tak:[20]

Muhammed b. Ali b. Nu'man, künyesi Ebu Cafer, lakabı Mümin Tak'tır; İmam Cafer-i Sadık ve İmam Musa Kâzım'ın (a.s) ashabından olup İmam Cafer-i Sadık'ın (a.s) yanda yüce bir makama sahipti; Hazret onu ashabının ileri gelenleri arasında saymıştır.[21]
Mümin Tak, herhangi bir muhalifle tartışsaydı onu galip gelirdi.
İmam Sadık aleyhisselam ilmi gücü ve istidadı olmayan bazı yarenlerini kelamî tartışmalara girmekten alıkoyarken Mümin Tak'ın bu tartışmalara girmesini tavsiye ediyordu.
İmam Sadık (a.s) onun hakkında Halid'e şöyle buyurmuştur: Tak sahibi halkla tartışır ve bir doğan gibi avın üzerine iner; oysa senin kanatlarını yolacak olurlarsa kesinlikle uçamazsın."[22]
İmam Sadık (a.s) şehadet mertebesine ulaşınca, Ebu Hanife, kinayeyle Mümin Tak'a, "İmam'ın öldü" dedi. Mümin Tak bu söze karşı hemen, "Fakat senin imamına zamanın belli olan güne kadar mühlet verilmiştir" dedi.[23] Yani senin imamın Allah Teala'nın Kur’an-ı Kerim'de hakkında "Haydi, dedi, sen ertelenmişlerdensin! O bilinen vaktin gününe kadar!" [24] buyurduğu şeytandır.

Hişam b. Hekem:

Hişam b. Hekem tartışma, münazara ve kelam ilminde bir dahiydi; bu konuda diğerlerinden üstündü. İbn-i Nedim şöyle yazıyor: Hişam, Şii mütekellimlerinden olup imamet hakkında tartışmayı tüm detay ve incelikleriyle ortaya koyan bir kişiydi; o, kelam ilminde uzman ve hazır cevap bir kişiydi.[25]
Hişim çok sayıda kitap yazmış, çeşitli din ve mezheplerin önderleriyle ilginç tartışmalar yapmıştır:
Yahya b. Halid-i Bermekî, Harun-i Reşid'in huzurunda Hişam'a, "Hakkın iki zıt kutupta olması mümkün müdür?" diye sordu.
Hişam, "Hayır" dedi. Yahya, "İki kişi bir konuda ihtilaf edince ikisi de hak üzere veya ikisi de batıl ya da biri hak ve diğeri batıl değil midir?" dedi.
Hişam, "Evet, bu konuda ancak bu üç şık düşünülebilir; fakat birinci şık imkansızdır; çünkü her ikisinin de hak üzere olması imkansızdır" dedi.
Bunun üzerine Yahya, "Bir din hükmünde ihtilafa düşen kişilerden her ikisinin de hak üzere olması imkansızsa, o halde Resulullah'ın (s.a.a) mirası üzerinde ihtilafa düşerek Ebubekr'in yanına giden Ali ve Abbas'tan hangisi hak üzereydi?" diye sordu.
Hişam, "Bu konuda hiç birisi hatalı değildir" dedi; "Onların bu kıssasının Kur'an'da da örneği vardır: Kur’an-ı Kerim'de Hz. Davud'un kıssasında iki meleğin tartışarak Davud'un (a.s) yanına gelip ondan aralarındaki ihtilafı halletmesini istediler; acaba bu iki melekten hangisi hak üzereydi?"
Yahya, "İkisi de hak üzereydiler; aralarında bir ihtilaf yoktu" dedi; "Onların ihtilafları şekilseldi ve bu hareketle Hz. Davud'un dikkatini bir şeye çekmek istiyorlardı."[26]
Hişam, "Ali'yle (a.s) Abbas'ın ihtilafı da böyleydi" dedi; "Onların arasında bir ihtilaf yoktu. Onlar sadece Ebubekir'e yaptığı hatayı bildirmek için böyle yaptılar; onlar böylece Ebubekir'e, 'Kimse peygamberden miras almaz;" sözünün doğru olmadığını ve kendilerinin peygamberden miras aldıklarını anlatmaya çalıştılar.
Yahya şaşırarak cevap veremedi; bunun üzerine Harun-i Reşid, Hişam'ı övdü.[27]
Yunus b. Yakub şöyle diyor: Aralarında Harman b. A'yun, Mümin Tak, Hişam b. Salim, Tayyar ve Hişam b. Hekem de bulunan İmam Sadık aleyhisselam 'ın ashabından bir grup İmam'ın (a.s) yanında olduğu bir sırada o hazret genç yaştaki Hişam'a, "Amr b. Ubeyd'e ne yaptığını ve ondan neler sorduğunu anlatmak istemez misin?" buyurdu.
Hişam, "Sizden utanıyorum; sizin huzurunuzda dilim konuşamıyor!" dedi.
İmam (a.s), "Size emrettiğimiz zaman emrimizi yerine getirin" buyurdu!
Bunun üzerine Hişam şöyle dedi: Amr b. Ubeyd'in Basra mescidinde oturup halka konuşma yaptığını duymuştum. Bu konu bana ağır geldi. Cuma günü Basra'ya gidip mescide girdiğimde Amr b. Ubeyd'in mescitte oturduğunu ve halkın da etrafını sarıp ondan bazı konuları sorduklarını gördüm. Kalabalığı yarıp onun yanına oturduktan sonra, "Ey bilgili kişi! Ben yabancı bir adamım. Müsaade ederseniz bir soru sormak istiyorum!" dedim. Amr izin verince ben, "Acaba senin gözün var mı?" diye sordum. Amr, "Ey çocuğum! Bu ne biçim bir soru?" dedi. "Ben böyle soracağım" dedim. Amr, "Her ne kadar aptalca bir soruysa da olsun yine de sor" dedi. Ben yine sordum:
- Gözün var mı?
- Evet.
- Onunla neyi görüyorsun?
- Renkleri ve şekilleri.
- Burnun var mı?
- Evet.
- Onunla ne yapıyorsun?
- Kokuları alıyorum.
- Ağzın var mı?
- Evet.
- Onunla ne yapıyorsun?
- Yemekleri tadıyorum.
- Peki beynin (ve duyu merkezin) var mı?
- Evet, var.
- Peki onunla ne yapıyorsun?
- Onunla uzuvlarıma gelen her şeyi teşhis ve ayırt ediyorum.
- Bu uzuvların senin bu duyu merkezine olan ihtiyacını gidermiyor mu?
- Hayır!
- Nasıl olur bu? Halbuki senin bütün uzuvların sapasağlamdır!
- Bu uzuvlarım bir şeyde şüphe ettiği zaman şüpheyi giderip yakin edinmek için beyin ve duyu merkezine müracaat ederler.
- O halde Allah Teala beyin ve duyu merkezini bu uzuvların şüphelerini gidermek için yaratmıştır değil mi?
- Evet.
- Öyleyse kesinlikle beyin ve duyu merkezine ihtiyacımız var değil mi?
- Evet.
- Allah Teala senin uzuvlarında doğruyla yanlışı ayırt edecek bir imamsız bırakmamışken bütün bu insanları ihtilaf ve şüphe anında kendisine müracaat edecekleri bir imam olmadan kendi hallerine mi bırakmıştır?!!
Amr b. Ubeyd sustu ve bir şey söylemedi. Sonra bana dönerek…, "Nerelisin?" dedi
Ben, "Kufeliyim" dedim.
Amr, "Öyleyse sen Hişam'sın" dedi. Ve sonra beni alıp kendi yerine oturttu ve ben kalkıncaya kadar da artık bir şey söylemedi.
İmam Sadık aleyhisselam tebessüm ederek, "Bu istidlali sana kim öğretti?" diye sordu.
Hişam, "Ey Resulullah'ın (s.a.a) torunu!" dedi, "Kendiliğinden dilime aktı."
Bunun üzerine İmam aleyhisselam şöyle buyurdu: "Ey Hişam! Allah'a andolsun ki bu istidlal İbrahim ve Musa'nın Suhuf'unda yazılmıştır."[28]
_________________
[1] - İmam Sadık (a.s) hicri kameri 148 yılında ve İmam Kâzım (a.s) ise 183 yılında şehadete ulaşmıştır.
[2] - Muntaha’l – Makal, s. 254, taş baskısı.
[3] - Rical-i Keşşî, s. 591.
[4] - Rical-i Keşşî, s. 590.
[5] - İhtisas-i Şeyh Mufid, Tahran basımı, s. 86.
[6] - Rical-i Keşşî, s. 440 - 441.
[7] - Fihrist-i Şeyh Tusî, s. 109, 1380 - Necef baskısı.
[8] - Fihrist-i Neccaşî, s. 148, Tahran baskısı.
[9] - Rical-i Keşşî, s. 502.
[10] - Rical-i Keşşî, s. 503.
[11] - Fihrist-i Şeyh Tusî, s. 117.
[12] - Fihrist-i Şeyh Tusî, s. 117.
[13] - Kâfî, s. 110.
[14] - Kurbu'l - Esnad, s. 126, taş baskı.
[15] - Rical-i Keşşî, s. 433.
[16] - Rical-i Keşşî, s. 431.
[17] - İrşad-i Şeyh Mufid, s. 275.
[18] - Rical-i Keşşî, s. 430.
[19] - Fihrist-i Şeyh Tusî, s. 117.
[20] - Mumin Tak'ın dükkanı, Kufe'de bir tavanın altında yer aldığı için ona bu isim verilmiştir.
[21] - İrşad-i Şeyh Mufid, s. 135, 239 ve 240.
[22] - Rical-i Keşşî, s. 186.
[23] - Rical-i Keşşî, s. 187.
[24] - Hicr, 38.
[25] - Fihrist-i İbn-i Nedim, s. 263, Mısır baskısı.
[26] - Hz. Davud'la (a.s) iki meleğin kıssası Sâd Suresi, 21 - 26. ayetlerde zikredilmiştir; bunu açıklamasını tefsir kitaplarında okuyabilirsiniz.
[27] - el-Fusulu'l - Muhtarret-i Seyyid Murtaza, s. 26, Necef baskısı, (özetle).
[28] - Rical-i Keşşî, s. 271 - 273; Usul-i Kâfî, c. 1, s. 196, biraz farkla; Murucu'z - Zeheb-i Mesudî, içeriğe zarar vermeyecek fazla bir ihtilafla.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Musa Kazım (a.s)'dan Kırk Hadis

Kurtuluşun Hakkı Söylemekte Oluşu

1- Dostlarından birine şöyle buyurdu: “Ey adam! Allah’ tan kork; helak olmana sebep olsa bile hakkı söyle. Çünkü (gerçekte) kurtuluşun ondadır. Ey adam! Allah’tan kork; kurtulmana sebep olsa bile batılı terk et. Çünkü (gerçekte) helakın ondadır.”[1]

Allah’ın İnsanlara Zahiri ve Batıni Hücceti

2-“Allah-u Teala’nın insanlara zahiri ve batını iki hücceti (delili) vardır, zahiri hücceti, Resuller, peygamberler ve İmamlardır; batini hücceti ise akıldır.”[2]

Dünyanın derin Bir Deniz Oluşu

3- “Ey Hişam! Lokman oğluna şöyle dedi; “İnsanların en akıllısı olman için hakka boyun eğ. Ey yavrum, dünya derin bir denizdir; bir çok insan onda boğulmuştur. Bu denizde gemin takva (geminin) yükü iman, yelkeni tevekkül, kaptanı akıl kılavuzu (pusulası) ilim, lengeri ise sabır olmalıdır.”[3]

Allah’ın Dininde Fakih Olmanın Gerekliliği

4- “Allah’ın dininde fakih olun (dini iyice anlamaya çalısın). Çünkü dinde fakih olmak basiretin anahtarıdır, ibadetin kemalidir, din ve dünyanın yüce makam ve derecelerine ulaşmak için de bir vesiledir. Fakihin, abide olan üstünlüğü, güneşin yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kim, dininde fakih olmazsa Allah onun, hiçbir amelini beğenmez.”[4]

Zamanı Dörde Ayırmak

5- “Zamanınızı dörde ayırmaya çalışın; bir bölümünü Allah’la münacat etmeye, bir bölümünü geçiminizi sağlamaya,bir bölümünü ayıplarınızı size bildiren kardeşlerinizi ve gönüllerinde size karşı samimiyetleri olan güvenilir insanları ziyaret etmeye ve bir bölümünü de haramlar dışındaki zevklere ayırın; bununla (sonuncuyu yapmakla) diğer üç bölümü de yapmaya kadir olursunuz.”[5]

Güzel Komşuluk

6- “Güzel komşuluk, komşuya eziyet etmemek değildir;güzel komşuluk, eziyete tahammül etmektedir.”[6]

Ey Yavrum!

7- çocuklarından birine şöyle buyurdular:
“Ey yavrum! Allah-u Teala’nın, seni nehyettiği masiyette görmesinden ve seni emrettiği itaate görmemesinden sakın. (Allah’a kulluk etmede) gayretli ve ciddi ol. Yine de Allah’a ibadet ve itaatte kendini kusursuz görme. Çünkü gerektiği şekilde Allah’a ibadet etmek mümkün değildir. Şaka yapmaktan sakın. Çünkü şaka, imamın nurunu giderdiği de hafifletir. Usanmak ve tembellikten sakın. Çünkü bunlar, dünya ve ahiret nasibinden seni alıkoyur.”[7]

Ey Hişam!

8- “Ey Hişam! Yiğitliği olmayanın dini olmaz, aklı olmayanın da yiğitliği olmaz. Halkın en değerlisi, dünyayı kendisi için bir değer görmeyen kimsedir. Bilin ki, bedenlerinizin kıymet ve değeri ancak cennettir. Öyleyse onu başka bir şeye satmayın.”[8]

Akıllı Kimse...

9- “Akıllı kimse, yalanlamasından korktuğu kimseye bir şey söylemez; reddedeceğinden endişe ettiği kimseye ağız açmaz, gücü yetmediği şeyi vaat etmez, arzu etmesiyle kınandığı şayi arzulamaz ve aciz kalacağından korktuğu işe teşebbüs etmez.”[9]

İki Yüzlü ve İki Dilli Olan Kul

10- “İki yüzlü ve iki dilli olan kul ne de kötü kuldur; kardeşinin huzurundan onu över, gıyabında (gıybetini ederek) etini yer; kardeşine bir nimet verildiğinde kıskanır, sıkıntıya düştüğünde de onu yalnız bırakır.”[10]

Müminin Kardeşi

11- “Mümin aynı ana ve babadan olmasa bile müminin kardeşidir. Kim kardeşine iftira eder, ona hile yapar, ona nasihat etmez ve (gıyabında) onun gıybetini ederse melundur.”[11]

İki Günü Eşit olanın Zarara Uğramış Olması

12- “Kimin iki günü (manevi yönden) eşit olursa, zarara uğramıştır, kimin ikinci günü birinci gününden daha kötü olursa melundur (Allah’ın rahmetinden uzaktır) kim kendi nefsinde bir (manevi) artış görmezse noksanlık uçurumundadır; böyle olan bir kimsenin de ölmesi, yaşamasından daha iyidir .”[12]

Üç Şeyi Üç Şeye Musallat Kılanın, Aklı Yok Etmek İçin Hava ve Hevesine Yardım Etmiş Olması

13- “Kim üç şeyi, üç şeyi musallat kılarsa, aklını yok etmek için heva ve hevesine yardım etmiş gibi sayılır: Fikrini nurunu, uzun arzularla öldüren; çok konuşmakla, hikmetini mahveden; ibret almak nurunu, nefsani şehvetlerle yok eden; ibret almak nurunu yok eden sanki aklını yıkmak için nefsine destek olmuştur; aklını yok eden kimse de dinini ve dünyasını ifsat etmiştir.”[13]

Yeni Günahlar İcat Etmekle Yeni Belaların Gönderilmesi

14- “İnsanlar önceden bilmedikleri yeni günahlar icat ettikçe, Allah da onlara tanımadıkları yeni belalar gönderir.”[14]

Gerçeği Bilene Halkın Sözlerinin Bir Fayda Veya Zararı Olmaması

15- “Ey Hişam! Elindeki cevize halk “incidir” derse, sana bir faydası olmaz; çünkü sen onun ceviz olduğunu biliyorsun. Elindeki inciye de halk “cevizdir” derse, sana bir zararı olmaz; çünkü sen onun inci olduğunu biliyorsun.”[15]

Alime Saygı

16- “Ey Hişam! Bilmediğin ilmi de cahile öğret ve öğrendiğin ilmi de cahile öğret. Alime ilmi için saygı göster ve onunla çekişmekten sakın. Cahili cehaleti için küçük gör; fakat onu kendinden kovma; onu kendine yaklaştır (bilmediği şeyleri) ona öğret.”[16]

Kibirden Kaçınmanın Gerekliliği

17- “Kibirlenmekten kaçın; çünkü kimin kalbinde bir zerre miktarınca kibir olursa cennete giremez. Büyüklük Allah’ın ridasıdır; kim Allah’ın ridası hususunda Onunla çekişirse, Allah onu yüzü üstü cehenneme atar.” [17]

Her Şeyin Bir Nişane ve Bir Bineği Olması

18- “Her şeyin bir nişanesi vardır; akıllı insanın nişanesi de tefekkürdür; tefekkürün nişanesi de susmaktır. Her şeyin bir bineği vardır; akıllının bineği de alçak gönüllülüktür. Nehyedildiğin şeyi yapman, cehalet bakımından sana yete.”[18]

Hz. İsa’nın Havarilerine Tavsiyesi

19- “Ey Hişam! İsa Mesih (a.s) havarilerine şöyle buyurdu:
“…Ey dünya kulları, hak olarak diyorum ki; Ahiret şerefine, ancak sevdiğiniz şeyleri terk etmekle nail olabilirsiniz. Tövbe etmek için yarını beklemeyin. Çünkü yarından önce bir gece ve gündüz vardır; Allah’ın kaza ve kaderi her gece ve gündüz caridir. Şu söylediğin bir gerçektir ki; borçlu olmayan borçlu olandan daha huzurlu ve kaygısızdır; günah işlemeyen kimse de günah işleyenden, her ne kadar halis tövbe edip Allah’a dönse dahi daha çok huzurludur. Küçük ve ehemmiyetsiz sayılan günahlar, şeytanın tuzaklarındandır. Şeytan, günahlarınızın toplanması ve ardından sizi kuşatması için onları gözünüzde küçük ve basit gösterir.”[19]

Konuşmacıların Üç Kısım Olması

20- “Konuşmacılar üç kısımdır: Kar eden, salim kalan ve helak olan. Kar eden, Allah’ı zikir eden kimsedir; salim kalan, susan kimsedir; helak olan da batıla dalan kimsedir. Şüphesiz Allah Teala, çirkin söz söyleyen, kötü dilli olan, söylediğine ve söylenilenlere itina etmeyen hayasiz kimselere cenneti haram kılmıştır.”[20]

Kendilerine Allah’ın Rahmetinin Yağdırılması İstenilen Kimseler

21- “Allah, kendisinden hakkıyla hayâ edip utanan, başını ve başında yer alan uzuvlarını (göz, kulak,dil vs.), haramdan koruyan, karnı ve karnının koruduğu şeyleri (yemeği ve içmeyi) haramdan sakındıran, ölümü ve çürümeyi hatırlayan, cennetin zorluklarla çevrildiğini ve cehennemin de lezzet ve şehvetlerle kuşatılmış olduğunu bilip idrak eden kimseye rahmetini yağdırsın.”[21]

İhtirastan ve Halkın Elindeki Şeylere Göz Dikmekten Sakınmanın
Gerekliliği


22- “Ey Hişam! İhtirastan sakın; halkın elindeki şeylere göz dikme; halktan bir şey ummak fikrini kalbinde öldür; çünkü başkasında olana göz dikmek zilletin anahtarıdır ve bu tutum akli yok eder, yiğitliği çürütür, şerefi lekeler ve ilmi giderir. Allah’a sığınmayı ve O’na tevekkül etmeyi unutma; isteklerinden alıkoymak için nefsinle cihet et; nefsine karşı cihat etmek, düşmana karşı cihat emek gibi sana farzdır.” [22]

Kim Kendisini Halkın Haysiyetini Çiğnemekten Alıkorsa...

23- “Kim kendisini halkın haysiyetini çiğnemekten alıkoyarsa, Allah kıyamet günü onun hatalarından geçer. Kim halka karşı gazabının önünün alırsa, Allah da kıyamet günü ona karşı gazabının önünü alır.”[23]

Ziraatın Yumuşak Yerde, Hikmetin De Mütevazı Kalpte Bitmesi

24- “Ey Hişam! Ziraat, yumuşak yerde olur; kayanın üzerinde değil. Böylece ilim ve hikmet de mütevazı kalpte yerleşir ve hayatını sürdürür, müstekbir kalpte değil. Çünkü Allah-u Teala, tevazuyu aklın nişanesi, tekebbürü de cehaletin nişanesi kılmıştır…Allah Teala, tevazu edeni ise yüceltir.” [24]

İnsanın Fakirlik ve Uzun Ömrü Kendisine Telkin Etmekten Kaçınması
25- “Kendinize fakirliği ve uzun ömrü teklin etmeyin; çünkü bunu yapan cimri olur; uzun ömür telkin eden de ihtiraslı olur. Yiğitliği lekelemeyerek ve israf da olmayacak miktarda helal şeylerden yararlanmakla dünyadan kendiniz için bir pay ayırın; bunu da dini işeriniz için yardımcı kılın. Çünkü şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: “Kim dünyasını, dini için veya dinini dünyası için terk ederse bizden değildir.”[25]

Ey Hişam!

26- “Ey Hişam! Eğer yeterli miktar seni ihtiyaçsız kılıyorsa, dünyada en az şey (sade yaşayış) sana yeter. Eğer sana yetecek kadarı seni müstağni kılmıyorsa o zaman dünyada hiçbir şey seni müstağni kılmaz.” [26]

Musibetle Mükafatın Yok Olmasına Sebep Olan Amel

27- “Kim musibette, elini dizine veya elini eline vurursa mükafatı heder olur. Musibetin sevabı, ancak musibet sahibinin sabretmesine ve musibet vakti, “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” (biz Allah’tanız ve O’na döneceğiz) demesine bağlıdır… Allah, ihtiyaç miktarı yardım eder ve musibet miktarınca da sabır verir.” [27]

Aklın Güçlülüğünün Nişanesi

28- “Ey Hişam, yalnızlığa sabr etmek aklın güçlülüğünün nişanesidir. Kim Allah Tebarek ve Teala tarafından verilen akılla akıl ederse dünya ehlinden ona meyledenlerden uzaklaşır ve Allah’ın indinde olana yönelir. Allah da korkuda onun munisi ve yalnızlıkta arkadaşı olur; fakirlikte onu ihtiyaçsız kılar ve aşireti olmaksızın da onu izzetlendirir.”[28]

İhsanın Üç Şartla Kamil Olması

29- “İhsan ancak üç şartla kamil olur: Küçük saymak, gizlemek ve acele etmek. İyiliğini küçük sayan, kardeşini büyütmüştür; onu büyük sayan da kardeşini küçültmüştür. Kim yaptığı ihsanı gizlerse, işi değer kazanır. Kim sözünü verdiği şeyi yerine getirmekte acele ederse, verdiği şey daha da hoş olur.”[29]

Hamd-u Sena ve Salavattan Önce Dua Eden Kimsenin Durumu

30- “Allah’a hamd-u sena etmeden ve Peygambere salat (ve selam) göndermeden önce dua eden, kirişsiz kemanla ok atan kişiye benzer. Allah’ın vereceği mükafata yakini olan, cömertçe bağışta bulunur. Mutedil davranan, muhtaç olmaz.”[30]

Malsız Zengin Olmak İsteyenin Yapacağı İş

31- “Kim, malsız zenginliği, kalbin kıskançlıktan rahat olmasını ve dininin sağlam kalmasını istiyorsa, dualarından Allah’tan (c.c) aklının kamil olmasını dilemelidir. Akli kamil olan, yeterli olan mala kanaat eder, yeterli olan mala kanaat eden zengin olur; yeterli olan mala kanaat etmeyen ise zenginlik yüzü görmez.”[31]

Malını Allah Yolundan Esirgeyenin Onun İki Katını Günah Yolunda
Harcaması


32- “Sakın Allah’a itaat yolunda malını esirgeme. Çünkü onun iki katını günah yolunda harcarsın.” [32]

Ey Hişam!

33- “Ey Hişam! Bütün insanlar yıldızları görür; ama yıldızların rotası ve duruş yerlerini bilenden başkası onlara bakıp kendi yolunu bulamaz. Böylece sizler de hikmet öğreniyorsunuz, ama onunla amel edenden başkası hidayete erişemez.”[33]

Halkın Allah’a İtaat İçin Yaratılmış Olması

34- “Ey Hişam! Halk Allah’a itaat için yaratılmıştır; kurtuluş itaatle, itaat ilimle, ilim öğrenmek de akıl ile sağlanır ve ilim ancak rabbani alimden alınır; alim de akılla tanınır.” [34]

Müminin Yitik Malı

35- “Bilin ki hikmetli söz müminin yitik malıdır; öyleyse ilim elden çıkmadan onu elde edin; ilmin elden çıkması, alimin aranızdan kaybolmasıdır (ölmesidir).”[35]

Kulların En Kötüsü

36- “Kulların en kötüsü, kötü dilli olduğundan dolayı kendisiyle birlikte oturulması sevilmeyen kimsedir. Acaba halkı yüz üstü cehennem ateşine atan, dilin ürünlerinden başka bir şey midir? Saçma sözleri terk etmek, kişinin dininin güzel olduğunu gösterir.”[36]

Kulu Allah’a Yaklaştıran En Güzel Vesile

37- “Ey Hişam! Kulu Allah’a yaklaştıracak en güzel vesile, namaz kılmak; ana ve babaya iyilik etmek; haset, bencillik ve övünmeyi terk etmektir.”[37]

Amelin Temiz Olmasına, Rızkın Çoğalmasına ve Ömrün Uzamasına Sebep Olan Amel

38- “Ey Hişam! Dili doğru söyleyenin ameli temiz olur; iyi niyetli olanın rızkı çoğalır; kardeşlerine ve ailesine iyilik yapanın da ömrü uzar.”[38]

Helak Olmaya Sebep Olan Şeyler

39- “Kim Allah’ın künhü (zatı) hakkında konuşursa, helak olur, kim riyaset talep ederse, helak olur; kim bencilliğe kapılırsa helak olur.”[39]

Aklın Yarısı

40- “İnsanlara kendini sevdirmek aklın yarısıdır. Çok gam, ihtiyarlık getirir. Acelecilik ahmaklıktır. Aile azlığı iki kolaylıktan biridir (diğer kolaylık ise kişinin zengin olmasıdır). Anne ve babasını üzen, onlara asilik etmiştir.” [40]
_________________
Kaynakça:
[1] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 849. h. 5
[2] - Bihar’ul-Envar, c. 1, s. 137
[3] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 795
[4] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 321
[5] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 853
[6] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 851
[7] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 315
[8] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 803
[9] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 390
[10] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 395 ve Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 310
[11] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 333
[12] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 327
[13] -Tuhaf’ul-Ukul, s. 797
[14] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 322
[15] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 797
[16] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 329
[17] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 817
[18] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 797
[19] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 808
[20] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 812
[21] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 804
[22] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 823
[23] - Vesail’uş-Şia, c. 11, s. 289
[24] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 816
[25] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 853
[26] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 799
[27] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 834
[28] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 301
[29] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 837
[30] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 835
[31] - Usul’ul-Kafi,c. 1, s. 18
[32] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 320
[33] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 807
[34] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 798
[35] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 309
[36] - Bihar’ul-Envar, c. 78, s. 310
[37] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 807
[38] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 801
[39] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 851
[40] - Tuhaf’ul-Ukul, s. 835
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İMAM KAZIM (A.S)’IN YAŞANTISIYLA İLGİLİ HADİS VE RiVAYETLER

Birinci Bölüm: İmam (a.s)’ın Nefsî Özellikleriyle Şahsî Davranışları

1- “Abd-u Salih” Diye Adlanması

İbn-i Cevzî diyor ki:
“Haşimî hanedanından olan Ebu’l- Hasan Musa bin Cafer (İmam Kazım), çok ibadet ettiğinden, (Allah yolunda) gayretinden ve geceleri ibadetle geçirdiğinden dolayı “Abd-u Salih” diye çağrılıyordu.
İmam Kazım (a.s), kerim (bağış ve ihsanda bulunan) ve halim (yumuşak huylu ve sâkin tabiatlı) birisiydi. Bir adam ona eziyet edip incittiğinde, ona bir takım malî yardımlar gönderiyordu.” [1]

2- “Kazım” Diye Adlanması

Rabiy’ bin Abdurrahman diyor ki:
“Allah’a and olsun ki, İmam Musa bin Cafer (a.s), ferasetli ve ileri görüşlülerdendi. Kendisinden sonra kimin onun imametinde kalacağını ve ölümünden sonra kimin ondan sonraki İmam’ı inkar edeceğini biliyordu. Bununla birlikte onlara olan öfkesini belirtmeyip yutuyor ve onlardan bildiği şeyi yüzlerine vurmuyordu. İşte bundan dolayı “Kazım” (öfkesini yutan) olarak adlanmış oldu.”[2]

3- Elini Yemekten Önce Yıkadığında Kurulamaması...

Murazim diyor ki: “İmam Musa Kazım (a.s)’ı, yemekten önce abdest aldığında (veya ellerini yıkadığında) mendil ile ellerini kurulamadığını, yemekten sonra abdest aldığında (veya ellerini yıkadığında) ise mendil ile ellerini kuruladığını gördüm.” [3]

4- Muharrem Ayı Girdiğinde Güldüğünün Görülmemesi

İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“... Babamın -Allah’ın selamı ona olsun- Muharrem ayı girdiğinde güldüğü görülmezdi. On güne kadar sürekli gamlı ve mahzun idi. Onuncu gün (yani Aşura günü) olduğunda, o gün onun musibet, hüzün ve ağlama günü olurdu ve buyuruyordu ki: “Bugün öyle bir gündür ki, İmam Hüseyin (a.s) bugünde şahadete erişmiştir.”[4]

5- Namaz Odası

İbrahim bin Abdulhamid diyor ki:
“İmam Musa Kazım (a.s)’ın namaz kıldığı odaya gittim. Odada hurma yaprağından yapılan bir sepet, asılmış bir kılıç ve Kur’an’dan başka bir şey yoktu.”[5]

6- Çalışması

Hasan bin Ali bin Ebî Hamza babasından naklen diyor ki:
“İmam Musa Kazım (a.s)’ın kendi arazisinde çalıştığını ve ayaklarının (şiddetli çalışmasından dolayı) ter içerisinde kalıp yaş olduğunu gördüm. Bunun üzerine: “Fedan olayım, işçiler neredeler?” diye sorduğumda buyurdular ki:
“Ey Ali, ben ve babamdan daha üstün olanlar arazilerinde elleriyle çalışmışlardır.”
“Onlar kimlerdir?” diye sorduğumda da buyurdular ki:
“Resulullah (s.a.a), Emir’ul- Muminin Ali (a.s) ve babalarım; onların hepsi elleriyle çalışmışlardır. Çalışmak peygamberlerin, vasilerin ve salih insanların işidir.”[6]

7- Şöhretli Elbiseden Kaçınması

Ravi diyor ki:
“İmam Musa Kazım (a.s) açısından, şöhretli (dikkat çekici ve parmakla gösterilen) elbise giymekten daha kötü bir şey yoktu. İmam (a.s), kendisine yeni bir elbise getirdiklerinde (ilk önce) onun yıkanmasını emrediyor, sonra onu giyiyorlardı.”[7]

8- Sofrada Yeşillik Olmasına Özen Göstermesi

Muvaffak el-Medînî babasından, o da dedesinden şöyle dediğini naklediyor:
“İmam Musa Kazım (a.s) bir kimseyi benim peşimce gönderdi; (yanına vardığımda) beni yemek sofrasının başına oturttu. Sofrayı getirdiklerinde içerisinde yeşillik yoktu. İmam (a.s) yemekten el çekti. Sonra hizmetçiye: “Yeşilliği olmayan bir sofradan yemek yemediğimi bilmiyor musun? O halde yeşillik getir” diye buyurdular.
Hizmetçi yeşillik getirip onu sofranın üzerine bıraktığında, İmam (a.s) elini uzatarak yemek yemeğe başladı.”[8]

9- Akşam Yemeği

Süleyman bin Caferî diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s), akşam yemeğini bir kekle olsa dahi terk etmiyordu ve buyuruyordu ki: “Akşam yemeği beden için bir güçtür.”[9]

10- Helvayı Sevmesi

Ahmed bin Harun bin Muvaffak el-Medinî babasından, o da babasından şöyle dediğini naklediyor:
“İmam Musa Kazım (a.s) bir gün, bir adamı benim peşim sıra gönderdi. Ben de onun yanına vararak onunla birlikte yemek yedim. Çok helva yiyince: “Ne kadar da bu helvayı seviyorsunuz!” dediğimde buyurdular ki:
“Biz ve Şialarımız helavetten (tatlılıktan) yaratılmışız; işte (bundan dolayı) helvayı seviyoruz.”[10]

İkinci Bölüm: İmam (a.s)’ın Toplumsal Davranışı

12- Kötülük Edenlere Karşı Davranışı

İbn-i Esir şöyle diyor:
“İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın “Kazım” diye lakap almasının sebebi, O’na kötülük edenlere iyilik ettiğinden dolayıdır. Böyle davranış, O’nun her zamanki adeti idi.”[11]

13- Yoksullara Yardımı

İrbilî diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s), ailesi ve akrabalarıyla en çok irtibatı olan ve onlara ihsanda bulunan insanlardandı. Geceleri (tanınmayacak bir şekilde) Medine fakirlerini arayarak onlara para, un ve hurma veriyordu; onlar ise bu yardımların kimin tarafından yapıldığını bilmiyorlardı.”

14- Bağışı

Yahya bin Hasan diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s), bir adamdan sevmediği bir şey kendisine ulaşınca (incindiğinde) bir kese dinar ona gönderiyordu. Onun para kesesi, iki yüzle üç yüz arası idi. İmam Musa Kazım (a.s)’ın para kesesi mesel olmuştu.”[12]

15- Hizmetçileriyle İstişare Etmesi

Hasan bin Cehm diyor ki:
Biz İmam Rıza (a.s)’ın babasını andığımızda buyurdular ki:
“Hiç kimsenin aklı, O’nunla eşit değildi. Bununla birlikte bazen kendisine: “Zenci hizmetçilerinden biriyle mi istişare ediyorsun?” dediklerinde: “Allah Teala, bazı sorunları bazen onun diliyle kolaylaştırıp halletmiştir” buyuruyordu.
Bazen İmam Kazım (a.s)’a, arazi ve bostan işleri konusunda bir şey önerdiklerinde İmam (a.s) onların dedikleri şekilde yapıyordu.”[13]

16- Oğlunu Methetmesi

İsmail bin Hattab diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s)ın huzuruna vardığımızda oğlu Ali’yi (İmam Rıza’yı) methetmeye başlıyordu. Onu övüyor ve diğerleri hakkında söylemediği şeyi onun fazilet ve iyiliği hakkında söylüyordu. Güya bizi onun imametliğine hidayet etmek istiyordu.”[14]

17- Oğluna Karşı Davranışı

Süleyman bin Hafs şöyle diyor:
“İmam Musa bin Cafer (a.s), oğlu Ali’yi “Rıza” diye adlandırıyordu. Örneğin şöyle diyordu: “Oğlum Rıza bana dedi ki...” Ona hitap ettiğinde de: “Ya Ebe’l-Hasan!” diye hitap ederdi.”[15]

18- Oğlu Ali (İmam Rıza) Hakkında Tavsiyesi

Muhammed bin İshak babasından naklen diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s), oğullarına şöyle buyuruyordu: “Sizin bu kardeşiniz Ali bin Musa, Âl-i Muhammed’in (Peygamber ailesinin) alimidir. Öyleyse dininiz hakkında ondan soru sorun ve size söylediğini ezberleyin (onunla amel edin).”[16]

19- Musibet Sahiplerine Teselli Vermesi

Hişam bin Hakem diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s), ölüyü defnetmeden önce ve onu defnettikten sonra musibet görenlere teselli veriyordu.”[17]

20- Allah’tan Korkması, Halka Ümit Vermesi ve Kur’ân’ı Hazinle Okuması

Hafs diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s)’dan (Allah’ın azamet karşısında) daha şiddetli korkan ve halka ondan daha çok ümit veren bir kimse görmedim. O, Kur’ân’ı hazin bir sesle okuyor ve adeta insanı kendisine muhatap kılıyordu.”[18]

Üçüncü Bölüm: İmam (a.s)’ın İbadeti

21- İmam (a.s)’ın İbadet ve Zikri

Ammar bin Eban diyor ki:
Bacım, İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın hizmetçisi idi. Ondan şöyle dediği bize naklolunmuştur:
“İmam Musa Kazım (a.s) yatsı namazını kıldığında, Allah’a hamd ediyor, O’nu ululuyor ve O’nu çağırıyordu; Gecenin yarısı geçinceye dek sürekli bu haldeydi. Sonra kalkıp namaz kılıyordu. Daha sonra sabah namazını kılıyordu. Daha sonra güneş doğuncaya kadar biraz zikir ediyordu...”[19]

22- Kur’ân Okuması

Yunanî diyor ki.
“İmam Musa bin Cafer (a.s), Kur’ân’ı herkesten daha güzel bir sesle okuyordu. Kur’ân okuduğunda mahzun oluyordu. O’nun Kur’an tilavetini dinleyenler ağlıyorlardı. (O’nun kendisi de) Allah korkusundan ağlıyordu; öyle ki mübarek sakalı göz yaşlarıyla ıslanıyordu.”[20]

23- Geceyi İbadetle Geçirmesi

İrbilî diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s), gece nafilelerini kılıyor ve onları sabah namazına vaslediyordu (sabah namazına kadar ibadet ediyordu). Daha sonra güneş doğuncaya dek takibatla (dua ve zikirle) meşgul oluyordu...”[21]

24- Secdeye Kapanması

Ahmed bin Abdullah, babasından şöyle dediğini naklediyor:
“(Zindana bakmak için) Damın üzerinde oturmuş olan Fazl bin Rebiy’nin yanına gittim. Bana: “Bu odaya bak, ne görüyorsun?” dedi. (Ben de bakınca:) “Atılmış bir elbise görüyorum” dedim. O: “İyi bak, biraz dikkat et” dedi. Dikkatle baktığımda: “O, secde halinde olan bir kişidir” dedim. Bunun üzerine: “Onu tanıyor musun? O Musa bin Cafer’dir. Ben onu sürekli bu halde görüyorum. O sabah namazını kılıyor, güneş doğuncaya dek takibat (dua ve zikir) okuyor. Daha sonra secdeye kapanıyor ve öğleye kadar böylece secde halinde kalıyor. Namaz vakitlerini kendisine bildirmesi için birisini görevlendirmiştir. Ona namaz vaktinin girdiğini haber verdiklerinde, kalkıp abdest almaksızın namaza başlıyor; bu onun her zamanki adetidir.”[22]

25- Her Gün İçin Uzun Secdeleri

Sevbanî diyor ki:
“Ebu’l-Hasan Musa bin Cafer (a.s), on küsur yıl boyunca her gün için güneşin doğuşundan öğleye kadar secdeye kapanıyordu.”

26- İftarı

Halid bin Necih diyor ki:
“Ben Ramazan ayında İmam Sadık (a.s) ve İmam Musa Kazım (a.s)’la birlikte iftar ediyordum. İftar sofrasına getirilen ilk şey, sirke ve zeytin yağıyla ıslanmış bir kase tirit idi. İmam (a.s) ilk önce ondan üç lokma alıp yiyor ve daha sonra bir sahan yemek getiriliyordu.”[23]

27- Ramazan Ayının Son On Günündeki İbadet

İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam, Ramazan ayının son on gününde her gece, önceki gecelerin müstahap namazlarına yirmi rekat daha artırıyordu.”[24]

28- Cuma Namazı İçin Hazırlanması

Saduk (r.a) diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s) kendisini, Perşembe gününden, Cuma gününün (ibadeti) için hazırlıyordu.”[25]

29- Yaya Olarak Hacca Gitmesi

Ali bin Cafer diyor ki:
“Kardeşim Musa bin Cafer (a.s) ile dört umre yolculuğunda beraberdik. O, âilesiyle birlikte yaya olarak Mekke’ye doğru hareket ediyordu.”[26]

30- İlk Mazlumu Ziyaret Etmesi

Ravi diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s), Emir’ulMuminin Ali (a.s)’ın kabrinin kenarında şöyle diyordu:
“Selam olsun sana ey Allah’ın velisi (dostu); şehadet ediyorum ki, şüphesiz sen ilk mazlum ve hakkı gasp edilen ilk şahıssın.”[27]

Dördüncü Bölüm: İmam (a.s)’ın Duaları

31- Secdelerindeki Duası

İbn-i Şehraşub diyor ki:
İmam Musa bin Cafer (a.s) secdelerinde şöyle diyordu:
“İlahî, (gerçi) günah ve isyan kulundan taraf çirkindir ama af ve suçlardan geçmek senden taraf güzeldir.”[28]

32- Diğerlerine Dua Etmeği Tavsiye Etmesi

Safvan bin Yahya diyor ki:
İmam Musa bin Cafer (a.s) buyuruyorlardı ki:
“Kim, mümin ve müslüman kadın ve erkeklerden birine dua ederse, Allah-u Teala, dua ettiği her mümine karşılık ona dua eden bir melek görevlendirir.”[29]

33- Zindandaki Duası

İmam Musa bin Cafer (a.s)’ı gözetim altında bulunduran casuslardan biri diyor ki:
Musa bin Cafer’in, dualarında şöyle dediğini çok duyuyordum:
“Allah’ım, sen biliyorsun ki, ben sürekli senden, ibadetin için meşguliyetten bir boşluk istiyordum. Allah’ım, sen de böyle yaptın; o halde sana hamd olsun.”[30]

34- Gece Namazı Mihrabındaki Duası

Ahmed bin Halid-i Berkî diyor ki:
İmam Musa bin Cafer (a.s), gece namazı için mihrapta durduğu zaman şöyle diyordu:
“Allah’ım, sen beni düzgün ve kusursuz yarattın; çocukken beni besleyerek eğittin ve beni diğerlerinden ihtiyaçsız kıldın...
Allah’ım, geçmişte benden vuku bulan kötülükleri biliyorsun; hem de onları benden daha iyi biliyorsun. Amel defterimde sıralanan suçlardan dolayı yazıklar olsun bana! Eğer her şeyi kapsayan affının, halime şamil olacağını umduğum yerler olmasaydı, (ümitsizlikten) helak olup giderdim. Eğer kulun günahından kaçması mümkün olsaydı, ondan kaçmaya en layık ben olurdum...
Allah’ım, kaçarsam beni bulursun; firar edersem, beni yakalarsın. O halde senin huzurunda zelil, boynu bükük ve hakir olarak durmuş bulunuyorum. Eğer cezalandırırsan, bunu hakketmişim ve ey Rabbim, bu senden taraf bir adalettir. Eğer affedersen, şüphesiz sen kötülükleri affedensin; affın ve rahmetin beni kuşatmış olur ve afiyetin (bağışlaman) beni sarmış olur.
Allah’ım, o halde güzel isimlerin ve perdelerin örttüğü güzelliğin hürmetine senden, bu tahammülsüz cana ve bu güçsüz bedene acımanı istiyorum. Güneşin sıcağına dayanamayan bu zayıf beden, cehennem ateşine nasıl dayanabilir! Yıldırım sesini duymaya tahammülü olmayan, gazabının sesine nasıl dayanabilir!
Allah’ım, o halde bana acı; çünkü ben hakir bir fakirim ve değersiz bir insanım. Beni azaba çarptırmış olursan, azaba çarptırılmam zerre kadar olsun saltanatını artıracak değil; bana azap edilmekle saltanatın artacak olsaydı, azaba karşı sabretmeyi senden isterdim ve bunun senin olmasını isterdim. Fakat saltanat ve mülkün, itaat edenlerin itaatiyle artmasından ve günahkârların da günahıyla azalmasından daha büyük ve daha kalıcıdır. O halde ey merhametlilerin en merhametlisi, beni bağışla; Muhammed ve Ehl-i Beyti’ne salat eyle ve bizden taraf müslümanları mükafatlandırdığın en güzel bir mükafatla O’nu mükafatlandır; ey alemlerin Rabbi olan Allah!”[31]

35- Her Gün Mağfiret Dilemesi

İbrahim bin Ebî’l- Bilad diyor ki:
“İmam Musa bin Cafer (a.s) bana buyurdu ki:
“Ben, her gün Allah Teala’dan beş bin kez mağfiret diliyorum.” (İmam -a.s- benim şaşırdığımı görünce:) “Beş bin kez istiğfar etmek çok mudur?” diye buyurdular.”[32]

36- Gece Mağfiret Dilemesi

Seyyid bin Tavus (r.a) diyor ki:
“...İmam Musa bin Cafer (a.s) geceyi sehere kadar sürekli mağfiret dilemekle geçiriyordu.”[33]

37- Çoğu Zamanlar Okuduğu Dua

İbn-i Şehraşub diyor ki:
İmam Musa bin Kazım (a.s) çoğu zaman şu duayı okuyordu:
“Allah’ım, ölüm vakti rahatlık ve hesap vakti ise âf diliyorum senden.”[34]
İmam (a.s) bu duayı (durmadan) tekrarlıyordu.”[35]

38- Zemzem Suyunu İçerken Okuduğu Dua

Ahmed bin Halid diyor ki:
İmam Musa Kazım (a.s) zemzem suyunu içtiğinde şöyle diyordu:
“Bismillah, el-hamdu lillah, eş-şükrü lillah.”
(Allah’ın adıyla, bütün hamt ve şükürler Allah’a mahsustur.)[36]

39- Yüz Defa Söylediği Zikir

İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki:
“Kim, sabah ve akşam namazından sonra yedi defa: “Bismillah ve velâ havle velâ kuvvete illa billah” derse, Allah-u Teala yetmiş çeşit belayı ondan uzaklaştırır...”
İmam Musa bin Cafer (a.s) buyurdular ki: “Ben, o zikri yüz defa söylüyorum.”[37]

40- Evinden Çıkarken Okuduğu Dua

İmam Rıza (a.s) buyurmuştur ki:
“Babam (Musa bin Cafer -a.s-) evinden çıkarken şöyle diyordu:
“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla. Allah’ın güç ve kudretiyle, benim güç ve kudretimle değil; hayır, ey Rabbim, rızkına yönelerek senin güç ve kudretinle evden çıkıyorum. O halde beni afiyet ve esenlikle evime döndür.”[38]
___________________
Kaynakça:
[1] - Keşf’ul- Ğumme, C. 2, S. 250.
[2] - Uyun, C. 1, S. 103, H. 1.
[3] - kâfî, C. 6, S. 291, H. 2.
[4] - İkbal’ul- A’mal, S. 544.
[5] - Kurb’ul- Esnad, S. 310, H. 1208. Bu hadisten, namaz için özel bir yerin olması ve dikkat çekici eşya ve fotoğrafların bulunmaması anlaşılmaktadır.
[6] - Bihar, C. 48, S. 115, H. 27.
[7] - Bihar, C. 79, S. 314.
[8] - Avalim, C. 21, S. 206, H. 3.
[9] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 198, H. 1580.
[10] - Kâfî,C. 6, S. 321, H. 1.
[11] - Kamil-i İbn-i Esir, C. 6, S. 164.
[12] - Kâfî, C. 5, S. 166.
[13] - Mekarim’ul- Ahlak, S. 335.
[14] - Bihar, C. 49, S. 18, H. 19.
[15] - Uyun, C. 1, S. 22, H. 2.
[16] - Keşf’ul-Ğumme, C. 2, S. 317.
[17] - Tehzib, C. 1, S. 463, H. 1563.
[18] - Kâfî, C. 2, S. 606.
[19] - Tarih-i Bağdat, C. 13, S. 31.
[20] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, C. 4, S. 318.
[21] - Keşf’ul- Ğumme, C. 2, S. 228.
[22] - Bihar, C. 48, S. 107.
[23] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 278, H. 1895.
[24] - Kurb’ul- Esnad, S. 207.
[25] - Men Lâ Yahzuruh’ul- Fakih, c.1, S. 416, H. 1228.
[26] - Bihar, C. 48, S. 100, H. 2.
[27] - Bihar, C. 100, S. 265, H. 3.
[28] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, C. 4, S. 318.
[29] - A’lam’ud- Din, S. 393.
[30] - Bihar, C. 48, S. 107, H. 9.
[31] - Bihar, C. 87, S. 229, H. 42.
[32] - Bihar, C. 93, S. 282, H. 26.
[33] - Bihar, C. 102, S. 16, H. 10.
[34]- Duanın Arapçısı şöyledir: “Allahumme innî es’eluk’er- rahete ind’el- mevt, ve’l- affe ind’el- hesap.”
[35] - Menakıb-i İbn-i Şehraşub, C. 4, S. 318.
[36] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 400, H. 2400.
[37] - Bihar, C. 86, S. 112, H. 12.
[38] - Mehasin-i Berkî, C. 2, S. 91, H. 1241.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Musa Kazım (a.s)’la İlgili Sorular Ve Cevaplar

S. 1- İmam Musa Kazım (a.s)'ın meşhur lâkapları nelerdir?
C. 1- Abd-u Salih, Kazım, Bab'ul- Havaiç.
S. 2- İmam Musa Kazım (a.s)'ın künyeleri nelerdir?
C. 2- Ebu'l Hasan, Ebu İbrahim.
S. 3- İmam Musa Kazım (a.s)'ın anne ve babasının isimleri nelerdir?
C. 3- Babasının adı, İmam “Sadık”, annesinin adı ise “Hamide”dir.
S. 4- İmam Musa Kazım (a.s) ne zaman ve nerede dünyaya gelmiştir?
C. 4- Hicretin 128. Yılının Sefer ayının yedisinde Pazar günü sabahı, Mekke ile Medine arasında yer alan “Ebva” köyünde dünyaya gelmiştir.
S. 5- Kazım'ın manası nedir ve neden İmam Musa bin Cafer'e “Kazım” diyorlardı?
C. 5- “Kazım” öfkesini sindiren manasına gelir. Zalimlerin zulmüne sabrettiğinden, öfkesini yendiğinden, suçluların suçunu affettiğinden ve çok halim olduğundan dolayı “Kazım” olarak meşhur olmuştur.
S. 6- İmam Musa Kamı (a.s)'ın hayat dönemi kaç bölüme ayrılır?
C. 6- İki bölüme ayrılır:
1) İmametinden önceki dönem.
2) İmametinden sonraki dönem.
S. 7- İmam Musa Kazım(a.s)'ın imamet dönemi kaç yıl sürmüştür?
C. 7- Otuz beş yıl.
S. 8- İmam Musa Kazım (a.s) imamet döneminde hangi tağutlarla (halifelerle) karşı karşıyaydı?
C. 8- Mensur-u Devaneki, Mehdi Abbasî, Hadi Abbasi, Harun’ur- Raşid.
S. 9- İmam Musa kazım (a.s)'ın, meşhur ve seçkin olan iki çocuğunun isimleri nelerdir?
C. 9- İmam Ali Rıza ve Hz. Fatime-i Masume (a.s).
S. 10- İmam Musa Kazım (a.s)'ın zahiri, batini ve ahlaki sıfatları nasıldı?
C. 10- İmam Musa Kazım (a.s) orta boylu, nur yüzlü, siyah saçlı ve esmerdi. Bedeni çok ibadet ettiğinden dolayı zayıf, ama güçlü ruha sahipti. İmam Musa Kazım (a.s) çok ibadet ettiğinden dolayı “Abd-u Salih” lakabıyla meşhur olmuştur. Bağışta babaları gibi cömert ve bağışlayan idi. İmam Kazım (a.s) çoluk çocuğuna ve hizmetçilerine karşı çok şefkatli idiler.
Daima yoksul ve fakirleri düşünüyordu. Hüzünlü ve güzel sesle sürekli Kur’ân okuyordu; Kur’ân okuduğunda halk, evinin etrafında toplanıp şevkten ağlıyorlardı. Medine halkı, ona çok gayretli olduğundan dolayı “Zeyn'ul- Müçtehidin” lakabı vermişlerdi.
S. 11- İmam Musa Kazım (a.s) hangi halifenin zamanında yıllarca zindanda kaldı?
C. 11- Abbasi halifelerinin beşincisi olan Harun Raşid'in hilafeti zamanında.
S. 12- “Zeyn'ul- Müçtehidin” hangi İmamın lakabıdır?
C. 12- İmam Musa Kazım (a.s)'ın lakabıdır.
S. 13- İmam Musa Kazım (a.s) kimin emriyle ve kaç yaşında zehirlendi?
C. 13- 55 yaşında Harun Raşid'in emriyle.
S. 14- İmam Musa Kazım (a.s) ne zaman ve nerede şahadete eriştiler?
C. 14- Hicretin 183. Yılında, Recep ayının yirmi beşinci günü, Harun Raşid'in Bağdat'taki zindanında zehirletilerek şahadete eriştiler.
S. 15- İmam Musa Kazım (a.s)'ın, şehit edildiği zindanın ismi nedir ve o zindan nerededir?
C. 15- Zindanın ismi; “Zindan-i Sindi bin Şahik”tir ve bu zindan Bağdat'tadır.
S. 16- Hangi İmam şehit olduktan sonra halkla konuştu?
C. 16- İmam Musa Kazım (a.s) şehit edildikten sonra, Sindi bin Şahik, Hazretin mübarek na’şının Bağdat köprüsünün üzerine bırakılmasını emretti, kendisi de halka; “Musa bin Cafer kendi eceliyle ölmüştür.” diye ilan etti. Nakledildiğine göre halis Şiilerden biri Hazretin mübarek na’şının yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Peygamber'in evladı, sen doğru konuşansın, baban da doğru konuşandı, acaba seni öldürdüler mi yoksa kendi ecelinle mi öldün?”
İmam (a.s) bunun üzerine: “Katlen, katlen, katlen!” (Üç defa tekrarlayarak; Beni öldürdüler!) buyurdu.
S. 17-Hangi imam, zindanda işkence edildiği zincirlerle defnedilmesini vasiyet etmiştir, bunun sebebi ne idi?
C. 17- İmam Musa Kazım (a.s) kendilerine işkence edildiği zincirlerle defnedilmesini vasiyet etmiştir. Sebebi, ceddi Resulullah (s.a.a) ve annesi Fatımat'üz- Zehra'yla (a.s) karşılaştığında “Bana zindanda bu zincirlerle işkence ediyorlardı” demesi için olabilir.
S. 18- İmam Musa Kazım (a.s)'ın kabri nerededir?
C. 18- Bağdat'ın yanındaki Kazimeyn şehrindedir.

(Sugname-i Al-i Muhammed, s. 104, M. İştihardi)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İmam Musa Kazım Hişam’a Öğütleri Ve Aklı Tarif Etmesi

Allah-u Teala Kur’an’da akıl ve idrak sahibini şöyle müjdelemiştir:
"Müjdele kullarımı artık, o kullarım ki sözü dinlerler de en güzeline uyarlar, onlar öyle kişilerdir ki Allah, doğru yola sevketmiştir onları ve onlardır akıl sahiplerinin ta kendileri." [1]
Ey Hişam ibn-i Hakem, Allah-u Teala akıl ile hüccetleri (kanıtları) insanlara tamamlamış, beyan (ilahi kitap) ile onlara hüccetlerini iletmiş ve kılavuzlar (peygamberler) ile de onları kendi rububiyyetine (rablığına) hidayet etmiş ve şöyle buyurmuştur:
"İlahınız tek bir ilahtır; O’ndan başka bir ilah yoktur; O Rahman ve Rahimdir." "Gerçekten göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda vermek üzere denizde yürüyüp giden gemide, Allah’ın gökten yağmur yağdırarak yeryüzünü, ölümünden sonra diriltmesinde, sonra da yeryüzüne yürüyen hayvanları yaymasında, rüzgarları dilediği gibi estirip değiştirmesinde, gökle yer arasında emrine muti olan bulutta şüphe yok ki aklı erenler için (varlığına, birliğine) deliller vardır." [2]
Ey Hişam, Allah-u Teala bu nişaneleri halkın, kendilerini yaratıp yöneten birinin var olduğunu anlamaları için bir delil kılıp şöyle buyurmuştur: "Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır." [3]
"Hâ mim. Andolsun her şeyi açıklayan kitaba, şüphe yok ki biz, akledesiniz, anlayasınız diye Kur’an’ı Arapça kıldık." [4]
"Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği getirmesi ve gökten su indirmek suretiyle onunla ölümünden sonra yeri diriltmesi de, O’nun ayetlerindendir. Şüphe yok ki bunda, akleden topluluk için gerçekten deliller vardır." [5]
Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala akıl ehline öğüt vermiş ve onları ahirete rağbetlendirip şöyle buyurmuştur:
"Dünya yaşayışı, ancak bir oyundan, bir oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduysa korkup çekinenler için daha hayırlıdır. Yine de akletmez misiniz?" [6]
"Size verilen her şey, yalnızca dünya hayatının meta (geçimi) ve süsüdür. Allah katında olan ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Yine de akletmez misiniz?" [7]
Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala, akletmeyen kimseleri azapla tehdit edip şöyle buyurmuştur:
"Sonra da geride kalanları yerle bir ettik. Siz onların yurtlarından sabah ve akşam vakitleri geçip gidiyorsunuz. Yine de akletmez misiniz?" [8]
Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala aklın ilim ile birlikte olduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur:
"Bu örnekleri insanlara vermekteyiz, ancak alimlerden başkası bunları akletmez." [9]
Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala akletmeyen kimseleri kınayıp şöyle buyurmuştur:
"Ne zaman onlara: "Allah’ın indirdiklerine uyun." dense, onlar: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız." derler. (De ki) ya ataları aklı bir şeye ermeyip doğru yolu da bulmamış idiyseler (yine de mi onlara uyacaklar)?" [10]
"Şüphesiz ki yerde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, aklı, idrakı olmayan sağır ve dilsizlerdir." [11]
"Onlara: "Gökleri ve yeryüzünü kim yarattı?" diye soracak olsan hiç tartışmasız, "Allah" diyecekler. De ki: "Hamd Allah’a mahsustur." Hayır, onların çoğu bilmezler."[12]
Daha sonra Allah çoğunluğu kınayıp şöyle buyurmuştur:
"Yeryüzünde bulunanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp saptırırlar..." [13]
"Ama onların çoğu bilmezler ve onların çoğu anlamazlar." [14]
Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala azınlığı methedip şöyle buyurmuştur:
"Kullarımdan şükretmekte olanlar pek azdır." [15]
"İman edip de salih amellerde bulunanlar ne kadar da azdır." [16]
"Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti." [17]
Ey Hişam, daha sonra Allah-u Teala akıllıları çok güzel bir şekilde anmış ve en güzel ziynetle ziynetlendirip şöyle buyurmuştur:
"Kime dilerse hikmeti ona verir; şüphesiz kendisine hikmet verilene büyük bir hayır verilmiştir. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez." [18]
Ey Hişam, Allah-u Teala buyuruyor ki:
"Hiç şüphesiz bunda, (öncekilerin helakinde) kalbi -yani aklı- olan kimse için elbette bir öğüt (zikir) vardır." [19]
"Ve andolsun ki biz, Lokman’a hikmet -yani anlayış ve akıl- verdik." [20]
Ey Hişam, Lokman oğluna şöyle buyurmuştur: "İnsanların en akıllısı olman için hakka itaat et; dünya derin bir denizdir, birçok insan onda boğulmuştur. Bu denizde gemin takva, (geminin) yükü iman, yelkeni tevekkül, kaptanı akıl, kılavuzu (pusulası) ilim, demiri ise sabır olmalıdır."
Ey Hişam, her şeyin bir nişanesi vardır; akıllının nişanesi de tefekkürdür; tefekkürün nişanesi de susmaktır. Her şeyin bir bineği vardır; akıllının bineği de alçak gönüllülüktür.
Nehyedildiğin şeyi yapman, cehalet bakımından sana yeter.
Ey Hişam, elindeki "cevize" halk "incidir" derse sana bir faydası olmaz; çünkü sen onun ceviz olduğunu biliyorsun. Elindeki "inci"ye de halk "cevizdir" derse sana bir zararı olmaz; çünkü sen onun inci olduğunu biliyorsun.
Ey Hişam, Allah-u Teala bütün peygamber ve elçilerini ancak kulların akıllarıyla Allah’ı tanımaları için göndermiştir. Öyleyse Allah’ı daha güzel tanıyanlar, O’nun davetini daha güzel kabul ederler; aklı daha güzel olanlar, Allah’ın emrini daha güzel bilirler ve daha akıllı olanların makamları, dünya ve ahirette daha yüce olur.
Ey Hişam, hiçbir kul yoktur ki, bir melek onun perçeminden tutmamış olsun. Tevazu ettiğinde Allah onu yüceltir, tekebbür ettiğinde de Allah onu küçültür.
Ey Hişam, Allah-u Teala’nın, insanların üzerinde iki hücceti (kanıtı) vardır: Zahiri hüccet ve batıni hüccet. Zahiri hüccet Resul, Peygamber ve İmamlardır; batıni hüccet de akıllarıdır.
Ey Hişam, akıllı adam helalin kendisini şükretmekten alıkoymadığı ve haramın da sabrını taşırmadığı kimsedir.
Ey Hişam, kim üç şeyi üç şeye musallat kılırsa aklını yok etmek için heva ve hevesine yardım etmiş gibi sayılır: Fikrinin nurunu uzun arzularla söndüren, çok konuşmakla hikmetli sözlerini mahveden ve ibret almak nurunu nefsani şehvetlerle yok eden. Aklını yok eden kimse de dinini ve dünyasını ifsat eder.
Ey Hişam, aklını Allah’ın emirlerine önem vermekten alı-koyup, heva ve hevesini aklına egemen kıldığın halde, amelin Allah katında nasıl temiz olabilir?
Ey Hişam, yalnızlığa sabretmek, aklın güçlülüğünün belirtisidir. Kim Allah-u Tebareke ve Teala hakkında düşünürse, dünya ehlinden ve ona rağbet gösterenlerden uzaklaşır ve Rabbi katında olan şeylere yönelir. Allah-u Teâla, ise korkuda onun munisi (dostu) ve yalnızlıkta yâri olur, fakirlikte onu ihtiyaçsız kılar ve aşireti olmaksızın da onu aziz eder.
Ey Hişam, halk Allah’a itaat için yaratılmıştır; kurtuluş itaatla, itaat ilimle, ilim öğrenmekle ve öğrenmek de akıl ile sağlanır ve ilim ancak rabbani alimden alınır; alim de akılla tanınır.
Ey Hişam, akıllı bir kimsenin az ameli Allah katında birkaç katıyla kabul olunur. (Ama) heva-heves ehli ve cahilin çok ameli ise reddolunur.
Ey Hişam, akıllı adam hikmetle bir arada olan az dünya malına razı olur; (ama) hikmetsiz olan çok dünya malına razı olmaz. İşte bunun içindir ki akıllıların ticaretleri kârlıdır.
Ey Hişam, yeterli miktar seni ihtiyaçsız kılıyorsa, dünyada olan en az şey (sade yaşayış) sana yeter. (Ama) yeterli olan miktar seni müstağni kılmıyorsa (o zaman) dünyada olan hiçbir şey seni müstağni kılmaz.
Ey Hişam, akıllı kimseler, dünya malının ihtiyaçtan fazlasını terketmişler; nerde kaldı ki günahları terketmesinler. Oysa ki ihtiyaçtan fazlasını terketmek fazilettir, günahı terketmek ise farzdır.
Ey Hişam, akıllı kimseler dünyada zahidlik yapıp ahirete meyletmişlerdir. Çünkü onlar dünya ve ahiretin hem talip (arayan) ve hem de matlup (aranan, istenen) olduğunu anlamışlardır.
Kim ahireti talep ederse, dünya onu talep eder ve o kendi rızkını tamamıyla dünyadan alır. Kim dünyayı talep ederse ahiret onu talep eder; ölüm de onu yakalayarak, dünya ve ahiretini yok eder.
Ey Hişam, kim malsız zengin olmayı, kalbinin kıskançlıktan uzak olmasını ve dininin selamette kalmasını istiyorsa; dualarında Allah’tan aklını kamil etmesini dilemelidir. Aklı kamil olan, yeterli olan miktara kanaat eder, yeterli olana kanaat eden zengin olur; yeterli olana kanaat etmeyen kimse ise kesinlikle zenginlik yüzü görmez.
Ey Hişam, Allah-u Teala, buyurmuştur ki: Salih olan bir kavim; kalplerinin saptığını, körlüğe ve helaka döndüğünü gördükleri zaman şöyle demişlerdir:
"Rabbimiz, bizi doğru yola sevkettikten sonra kalplerimizi saptırma ve kendi katından bize rahmet bağışla, şüphe yok ki sen, fazlasıyla bağışlayansın."[21]
Allah’ı tanımayan O’ndan korkmaz; göreceği ve hakikatini bulacağı sabit bir marifet de kalbine yerleşmez. Hiç kimse; sözü amelini tasdik etmedikçe ve gizli ameli açıktaki ameli ile mutabık olmadıkça bu marifete erişmez. Çünkü Allah-u Teala gizli ve örtülü olan akla, ancak zahir olan delili nişane kılmıştır.
Ey Hişam, Emir-ül Mü’minin Ali aleyhi’s-selam şöyle buyuruyordu:
"Allah’a ibadet etmek için akıldan daha iyi hiçbir vesile yoktur."
Hiç kimsenin aklı, kendisinde şu birkaç haslet olmadıkça kâmil olmaz: Küfüründen ve şerrinden emin olunulması, olgunluk ve hayrının umulması, malının fazlasını (Allah rızası için) harcaması, fazla konuşmaması, dünyada kendisine yetecek miktarla yetinmesi, ömür boyu ilme doymaması, Allah’a itaat edip zelil olmanın, başkalarına (tağutlara) uyup izzetli olmaktan ona daha sevimli olması, alçak gönüllü olmayı seçkinlikten daha fazla sevmesi, başkalarının az iyiliğini çok, kendisinin çok iyiliğini de az sayması, halkın hepsini kendisinden iyi bilmesi, kendisini de onların en kötüsü görmesi; bunlar aklın kemalidir.
Ey Hişam, dili doğru söyleyenin ameli temiz olur, iyi niyetli olanın rızkı çoğalır, kardeşlerine ve ailesine iyilik yapanın da ömrü uzar.
Ey Hişam, hikmeti cahillere öğretmeyin; hikmete zulmetmiş olursunuz ve onu ehlinden esirgemeyin; onlara cefa etmiş olursunuz.
Ey Hişam, (akılsızların) hikmeti size bıraktıkları gibi siz de dünyayı onlara bırakın.
Ey Hişam, yiğitliği olmayanın dini olmaz, aklı olmayanın da yiğitliği olmaz. Halkın en değerlisi dünyayı kendisi için bir makam olarak görmeyen kimsedir. Bilin ki bedenlerinizin kıymet ve değeri ancak cennettir. Öyleyse onu başka bir şeye satmayın.
Ey Hişam, Emir-ül Müminin Ali aleyhi’s-selam şöyle buyuruyordu:
"Meclisin (toplantının) başında ancak üç sıfata sahip olan kimse oturabilir: Bir şey sorduklarında cevap veren, halkın söz bulup konuşamadığı zaman konuşan, mecliste oturanların maslahatına uygun olan görüşü ortaya koyan. Bu üç sıfattan birine sahip olmaksızın meclisin başında oturan kimse ahmaktır."
Hasan ibn-i Ali aleyhi’s-selam şöyle buyurmuştur:
"İhtiyaçlarınızı karşılamak istediğinizde ehlinden isteyin."
"Ey Resulullah’ın oğlu, ehli kimlerdir?" diye sorulduğunda buyurdular:
"Allah’ın, Kur’anda beyan ettiği kimselerdir." Allah buyuruyor ki: "Hiç şüphesiz temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünmektedir."[22]
Ali ibn-i Hüseyin (İmam Zeyn-ul Abidin) aleyhi’s-selam da şöyle buyurmuştur:
"Salih kimselerle oturmak insanı salaha (doğruluğa) götürür, alimlerin adabına uymak aklı çoğaltır, adil yöneticilere itaat etmek izzetin kemalidir; (ticaretle) malını artırmak ise yiğitliğin kemalidir. İstişare edene doğru yolu göstermek nimetin hakkını eda etmektir. Halka eziyet etmemek aklın kemali olduğu gibi dünya ve ahirette de bedenin rahatlığına sebep olur:
Ey Hişam, akıllı kimse kendisini yalanlamasından korktuğu kimseye bir şey söylemez, reddedeceğinden endişe ettiği kimseye ağız açmaz (bir şey istemez), gücü yetmediği şeyi vaad etmez, arzu etmesiyle kınandığı şeyi arzu etmez ve aciz kalacağından korktuğu işe teşebbüs etmez.
Emir-ül Mü’minin Ali aleyhi’s-selam ashabına şöyle buyuruyordu:
"Gizlide ve açıkta Allah’tan korkmayı, sevinç ve gazap halinde adaletli olmayı, fakirlik ve zenginlikte ticaret yaparak mal kazanmayı size tavsiye ediyorum. İlişkisini kesenle ilişki kurun. Zulm-edeni affedin. Mahrum kalana bağışta bulunun. Bakışınız ibret, susmanız fikir, sözünüz zikir ve tabiatınız da cömertlik olmalıdır. Çünkü hiçbir cimri cennete giremeyecektir; hiçbir cömert de cehenneme girmeyecektir.
Ey Hişam, Allah kendisinden hakkıyla hayâ edip utanan, başını ve başında yer alan uzuvlarını (göz, kulak, dil ve diğer uzuvlarını) haramdan koruyan, karnı ve karnının koruduğu şeyleri (yemeği ve içmeyi) haramdan sakındıran, ölümü ve çürümeyi hatırlayan, cennetin zorluklarla çevrildiğini ve cehennemin de lezzet ve şehvetlerle kuşatılmış olduğunu bilip idrak eden kimseye rahmetini yağdırsın!
Ey Hişam, Allah kıyamet günü, kendisini halkın haysiyetini çiğnemekten alıkoyan kimsenin hatalarından geçer. Kim halka karşı gazabının önünü alırsa, Allah da kıyamet günü ona karşı gazabının önünü alır.
Ey Hişam, akıllı kimse, isteğine uygun olsa bile yalan söylemez.
Ey Hişam, Resulullah’ın kılıcının kabzasında şöyle yazılmıştı: Allah katında, insanların en çok haddi aşıp isyan edeni, (kısasta) vurandan başkasını vuran ve katilden başkasını öldüren kimsedir.[23]
Kim gerçek velileri bırakıp da başkalarını kendisine veli edi-nirse Allah’ın, Muhammed peygamberine indirdiği şeye kâfir olmuştur.
Kim dinde bid’at çıkarır veya bid’at çıkaranı barındırırsa, Allah-u Teala kıyamet günü onu affetmeyeceği gibi hiçbir fidye ve karşılık da ondan kabul etmez.
Ey Hişam, kulu Allah’a yaklaştıracak en güzel vesile Allah’ı tanıdıktan sonra namaz kılmak, anne ve babaya iyilik etmek, haset, bencillik ve övünmeyi terketmektir.
Ey Hişam, karşında bulunan günlerini ıslah et (düzeltmeye çalış); o günlerin nasıl olacağına bak ve onlar için cevap hazırla. Şüphesiz sen durdurulup sorguya çekileceksin.
Zamandan ve ehlinden öğüt al. Çünkü zaman hem kısadır, hem de uzun. Rağbetinin çoğalması için amelinin karşılığını görürcesine çalış; Allah’ı tanı. Zamanın ve hallerin değişkenliği hakkında düşün. Dünyanın geleceği geçmişine benzer; öyleyse ondan ibret al.
Ali ibn-i Hüseyin(İmam Zeyn-ul Abidin) aleyhi’s-selam şöyle buyurmuştur:
"Yeryüzünün, doğusunda ve batısında, denizinde ve karasında, ovasında ve dağında bulunan güneş ışığının ulaştığı şeylerin hepsinin, evliyaullah’ın (Allah’ın hakiki dostlarının) yanındaki değeri, öğleden sonra oluşan ve çabuk kaybolup giden gölgeye benzer."
Daha sonra şöyle buyurdu:
"Bu kalıntıyı (dünyayı) ehline bırakacak hür bir kişi yok mudur? Canınızın değeri ancak cennettir; öyleyse onu başka bir şeye satmayın. Kim Allah’ın nimetlerinden sadece dünyaya razı olursa değersiz bir şeye razı olmuştur."
Ey Hişam, bütün insanlar yıldızları görür; ama yıldızların rotası ve dönüş yerlerini bilenden başkası onlara bakıp kendi yolunu bulamaz. Böylece sizler de hikmet öğreniyorsunuz, ama onunla amel edenlerden başkası hidayete erişemez.
Ey Hişam, Hz. Mesih aleyhi’s-selam, havarilerine şöyle buyurdu:
"Ey kötülüğe meyleden kullar, hurma ağacının yüksekliğinden korkuyorsunuz, dikenlerini ve çıkma zorluğunu düşünüyor, onun tatlı meyvasını ve faydalı olan kısımlarını unutuyorsunuz. Böylece siz ahiret için amel etmenin de zorluğunu düşünüyorsunuz, bundan dolayı ahiret yolu size uzak ve uzun geliyor, ahirette ulaşacağınız nimetleri, güzellikleri ve ahiret meyvalarını unutuyorsunuz. Ey kötü kullar, buğdayın tadına varmak ve lezzetli hale getirmek için onu temizleyin ve onu yumuşatın; imanın da tadına varmanız ve meyvesinden yararlanmanız için onu halis ve kâmil hale getirin. Şu söylediğim bir gerçektir ki, eğer karanlık bir gecede katran yağı ile yanan bir çıra bulsanız onun kötü kokusu, ışığından yararlanmanızı engellemez. Böylece hikmeti de kimde bulursanız onu alın, o adamın ona rağbetsiz olması size engel olmamalıdır.
Ey dünya kulları! hak olarak diyorum ki:
Ahiret şerefine ancak sevdiğiniz şeyleri terketmekle nail olabilirsiniz. Tövbe etmek için yarını beklemeyin. Çünkü yarından önce bir gece ve gündüz vardır; Allah’ın kaza ve kaderi her gece ve gündüz caridir. Şu söylediğim bir gerçektir ki: Borçlu olmayan, borçlu olandan -borcunu iyi bir şekilde ödeyebilse dahi- daha huzurlu ve kaygısızdır. Bunun gibi günah işlemeyen kimse de günah işleyenden, her ne kadar halis tövbe edip Allah’a dönse dahi daha çok huzurludur. Küçük günahlar Şeytan’ın tuzaklarındandır. Şeytan, günahlarınızın toplanması ve ardından sizi kuşatması için onları gözünüzde küçük ve basit gösterir.
Şu gerçeği bilmelisiniz ki:
İnsanlar hikmet hususunda iki kısımdır: Biri onu diliyle iyice açıklar ve ameliyle de tasdik eder; diğeri ise diliyle onu iyice ortaya koyarken kötü ameliyle onu zayi eder. Bu iki grup arasında ne kadar da fark vardır. İlmiyle amel edenlere ne mutlu. İlimleri dillerinden öteye geçmeyenlere de yazıklar olsun!
Ey kötülüğe meyleden kullar! Rabbinizin camilerini, beden ve alınlarınızın zindanı edin; kalplerinizi takva evi kılın; onları şehvetler yuvası kılmayın. Musibete karşı çok sabırsızlık göstere-niniz, dünyayı çok seveninizdir. Musibete karşı sabırlı olanınız, dünyada zahit olanınızdır.
Ey kötülüğe meyleden kullar! Çalıp kaçan karga, hilekâr tilki, hıyanetkâr kurt ve saldırgan arslana benzemeyin, onların ava yaptığı hareketi sizler de insanlara yapmayın; bir grubu avlayıp, bir gruba hile yapıp ve diğer bir gruba da hıyanet etmeyin.
Bedenin görünürde sağlam, içte ise bozuk olmasının, bedene hiçbir yararı olmadığı gibi, kalpleriniz de bozuk olduğunda, bedenlerinizin sağlığının bir yararı olmaz. Kalpleriniz kirli olduğu halde, derilerinizi temizlemeniz ne yarar sağlar? Güzel ve yumuşak unu dışarı çıkarıp kepeği (içerisinde) tutan elek gibi olmayın; siz de hikmeti ağzınızdan dışarı çıkarıyorsunuz ama, kin gönüllerinizde kalıyor.
Ey dünya kulları, sizin misaliniz, kendisini yakıp halkı aydınlatan çıraya benziyor!
Ey İsrailoğulları, diz üstü çöküp yürümeye mecbur olsanız bile, alimlerin meclisini doldurun. Allah-u Teala, iri taneli yağmurla, ölü (kurak) toprakları dirilttiği gibi, ölü kalpleri de hikmet nuru ile diriltir."
Ey Hişam, İncil’de şöyle yazılmıştır:
"Birbirlerine acıyanlara ne mutlu; onlar kıyamet günü rahmete uğrayacak olanlardır. Halk arasında arabuluculuk yapanlara ne mutlu; onlar kıyamet günü Allah’a yakın olan kimselerdir. Kalpleri temiz olanlara ne mutlu; onlar kıyamet günü muttaki olan kimselerdir. Dünyada tevazu edenlere ne mutlu; onlar kıyamet günü sultanlık kürsüsüne çıkan kimselerdir."
Ey Hişam, az konuşmak büyük bir hikmettir. Öyleyse susun (az konuşun) Çünkü susmak, huzurdur; suçun azalmasına ve günahın hafiflemesine sebep olur.
Kapısı sabır olan hilim ve olgunluk (kalesinin) kapısını sağlamlaştırın. Allah-u Teala, sürekli sebepsiz yere gülen ve gayesiz yürüyen kimseyi sevmez.
Yöneticinin bir çoban gibi olması gerekir; halkından gaflet etmemeli ve onlara yücelik taslamamalıdır.
Açıkta halktan hayâ ettiğiniz gibi gizlide de Allah’tan hayâ edin.
Biliniz ki, hikmetli söz mü’minin yitik malıdır.
İlim elden çıkmadan onu elde edin; ilmin elden çıkması, alimin aranızdan kaybolmasıdır (ölmesidir).
Ey Hişam, bilmediğin ilmi öğren ve öğrendiğin ilmi de cahile öğret. Alime ilmi için saygı göster ve onunla çekişmekten sakın. Cahili cehaleti için küçük gör; fakat onu kendinden kovma; onu kendine yaklaştır (bilmediği şeyleri) ona öğret.
Ey Hişam, şükründen aciz kaldığın her nimet, hesabından sorulacağın günah gibidir.
Emir-ül Mü’minin Ali aleyhi’s-selam şöyle buyurmuştur:
"Allah’ın bazı kulları vardır ki Allah korkusu kalplerini kırmış; fasih ve akıllı olmalarına rağmen onları susturmuştur. Temiz amelleri ile Allah’a doğru koşarlar. Allah karşısında amellerini, ne kadar da çok olsa görmezler. İyi olmalarına rağmen kendilerini kötü görürler. İşte bunlar gerçek akıllı ve iyi insanlardır.
Ey Hişam, hayâ imandan kaynaklanır; iman da cennettendir. Çirkin söz ise haksızlıktan kaynaklanır, haksızlık ise cehennemdendir.
Ey Hişam, konuşmacılar üç kısımdır: Kâr eden, salim kalan ve helak olan. Kâr eden, Allah’ı zikir eden kimsedir; salim kalan, susan kimsedir; helak olan da batıla dalan kimsedir. Allah-u Teala çirkin söz söyleyen, kötü dilli olan, söylediğine ve söylenilenlere itina etmeyen hayâsız kimselere cenneti haram kılmıştır.
Ebuzer (r.a) şöyle diyor:
"Ey ilim isteyen (insan), bu dil hayır ve şerrin anahtarıdır; altın ve gümüşünü mühürlediğin gibi ağzını da mühürle.
Ey Hişam, iki yüzlü ve iki dilli olan kul ne de kötü kuldur. Kardeşinin huzurunda onu över, gıyabında (gıybetini ederek) etini yer; kardeşine bir nimet verildiğinde kıskanır, sıkıntıya düştüğünde de onu yalnız bırakır.
Sevabı bütün hayırlardan daha çabuk ulaşan şey ihsandır. Cezası bütün günahlardan daha çabuk oluşan şey de zulümdür.
Kulların en kötüsü, kötü dilli olduğundan dolayı kendisiyle birlikte oturulması sevilmeyen kimsedir. Acaba halkı yüz üstü cehennem ateşine atan, dilin ürünlerinden başka bir şey midir? Saçma sözleri terketmek, kişinin dininin güzel olduğunu gösterir.
Ey Hişam, korku ve ümit içerisinde olmayan, mü’min değildir. Korktuğu ve ümit ettiği şey için çalışmayan da korku ve ümit içerisinde değildir.
Ey Hişam, Allah-u Teala buyurmuştur ki:
"İzzetime, celalime, azametime, nuruma ve makamımın yüceliğine andolsun ki, isteğimi kendi isteğine tercih eden her kulun gönlünü ihtiyaçsız (tok) kılarım, gayretini ahireti için sarfettiririm, işinde başarılı yaparım, gökleri ve yeri rızkına kefil kılarım ve her tacirle ticaretinde onu muvaffak ederim.’’
Ey Hişam, gazap şerrin anahtarıdır. İman yönünden, müminlerin en kâmil olanı ahlakı en güzel olandır.
Halkla muaşeretinde ilişki kurduğun herkesten, iyilik bakımın-dan daha üstün olmaya çalış.
Ey Hişam, daima yumuşak davran. Çünkü yumuşaklık, uğur getirir; sertlik ise uğursuzluğa yol açar. Yumuşaklık, ihsan ve güzel ahlak, beldeleri imar eder ve rızkı da çoğaltır.
Ey Hişam, Allah’ın: "İyiliğin karşılığı, iyilikten başka bir şey olabilir mi?[24] emri, bütün mü’min, kâfir, iyi ve kötü insan hakkında geçerlidir. Kendisine iyilik yapılan kimse, onu telafi etmelidir; (şunu da bil ki) daha üstün bir iyilik yapmaz da yalnız aynı iyilikle karşılık verirsen, bu onu telafi etmek sayılmaz; onun yaptığı iyiliğin aynısını yaptığında üstünlük, ilk iyilik yapanındır.
Ey Hişam, dünya dış yüzü yumuşak olan, ama içinde öldürücü zehir bulunan bir yılana benzer; akıllı kişi ondan çekinir, çocuk ise ona doğru elini uzatır.
Ey Hişam, Allah’ın itaatına sabret! Allah’a karşı isyan etmekten sakın! Dünya kısa bir süreden ibarettir; geçen kısmının ne sevincini hissedebilirsin ve ne de üzüntüsünü; geleceğin de nasıl olacağını bilmiyorsun. Öyleyse içerisinde bulunduğun bu süreye de hoşnutlukla sabret (ta ki ondan faydalanmış olasın).
Ey Hişam, dünya deniz suyuna benzer; susayan ondan her ne kadar içerse içenin susamışlığını daha da arttırır ve nihayet onu öldürür.
Ey Hişam, tekebbür etmekten sakın. (Zira) kimin kalbinde, bir zerre miktarınca kibir olursa cennete giremez. Büyüklük Allahın ridasıdır; kim Allah’ın ridası hususunda O’nunla çekişirse Allah onu yüzü üstü cehenneme atar.
Ey Hişam, her gün kendisini hesaba çekmeyen kimse bizden değildir. İyi iş yaparsa onu çoğaltmalı; kötü iş yapmış olursa da Allah’tan af dilemeli ve tövbe edip Allah’a yönelmelidir.
Ey Hişam, dünya, mavi gözlü bir kadın şeklinde Hz. İsa’ya göründü. Hz. İsa ona: (Şimdiye kadar) "Kaç kişiyle evlendin?" diye sordu. Dünya : "Çok kişilerle evlendim" dedi. Hz. İsa: "Hepsi seni boşadılar mı?" dedi. Dünya: "Hayır, hepsini öldürdüm" dedi. (Bunun üzerine) Hz. İsa: "Öyleyse geri kalan kocalarına yazıklar olsun; onlar nasıl da geçmişlerden ibret almıyorlar?" diye buyurdu.
Ey Hişam, bedenin aydınlanması göze bağlıdır. Göz aydın olursa bedenin hepsi aydın olur. Ruhun aydınlanması da akla bağlıdır; kul akıllı olursa Rabbini tanır ve Rabbini tanıdığında da dinini öğrenir; Rabbini tanımazsa dini de kalmaz. Bedenin ancak ruh ile ayakta kalması gibi din de ancak halis niyetle kalıcı olur. Halis niyet de ancak akıl ışığıyla sebat bulur.
Ey Hişam, zıraat yumuşak yerde yapılır; kayanın üzerinde değil. Hikmet de mütevazi kalpte yerleşir ve hayatını sürdürür; mütekebbir kalpte değil. Allah-u Teala, tevazuyu aklın vesilesi kıldığı gibi tekebbürü de cehaletin vesilesi kılmıştır. Başını dik tutup tavana vuranın, başının yarıldığını ve başını aşağıya dikenin ise tavanın gölgesinden yararlandığını bilmiyor musun? Allah-u Teala da, tevazu etmeyeni alçaltır, tevazu edeni ise yüceltir.
Ey Hişam, zenginlikten sonra fakirlik, ibadetten sonra günah ne de kötüdür; bundan daha kötü de abid bir kulun, ibadetini ter-ketmesidir.
Ey Hişam, yaşantı ancak iki kişi için hayırlıdır: "Dinleyip anlayana ve konuşan alime."
Ey Hişam, kulların arasında akıldan daha üstün bir şey taksim edilmemiştir (Allah-u Teala akıldan daha üstün bir şey kullara vermemiştir). Akıllının uykusu, cahilin (ibadetle meşgul olarak) gece uyumamasından daha üstündür.
Allah, bütün peygamberleri akıl ile, hatta onların akılları, bütün mütefekkirlerin (fikri) çabasından daha üstün olacak şekilde göndermiştir (başkaları, tüm çabalarına rağmen onların aklına ulaşamamışlardır). Hiçbir kul, akletmedikçe, Allah’ın farzlarından hiçbirini edâ edemez.
Ey Hişam, mü’mini suskun, gördüğünüzde ona yaklaşın. Çünkü o hikmetli söz söyler. Mü’min az konuşur, çok amel eder. Munafık da çok konuşur, az amel eder.
Ey Hişam, Allah-u Teala Hz. Davud’a şöyle vahyetti:
"Ey Davud, kullarıma de ki, benimle kendi aralarında dünyaya aldanmış bir alimi vasıta kılmasınlar. Çünkü o alim onları, beni anmak, beni sevmek ve bana niyazda bulunmaktan alıkoyar. Bu çeşit alimler, kullarımın yolunu kesen yol kesicilerdir. Onların en küçük cezası, bana münacaatta bulunma tadını ve sevgisini kalplerinden çıkarmamdır."
Ey Hişam, kim büyüklenirse göklerin ve yerin melekleri ona lanet eder. Kim kardeşlerine kibirlenir, onlara üstünlük taslarsa Allah’a karşı gelmiştir; kendisinde olmayan bir üstünlüğü iddia eden ise çabasını, hidayetine sebep olmayan bir şey uğruna sarfetmiştir.
Ey Hişam, Allah-u Teala, Davud aleyhi’s-selâm’a şöyle vahyetti:
"Ey Davud, ashabını şehvet sevgisinden sakındır ve (bunun akıbetinden) korkut. Şüphesiz gönülleri dünya şehvetlerine bağlı olanların kalpleri benden uzaktır."
Ey Hişam, dostlarıma karşı kibirlenmekten ve onlara ilmin ile övünmekten sakın. Zira böyle yaparsan Allah sana gazap eder. Allah’ın gazabından sonra da artık ne dünyanın sana faydası olur ve ne de ahiretinin. Dünya hayatında, oturduğu ev kendisine ait olmayan ve her an için göç etmeyi bekleyen kimse gibi ol.
Ey Hişam, din ehli ile birlikte oturmak, dünya ve ahiret şerefidir. Hayır sever akıllı kimse ile istişare etmek, uğurluluk, bereket, olgunluk ve ilahi bir başarıdır. Hayır sever akıllı, sana nasihat ettiğinde sakın muhalefet etme. Çünkü bu tavır helak olmana sebep olur.
Ey Hişam, herkesle oturup kalkmak ve onlara ısınıp dostluk kurmaktan sakın; emin birisini bulursan onunla dostluk kur ve yırtıcı hayvanlardan kaçtığın gibi (emin olmayan) diğer kimselerden kaç.
Akıllı adam, sevilmeyecek bir iş yaptığında Allah’tan utanmalı ve Allah ona bazı nimetler tahsis ettiğinde de başkalarını onda ortak kılmalıdır. İki iş karşına çıkar da hangisinin daha hayırlı ve daha doğru olduğunu bilmezsen, onlardan hangisinin heva ve hevesine daha yakın olduğuna bak ve ona muhalefet et; çünkü doğru işlerin çoğu, heva ve hevese muhalif olan şeylerdir. Hikmeti elde edip onu cahillerin eline vermekten sakın.
Hişam; İmam aleyhi’s-selâm’a: "Eğer hikmeti talep eden, fakat söylenen sözleri kavramaya akıl gücü yetmeyen birisine rastlarsam ne yapayım?" diye sorunca, İmam şöyle buyurdular:
Şefkatle nasihatta bulun; buna da kalbi sıkılırsa o zaman kendini fitneye maruz kılma. Mütekebbirlerin reddinden (inkârından) kork. Çünkü ilim, uykuda olanlara açıklanırsa değersiz olur.
"Soru sormasını bilen birini bulamadığımda ne yapayım?" diye arzettiğimde de İmam şöyle buyurdular: Konuşmak ve sözlerinin reddolunması belasından kurtulman için soru soramamalarını ganimet bil. (Yani anlama ve idrak kabiliyeti olmayan birisine hikmetli sözü söyleyip bir şey anlatmak üzerinde ısrar etme).
Bil ki Allah mütevazileri, tevazuları miktarınca değil, kendi kerem ve cömertliğine yaraşırcasına yüceltir; ve korkanlara, kor-kuları miktarınca değil, kendi kerem ve ihsanınca güvenlik bah-şeder. Hüzünlüleri de hüzünleri miktarınca değil, rahmet ve şefka-tine yaraşırcasına huzura kavuşturur.
Rauf ve Rahim olan Allah, dostlarına eziyet eden kimselerden bile şefkat ve dostluğunu esirgemiyor. Öyleyse O’nun yolunda eziyete maruz kalanlara nasıl davranacağını bir düşün! Yine Allah’la düşmanlık eden kimsenin tövbesini kabul eden Tevvab ve Rahim olan Allah’ın, O’nun rızasını kazanmak için çalışan ve O’nun yolunda halkın düşmanlığına maruz kalan kimseye ne yapacağını düşün!
Ey Hişam, kim dünyayı severse ahiret korkusu kalbinden çıkar. Bir kula ilim verilir de dünya sevgisi kalbinde artarsa, Allah’tan uzaklaşması arttığı gibi Allah’ın gazabı da ona çoğalır.
Ey Hişam, akıllı, gücünün dışında olan şeyi terkeden kimsedir. Doğru işlerin çoğu, nefsi isteklerin aksine olanlardır. Uzun arzulu kimsenin ameli kötü olur.
Ey Hişam, ecelin gelişini görseydin artık uzun arzulara kapılmazdın!
Ey Hişam, ihtirasdan sakın. Halkın elindeki şeylere göz dikme. Halktan bir şey ummak fikrini kalbinde öldür. Çünkü başkasına göz dikmek zilletin anahtarıdır ve bu tutum aklı yok eder, yiğitliği çürütür, şerefi lekeler ve ilmi giderir.
Allah’a sığınmayı ve O’na tevekkül etmeyi unutma. İsteklerinden alıkoymak için nefsinle cihad et. Nefsine karşı cihad etmek düşmana karşı cihad etmek gibi sana farzdır.
Hişam diyor ki: İmam aleyhi’s-selâm’a: "Hangi düşmanla savaşmak daha farzdır?" diye arzettiğimde şöyle buyurdular:
Sana daha yakın, daha şiddetli, daha zararlı, düşmanlığı daha büyük, yakın olmasıyla birlikte daha gizli olan ve düşmanları senin aleyhine tahrik eden kimseyle; yani kalplerde vesvese etmekle görevli olan şeytanla savaşmak daha farzdır.
Senin şeytana karşı düşmanlığın daha şiddetli olmalıdır; o, seni helak etmek için senden daha dirençli olmamalıdır. Çünkü şeytan güçlü olmasıyla birlikte senden daha zayıftır; şerli olmasıyla birlikte zararı senden daha azdır. Sen Allah’a sığınırsan doğru yolu bulmuş olursun.
Ey Hişam, Allah kime üç şeyi ikram ederse, ona lütfetmiştir: "Heva ve hevesinin hakkından gelecek akıl, cehaletini yenecek ilim, fakirlik korkusuna yetecek zenginlik.
Ey Hişam, bu dünyadan ve bu dünya ehlinden kork. İnsanlar dünyada dört kısımdır: Heva ve hevesine uyan kararsız kişi; ilmi arttıkça kibri artan, ilmi ve okumasını kendisinden aşağıdakilere bir üstünlük ve imtiyaz vesilesi kılan kimse; ibadetleri kendisinden az olanları tahkir eden ve (başkaları tarafından) saygı görmek isteyen cahil abid; hak yolunu tanıyan, o yolda kıyam etmek isteyen (fakat çeşitli nedenlerden dolayı) aciz veya mağlub olan, ilmiyle amel etmeye (halk arasında onu uygulamaya) gücü yetmeyen ve bu durumla da daima mahzun ve kederli olan basiret sahibi alim; işte bu, zamanının en faziletli ve üstün kişisidir.
Ey Hişam, hidayet ehlinden olman için aklı ve aklın askerlerini, cehaleti ve askerlerini tanı!
Hişam diyor ki:
İmam aleyhi’s-selâm’a: "Canım sana feda olsun, öğrettiğiniz şeyden başka bir şey bilmiyoruz." dediğimde, İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdular:
Ey Hişam, Allah-u Teala, ilk ruhani yaratık olan aklı, arşının sağ tarafında kendi nurundan yarattı ve ona geri dön buyurduğunda geri döndü; sonra gel dediğinde de geldi, bunun üzerine Allah Teala buyurdu ki: "Seni yüce bir mahluk olarak yarattım ve seni bütün mahluklara üstün kıldım. Daha sonra cehaleti karanlık ve acı bir denizden yarattı. Cehalete geri dön dediğinde geri döndü, (fakat) gel dediğinde gelmedi,
Allah-u Teala ona: "Tekebbür ettin" buyurdu ve onu lanetledi. Daha sonra akıl için 75 asker tayin etti. Cehalet de, Allah’ın akıl hakkındaki keramet ve bağışını görünce, ona karşı kin beslemeye başladı ve şöyle dedi: "Ey Rabbim o da benim gibi bir mahluktur, onu yarattın, ona ikramda bulundun ve onu güçlendirdin, ben ise onun zıddıyım, ona karşı bir gücüm yoktur; bana da, ona bağış-ladığın asker miktarınca asker ver. Allah-u Teala buyurdu ki: "Evet, (isteğini kabul ettim ama) eğer bundan sonra bana karşı isyan edersen seni ve senin askerlerini kendi katımdan ve rahmetimden kovarım; cehalet de: "Kabul ettim" dedi. Bunun üzerine Allah-u Teala ona da yetmişbeş asker verdi. Allah’ın akla bağışladığı yetmişbeş askerden biri olan hayır, aklın yardımcısıdır. Allah, şerri de hayıra zıt olarak yarattı, o da cehaletin yardımcısıdır.

AKIL VE CEHALETİN ASKERLERİ

İman= Küfür
Tasdik= Tekzip(yalanlamak)
İhlas= Nifak
Ümit= Ümitsizlik
Adalet= Zulüm
Rıza= Öfke (hoşnutsuzluk)
Şükür= Nankörlük
Ye’s[25]= Tamah
Tevekkül= İhtiras
Şefkat= Katılık
İlim= Cehalet
İffet= Rezalet
Züht= Rağbet
Yumuşaklık= Ahmaklık
Korku[26]= Cür’et[27]
Tevazu= Kibir
Ağırbaşlılık= Acelecilik
Hilim= Sefahet
Susmak= Çok konuşmak
(Hakka)Boyun eğmek= Büyüklenmek
Teslim Olmak= Tekebbür
Afv= Kin
Rahmet= Kasvet
Yakin= Şek
Sabır= Sabırsızlık
Bağışlamak= İntikam
Zenginlik= Fakirlik
Tefekkür= Gaflet
Ezberlemek= Unutmak
Sıla-i rahim[28]= Kat’i rahim[29]
Kanaat= Açgözlülük
Eşitlik= Esirgemek
Dostluk= Düşmanlık
Vefa= Hıyanet
İtaat= Masiyet
Huzu= Ululanmak
Selamet= Bela
Anlamak= Geri kafalı olmak
İrfan= İnkâr
Mudaraa etmek= Titiz olmak
Dürüstlük= Hilekârlık
Kitman[30]= İfşa
Anne ve babaya iyilik= Anne babaya asilik
Hakkı eda etmek= Hakkı geciktirmek
Maruf (iyilik)= Münker (kötülük)
Takıyye etmek= Yaymak
İnsaf= Zulüm
Sakınmak= Haset
Temizlik= Kirlilik
Hayâ= Hayâsızlık
İtidal= Aşırılık
Rahatlık= Zorluk
Kolaylık= Çetinlik
Afiyet= Musibet
İtidal= Tekasür[31]
Hikmet= Heva hevese uymak
Vakar= Hafiflik
Saadet= Şakavet
Tövbe= Günahta ısrar
Muhafaza= Gevşeklik
Dua= İstinkaf[32]
Çaba= Tembellik
Sevinç= Üzüntü
Ülfet= Ayrılık
Cömertlik= Cimrilik
Huşu= Bencillik
Söz saklamak= Söz taşımak
Mağfiret dilemek= Gurur
Zekilik= Ahmaklık

Ey Hişam, bu hasletler (aklın askerleri) ancak peygamber, vasi veya Allah’ın, kalbini iman için imtihan ettiği mü’minde bir arada bulunur. Ama diğer mü’minler de akılları kâmil oluncaya ve cehalet askerlerinden kurtuluncaya dek akıl askerlerinden ancak bazılarına sahip olurlar. Cehalet askerlerinden kurtulduklarında peygamber ve vasilerle birlikte en yüce derecede olurlar. Allah bizi ve sizi kendi itaatına muvaffak eylesin.
_________________
[1]- Zümer/18.
[2]- Bakara/163-164.
[3]- Nahl/12.
[4]- Zuhruf/1,2,3.
[5]- Rum/24.
[6]- En’âm/32.
[7]- Kasas/60.
[8]- Saffat/136-138.
[9]- Ankebut, 43.
[10]- Bakara/171.
[11]- Enfal/22.
[12]- Lokman/25.
[13]- En’âm/116.
[14]- En’âm/37.
[15]- Sebe/13.
[16]- Sâd/23.
[17]- Hud/40.
[18]- Bakara/269.
[19]- Kâf/37.
[20]- Lokman/12.
[21]- Âl-i İmran/8.
[22]- Zümer/8.
[23]- Cahiliye döneminde, kısas olarak katilin mensup olduğu kabileden herhangi birini öldürüyorlardı. İslam, “bir kimse diğerinin suçuyla suçlanamaz” ilkesini getirerek bu cahiliye âdetini ortadan kaldırmıştır.
[24]- Rahman/60.
[25]- Halkın elindekine göz dikmemek.
[26]- Allah’tan korkmak.
[27]- Allah’tan korkmamak.
[28]- Akrabalarla iyi ilişki kurmak.
[29]- Akrabalarla ilişkiyi kesmek.
[30]- Gizlemek.
[31]- Mal ve makamla diğerlerine büyüklük taslamak.
[32]- Dua etmemek.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Hikmetli Sözlerinden Bazıları

Nafile namazlar, her mü’minin Allah’a yaklaşma vesilesidir. Hac, her güçsüzün cihadıdır. Her şeyin bir zekâtı vardır, bedenin zekâtı da müstehap oruçlardır.
Allah’ı tanıdıktan sonra, en büyük ibadet kurtuluşu (İmam Mehdi’nin zuhurunu) beklemektir.
Allah’a hamd-u sena etmeden ve peygambere salat göndermeden önce dua eden kimse, kirişsiz kemanla ok atan kişiye benzer.
Allah’ın vereceği mükâfata yakini olan, cömertçe bağışta bulunur.
Mutedil davranan, muhtaç olmaz.
Tedbir, maişetin yarısıdır.
İnsanlara kendini sevdirmek aklın yarısıdır.
Çok gam, ihtiyarlık getirir.
Acelecilik, cehaletin ta kendisidir.
Aile azlığı, iki kolaylıktan biridir.[1]
Anne ve babasını üzen, onlara asilik etmiştir.
Kim musibette, elini dizine veya elini eline vurursa mükâfattan mahrum kalır. Musibetin sevabı, ancak musibet sahibinin sabretmesine ve musibet vakti, "inna lillah ve inna ileyhi raciun" (biz Allah’tanız ve O’na döneceğiz) demesine bağlıdır.
İhsan, ancak dindar ve şerefli kimse için yapılırsa ihsan sayılır.
Allah, ihtiyaç miktarınca yardım eder ve musibet miktarınca da sabır verir.
Kim ifrat ve tefritten sakınır ve kanaat ederse nimeti baki kalır. Kim de savurgan olur ve israf ederse nimeti yok olur.
Emaneti eda etmek ve doğruluk, rızık getirir.
Hıyanet ve yalan, fakirlik ve nifak doğrur.
Allah bir karıncayı, belaya mübtela etmek isterse ona iki kanat verir, o da uçar, kuşlara yem olur.
İhsan ancak üç şartla kâmil olur: Küçük saymak, gizlemek ve acele etmek. İyiliğini küçük sayan, kardeşini büyütmüştür; onu büyük sayan da kardeşini küçültmüştür. Kim yaptığı ihsanı gizlerse, işi değer kazanır. Kim sözünü verdiği şeyi yerine getirmekte acele ederse, verdiği şey daha da hoş olur.
_________________
[1]- Diğer kolaylık ise, kişinin zengin olmasıdır.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

Harun Reşid İle Yaptığı Uzun Konuşmasından Bir Bölüm

Harun kendisine ulaşan birtakım yalan sözler üzerine İmam Musa ibn-i Cafer aleyhi’s-selam’ın tutuklanmasını emretti. İmam aleyhi’s-selam, Harun’un meclisine girdiğinde Harun, İmam’ın taraftarlarının yakışmaz eylemlerle suçlandığı uzun bir şikayetnameyi İmam aleyhi’s-selam’a verdi. İmam aleyhi’s-selam onu gözden geçirdikten sonra şöyle buyurdu:
Ey Emir-el Mü’minin,[1] biz daima aleyhimize isnat edilen iftiralarla denenip sınanan bir aileyiz. Rabbimiz bağışlayan ve (sırları) örtendir. Kullarının sırlarını, hesap vaktine kadar açmak istememiştir; o gün ne mal ve ne de çocuklar bir fayda sağlayacaktır; ancak Allah’a salim bir kalple gelenler hariç.
Daha sonra İmam aleyhi’s-selam şöyle buyurdu:
Babam babasından, o da Ali aleyhi’s-selam’dan, o da Peygamber salla’llâahu aleyhi ve alih’den şöyle naklediyor: "Akraba akrabayla buluşup musafaha ettiklerinde önce ıztırap meydana gelir. Sonra bu ıztırap yatışır. Eğer Halife uygun görüyorsa benimle görüşüp musafaha etsin.
Harun tahtından aşağı inip sağ elini İmam’a uzatarak İmam’ın sağ elinden tuttu, sonra İmam’a sarıldı ve sağ tarafında oturtup şöyle dedi:
“Şehadet ediyorum ki siz doğru konuşansınız, babanız doğru konuşandır, dedeniz doğru konuşandır ve Resulullah salla’llâahu aleyhi ve alih de doğru konuşandır. İçeriye girdiğinizde hakkınızda ulaşan haberlerden dolayı size çok sinirlenmiştim. Fakat konuştuğunuzda ve el verdiğinizde artık her şey kalbimden silindi ve size karşı olan öfkemin yerini hoşnutluk aldı."
Harun bir müddet sustuktan sonra şöyle dedi: "Abbas ve Ali hakkında soru sormak istiyorum.
Abbas, Resulullah’ın amcası ve babasının öz kardeşi olmasına rağmen neden Ali, Peygamber’in mirasına ondan daha evla oldu?"
İmam aleyhi’s-selam, Harun’a:
"Beni cevap vermekten muaf kıl" buyurdu.
Harun: "Vallahi muaf kılmam, cevap ver." dedi.
İmam aleyhi’s-selam: "Eğer beni muaf kılmıyorsan, öyleyse bana güvence ver." buyurdular.
Harun: "Güvence verdim." dedi.
İmam aleyhi’s-selam buyurdu ki:
Peygamber salla’llâahu aleyhi ve alih, hicret etmeye gücü olup da hicret etmeyen kimseyi, mirastan mahrum kılmıştır. Senin baban Abbas iman etti, fakat hicret etmedi. Ama Ali aleyhi’s-selam hem iman etti ve hem de hicret etti... Allah-u Teala (Kur’an’da) buyurmuştur ki: "İman edip de hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlarla hiçbir velayet (ve miras) ilişkiniz yoktur."[2]
Harun’un rengi değişip şöyle dedi:
"Neden siz, babanız Ali’ye intisab edilmiyor da (anne tarafından) ceddiniz olan Resulullah salla’llâahu aleyhi ve alih’e intisab ediliyorsunuz (kendinizi peygamberin evladı biliyorsunuz)?"
İmam Musa Kazım aleyhi’s-selam şöyle buyurdu:
Allah-u Teala, Meryem oğlu İsa Mesih’i, Hz. İbrahim peygambere, insan eli dokunmayan bakire annesi Meryem vasıtasıyla isnat etmiştir. Allah Kur’an’da buyuruyor ki:
Onun (İbrahim’in) soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’u, Musa’yı ve Harun’u doğru yola hidayet ettik ve biz, iyilik edenlere böylece mukafatlandırırız. Ve Zekeriyya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da (hidayet ettik). Onların hepsi salihlerdendir."[3]
Allah-u Teala Hz. İsa’yı, yalnız annesi vasıtası ile Halili İbrahim’e isnat etmiştir. Nitekim Davud, Süleyman, Eyyub, Musa ve Harun aleyhi’s-selam da baba ve anneleri yoluyla Hz. İbrahim’e isnat edilmiştir. Allah-u Teala’nın Hz. İsa’yı, yalnız anne vesilesi ile Hz. İbrahim’e isnat etmesi, Hz. İsa için yüce bir makam ve fazilettir. Allah-u Teala, Hz. Meryem kıssasında da şöyle buyurmuştur: "Melekler, ya Meryem, Allah gerçekten de seni seçti, arıttı ve alemlerdeki kadınlara üstün kıldı."[4]
(Bu üstünlük) başka insan aracılığı olmaksızın Hz. İsa vesile-siyle olmuştur. Böylece Rabbimiz Hz. Fatıma’yı da seçti, onu tertemiz kıldı ve cennet ehlinin gençlerinin efendileri olan Hasan ve Hüseyin vesilesi ile de onu alemlerdeki bütün kadınlardan üstün kıldı.
Harun bu sözlerden rahatsız olup şöyle dedi: “İnsanın humusu sahibine vermemesi sebebiyle annesi veya babası tarafından ona (nütfesine) bir bozukluğun dahil olduğunu nerden çıkarıyorsunuz.?"
İmam aleyhi’s-selam:
"Bu öyle bir meseledir ki senden başka hiçbir sultan bundan sual etmemiştir. Ey Emir-el Mü’minin, ne Teym, ne Adiy (Ebu Bekir ve Ömer) ve ne de Beni Ümeyye halifelerinden hiçbir kimse, bu meseleden suâl etmemiştir; bu sırrın açılmasını benden isteme."
Harun: "Eğer sırrın senin tarafından açıldığını öğrensem, verdiğim güvenceyi geri alırım." dedi.
İmam aleyhi’s-selam da:
"Bunu kabul ediyorum." buyurdu.
Harun:
"Zındıklar (Allah ve ahirete inanmayanlar) İslam’da çoğalmıştır, bize ulaşan haberlere göre onlar sizlere mensuptur; siz Ehl-i Beyt’in nazarına göre "Zındık kimdir?" dedi.
İmam aleyhi’s-selam:
"Zındık Allah’ı ve Resulünü inkar eden yani Allah'a ve Re-sul'üne düşmanlık eden kimselerdir. Allah-u Teala buyuruyor ki:
"Allah’a ve ahiret gününe inanan bir topluluğu Allah ve peygamberine karşı düşmanlık ve muhalefet eden birisini sever bulamazsın ve isterse onlar, babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri, yahut da aşiretlerinden olsun..."[5]
Mülhid de, tevhidden ilhada (dinsizliğe) yönelen kimselerdir."
Harun: "Söyle bakalım, ilk mülhid ve zındık olan kimdir?" dedi.
İmam aleyhi’s-selam:
"Gökte, ilk mülhid ve zındık olan, şeytan-ı laindir; Allah’ın seçkin kulu olan Hz. Adem’e karşı kibirlenip şöyle dedi: "Ben ondan daha hayırlıyım, beni ateşten halkettin, onu ise balçıktan yarattın."[6] Şeytan, Rabbinin emrinden çıkıp mülhid oldu. Ve onun soyu bu ilhadı, kıyamete kadar birbirlerinden miras aldılar."
Harun: "Şeytan’ın soyu da var mıdır?" deyince, İmam aleyhi’s-selam: "Evet vardır." buyurdu. "Allah’ın (şu) kelamını duymamış mısın?
An o zamanı ki biz meleklere, Adem’e secde edin dedik iblisten başka hepsi secde etti; o, cin taifesindendi ve Rabbinin emrinden çıktı. Beni bırakıp da onu ve soyunu, dost mu ediniyorsunuz? Halbuki onlar, size düşmandır; Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinmek, zalimler için ne de kötü bir muameledir. Ne göklerle yerin yaratılışına tanık ettik onları ve ne de kendilerinin yaratılışına; insanları doğru yoldan saptıranları da yardımcı edinmem."[7]
Onlar, Hz. Adem’in soyunu, yaldızlı saçma sözleri ve yalanları ile saptırıyorlar, (bununla birlikte) Allah’ın birliğine de şehadet ediyorlar. Nitekim Allah-u Teala onlar hakkında şöyle buyurmuştur:
"Eğer onlardan, "gökleri ve yeri kim yarattı?" diye soracak olsan elbette "Allah" diyecekler. De ki, bütün hamdlar Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu bilmezler."[8]
Yani onların cevabı, telkin, âdet ve dilde söylemekten başka bir şey değildir. İlmi olmayan bir kimse, şehadet etse de yine şek, hased ve inat içerisindedir. Bunun için araplar şöyle diyor: "Bir şeye cahil olan, ona karşı düşman olur. Bir şeyi aczinden terkeden de onu ayıplar ve onu inkâr eder." Bu onun cahilliğinden kaynaklanır.
(İmam aleyhi’s-selam’ın, Kadı Eb-u Yusuf ile de uzun bir konuşması vardır, fakat kitabın mevzusuna uygun olmadığı için onu nakletmedik.)
Daha sonra Harun şöyle dedi:
"Babalarının hakkı hürmetine, işlerimizin akışı hakkında kapsamlı ve kısa (yani her konuda sorunlarımıza çözüm yolu olabilecek bazı) sözler buyurunuz."
İmam aleyhi’s-selam: "Evet olur." dedi. Kağıt kalem getirdiler ve İmam şöyle yazdı:
"Bismillahirrahmanirrahim.
Dinlerin bütün meseleleri dört kısımdır:
1- İhtilafı olmayan ve ümmetin de zaruretine icma ettiği ve kendisine ihtiyaç duyduğu (kesin ve açık) meseleler.
2- İttifak edilmiş hadisler ki, her şüphenin sunulması gereken mercidir ve her hadisenin hükmü ondan çıkarılır ve bu ise bütün ümmetin ittifak ettiği hususlardandır.
3- Şek ve inkâr edilmesi mümkün olan meseleler ki bunların yolu, ehlinden izah istemektir. Bu çeşit meselelerde görüşünü izhar etmek isteyen, te’vil ve tefsirine ittifak edilmiş Allah’ın kitabından veya hiçbir ihtilafı olmayan sünnetten delil getirmelidir.
4- Akılların, doğruluğunu te’yid ettiği, ümmetin has ve ammesinin de onda hiçbir şekke ve inkâra gitmeyeceği bir kaide.
Bu iki mesele (icmai ve kesin olan meseleler ile şüpheli olan meseleler), tevhid ve tevhitten aşağıdaki meselelerin, sıyrık diyeti ve ondan üstteki meselelerin tümünü içermektedir. Öyleyse karşılaştığın her dini meseleyi, delili senin için sabit olursa kabul et; doğruluğu gizli kalan meseleleri ise reddet. Kim bu üç meseleden (icma edilen mesele, ittifak edilen sünnet ve aklın, doğruluğunu te’yid ettiği kaideden) birini sözünün isbatı için ikame ederse en üstün ve açık bir delil ikame etmiştir. Allah, Teala Peygamber’ine şöyle buyurmuştur: "De ki en üstün ve apaçık delil, Allah’ındır. Eğer o dileseydi elbette hepinizi doğru yola sevk ederdi."[9]
Apaçık bir delil cahile sunulsa alimin, ilmi ile onu anladığı gibi cahil de cehaleti ile onu anlar. (Fıtrata uygun kesin delillerin doğruluğunu herkes bilir ve tasdik eder.) Çünkü Allah adildir; zulüm yapmaz; kullarına bildikleri şeyle kanıt getirir ve onları anladıkları şeye davet eder; bilmedikleri ve anlamadıkları şeye değil."
Bu görüşmeden sonra Harun, İmam’ı mükâfatlandırıp geri gönderdi.
(Bu konuyla ilgili hadis çok uzundur. Fakat biz bu miktarıyla yetindik).
_________________
[1]- Bu tabir, büyük bir ihtimalle ravilerdendir.
[2]- Enfal/72..
[3]- En’am/84-85.
[4]- Âl-i İmran/42.
[5]- Mücadele/22.
[6]- A’râf/12.
[7]- Kehf/50,51.
[8]- Lokman/25.
[9]- Enam/149.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

KISA SÖZLERİ

1- Allah’ı tanıyan kimsenin, Allah’ı rızık vermeyi geciktiren bilmemesi, kaza ve kaderinde de O’nu suçlamaması gerekir.
2- "Yakin nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdular:
"Allah’a tevekkül etmek, O’na teslim olmak, kaza ve kadere rıza göstermek ve işleri Allah’a bırakmaktır."
3- Abdullah ibn-i Yahya şöyle diyor:
Bir mektupta İmam’a: "Allah’ın ilminin nihayeti miktarınca O’na hamd olsun." diye yazdım. İmam aleyhi’s-selam da cevapta bana şöyle yazdılar: "İlminin nihayeti miktarınca deme! Çünkü Allah’ın ilminin (haddi ve) nihayeti yoktur. Fakat rızasının nihayeti miktarınca de!"
4- Bir adam: "Cömert kimdir?" diye sorduğunda, şöyle buyurdular:
"Sorunun iki şıkkı vardır. Eğer sorun mahluk hakkında ise cömert, Allah’ın kendisine farz kıldığı şeyi ödeyen kimsedir. Cimri de Allah’ın farz kıldığı şeyi cimrilik yaparak ödemeyen kimsedir.
Eğer bu sorudan Allah’ı kasdediyorsan Allah bağışta bulunsa da, bulunmasa da, verse de vermese de cömerttir. Çünkü bağışta bulunursa, hakketmediğin bir şeyi bağışlamıştır; bağışta bulunmasa da yine hakketmediğin bir şeyi esirgemiştir."
5-Dostlarından birine şöyle buyurdular:
Ey adam, Allah’tan kork. Helak olmana sebep olsa bile hakkı söyle. Çünkü (gerçekte) kurtuluşun ondadır. Ey adam, Allah’tan kork; kurtulmana sebep olsa bile batılı terket. Çünkü (gerçekte) helakın ondadır!
6- İmam aleyhi’s-selam’ın vekili kendisine: "Vallahi ben size hıyanet etmedim." dediğinde şöyle buyurdular: "Hıyanet etmen de, malı korumaman da benim için aynıdır (Çünkü her halukârda mal senin elinde zayi olmuştur.) Ama hıyanet senin için çok kötüdür."
7- Sakın Allah’a itaat yolunda malını esirgeme. Çünkü onun iki katını Allah’ın masiyetinde (günah yolunda) harcarsın.
8- Mü’min, (iman ve bela açısından) terazinin iki kefesi gibidir; imanı arttıkça belası da çoğalır.
9- Bir kabrin kenarında durup şöyle buyurdular:
Sonu böyle olan bir şeyin (dünya hayatının) evvelinden ona gönül bağlamamak gerekir. Evveli de böyle olan şeyin (ahiretin) sonundan korkmak gerekir.
10- Kim Allah’ın künhü hakkında konuşursa helak olur. Kim riyaset talep ederse helak olur. Kim de bencilliğe kapılırsa helak olur.
11- Dünya ve din için çalışmak zorlaşmıştır; dünyaya gelince elini ona uzatmadan, senden önce bir facirin ona sahiplendiğini görürsün. Ahiret azığına gelince de onu elde etmek için sana yardım edecek bir yardımcı bulamazsın.
12- Dört şey vesveseden (nefs ve şeytanın meydana getirdiği ruhî ıztıraptan) kaynaklanır: "Toprak yemek, balçığı ufalamak (onunla oynamak) dişlerle tırnağı kesmek ve sakalı ağıza almak."
Üç şey gözü aydınlatır: Yeşilliğe bakmak, akar suya bakmak ve güzel yüze bakmak.
13- Güzel komşuluk, komşuya eziyet etmemek değildir; güzel komşuluk, eziyete tahammül etmektir.
14- Kendinle kardeşin arasındaki saygınlığı yok etme; ondan birazını baki bırak. Çünkü saygınlığın yok olması, hayânın yok olmasıdır.
15- Çocuklarından birisine şöyle buyurdular: "Aziz evlâdım, Allah-u Teala’nın seni nehyettiği masiyette görmesinden ve seni emrettiği itaatte görmemesinden sakın. (Allah’a kulluk etmede) Gayretli ve ciddi ol. Yine de Allah’ın ibadet ve itaatında kendini kusursuz görme. Çünkü Allah’a gerektiği şekilde ibadet etmek mümkün değildir. Şaka yapmaktan sakın. Çünkü şaka, imanın nurunu giderdiği gibi yiğitliğini de hafifletir. Usanmak ve tembellikten sakın. Çünkü bunlar dünya ve ahiret nasibinden seni alıkoyar.
16- Zulümün hakka galip olduğu zamanda hiç kimsenin başka birisine, -onda iyilik görmedikçe- iyi zanda bulunması doğru değildir.
17- Eşin ve küçük çocuk hariç diğer hiçbir kimsenin ağzından öpmek câiz değildir.
18- Zamanınızı dörde ayırmaya çalışın: Bir bölümünü Allah’la münacat etmeye, bir bölümünü geçiminizi sağlamaya, bir bölümünü ayıplarınızı size bildiren kardeşlerinizi ve gönüllerinde size karşı samimiyetleri olan güvenilir insanları ziyaret etmeye ve bir bölümünü de haramlar dışındaki zevklere ki, bu (sonuncu) bölümle, diğer üç bölümü yapmaya kadir olursunuz.
Kendinize fakirliği ve uzun ömrü telkin etmeyin. Çünkü kendisine fakirliği telkin eden cimri olur, uzun ömür telkin eden de ihtiraslı olur.
Yiğitliği lekelemeyecek ve israf da olmayacak miktarda helal şeylerden yararlanmakla dünyadan kendiniz için bir pay ayırın; bunu da dini işleriniz için yardımcı kılın. Çünkü şöyle bir hadis nakledilmiştir: "Kim dünyasını, dini için veya dinini dünyası için terkederse bizden değildir."
19- Allah’ın dininde fakih olun. (Dini iyice anlamaya çalışın.) Çünkü dinde fakih olmak basiretin anahtarıdır, ibadetin kemalidir, din ve dünyanın yüce makam ve derecelerine ulaşmak için de bir vesiledir. Fakihin, abide olan üstünlüğü, güneşin yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Kim din hususunda fakih olmazsa Allah onun, hiçbir amelini, beğenmez.
20- Ali ibn-i Yaktin’e şöyle buyurdular:
Sultanın emrinde çalışmanın sadakası, mü’min kardeşlere yardımda bulunmaktır.
21- İnsanlar, önceden yapmadıkları yeni günahlar icat ettikçe Allah da onlara tanımadıkları yeni belaları musallat eder.
22- Yönetici adil olduğunda, onun (Allah katında) mükâfatı olur; senin de şükretmen gerekir. Yönetici zalim olduğunda da onun günahı olur; senin de sabretmen gerekir.
23- Eb-u Hanife şöyle diyor: "Hz. Cafer Sadık’ın zamanında hacca gittim. Medine’ye varınca İmam Sadık’ın evine gittim. Salonda oturup içeriye giriş iznini bekliyordum.
Bu esnada yeni yürümeye başlıyan bir çocuk dışarı çıktı. Ona: "Ey çocuk, sizin şehrinizde yabancı birisi nerde dışarı çıkabilir?’’ dedim.
Çocuk bana: "Müsaadenizle" dedi. Daha sonra duvara yaslanarak oturdu ve şöyle dedi:
"Nehir kıyılarından, ağaçların meyvasının döküldüğü yerden, camilerin avlusundan ve caddenin ortasından sakın; bir duvarın arkasına saklan, elbiseni yukarı topla, yüzün ve arkan kıbleye doğru olmasın da artık istediğin yere otur."
Çocuğun sözleri beni şaşırttı. “(Bunun üzerine) ismin nedir?" diye sordum.
"Ben, Musa ibn-i Cafer, ibn-i Muhammed, ibn-i Ali, ibn-i Hüseyn, ibn-i Ali, ibn-i Ebi Talib’im" dedi.
Ona: "Ey çocuk, günah kimdendir?" dediğimde de şöyle dedi:
"Günah üç durumdan hariç değildir. Ya Allah’tandır, oysa ki O’ndan değildir. Çünkü yaratıcının, kula yapmadığı bir işten dolayı azap etmesi O’na yakışmaz. Veya hem Allah’tandır, hem de kuldan; oysa ki böyle de değildir. Çünkü güçlü ortağın, güçsüz ortağa zulüm yapması yakışmaz. Ya da kuldandır; doğrusu da budur. Eğer Allah affederse, O’nun kerem ve bağışıyladır. Ama cezalandırırsa, kulun günah ve suçundan dolayıdır."
Ebu Hanife diyor ki: "Artık Hz. Sadık ile görüşmeden geri döndüm ve bununla yetindim.
24- Ebu Ahmed el-Horasani, İmam Kâzım aleyhi’s-selam’a şöyle arzetti: "Küfür mü daha kadimdir, yoksa şirk mi?"
İmam aleyhi’s-selam buyurdular ki: "Senin bu sorularla ne işin vardır? Senin insanlarla tartışman kararlaştırılmamıştı."
"Hişam ibn-i Hakem, bu soruyu sizden sormamı emretti." dedim.
İmam aleyhi’s-selam buyurdular ki:
"Ona de ki: Küfr, şirkten daha kadimdir; ilk kâfir olan, İblis’tir. Nitekim Kur’an şöyle buyuruyor: "(Şeytan) secde etmekten çekindi, tekebbür etti ve kâfirlerden oldu." Küfür bir şeydir; ama şirk, birini (yani Allah’ı) isbat ederek diğerini O’na ortak koşmaktır."
25- İmam aleyhi’s-selam iki kişinin birbirlerine sövdüğünü görünce şöyle buyurdular: "Sövmeyi ilk başlatan daha zalimdir; kendi günahı ve arkadaşının günahı -mazlum olan kendi haddini aşmadıkça- onun üzerinedir."
26- Kıyamet günü bir münadi şöyle nida eder: "Ey insanlar, mükâfatı Allah’a ait olan kimse ayağa kalksın". Başkalarını af ve kendisini ıslah eden kimseden başka hiç kimse ayağa kalkmaz; işte böyle bir kimsenin mükâfatı Allah’a aittir.
27- Güzel ahlaklı cömert, Allah’ın sığınağındadır; Allah onu cennete dahil etmedikçe ondan vazgeçmez. Allah cömert olmayan hiçbir peygamber göndermemiştir. Babam vefat edinceye kadar daima cömert ve güzel ahlaklı olmayı bana tavsiye ediyordu.
28- Sindi ibn-i Şahik[1] İmam aleyhi’s-selam’ın vefat vakti ulaşınca: "Müsaade edin ben sizi (kendi malımdan) kefenliyeyim." dedi. İmam aleyhi’s-selam buyurdular ki:
Biz öyle bir Ehl-i Beyt’iz (öyle bir ailedeniz) ki yaptığımız ilk hac (masrafları), hanımlarımızın mihirleri ve kefenlerimiz en temiz mallarımızdan olmalıdır.
29- İmam Musa Kâzım aleyhi’s-selam Fazl ibn-i Yunus’a şöyle buyurdular: "Hayır ulaştır, hayır söz söyle ve taklitçi olma."
“Taklitçi ne demektir?” dediğinde buyurdular ki:
"Ben bu insanlarlayım ve onlardan biriyim, deme. (Yani müstakil düşünmeye çalış.) Resulullah şöyle buyurmuştur: Ey insanlar, iki yol vardır: Hayır yolu ve şer yolu; şer yolu, senin nazarında hayır yolundan daha sevimli olmamalıdır.
30- Rivayet olunmuştur ki, İmam Kâzım aleyhi’s-selam (bir gün), çirkin ve siyah bir köleyle karşılaştı, ona selam verip yanında oturdu ve bir müddet onunla konuşmaya daldı. Ayağa kalkıp ayrılmak istediğinde ondan, bir ihtiyacı olduğunda kendisine müracaat etmesini istedi.
Bir adam İmam’a: "Ey Resulullah’ın oğlu, siz böyle bir adamın yanında oturup onun ihtiyacını mı soruyorsunuz? Oysa ki o size daha muhtaçtır (yani onun, sizin yanınıza gelmesi gerekir)." dedi.
İmam şöyle buyurdu: "O adam da Allah’ın kullarından bir kuldur, Allah’ın kitabında bir kardeştir, Allah’ın mülkünde bir komşudur, biz onunla, babaların en iyisi olan Hz. Adem ve dinlerin de en üstünü olan İslam dininde ortağız. Zamanın, bir gün de bizi ona muhtaç etmesi ve ona tekebbür ettikten sonra karşısında boyun eğmeyi bize göstermesi mümkündür." Sonra şöyle buyurdu: "Biz, bizimle ilişki kurmaya layık olmayan bir kimseyle, arkadaşsız kalmayalım diye ilişki kurarız.’’
31- Üç şeyin dışında diğerine ağız açmak uygun değildir: "Ödenilmeyecek kan parası, ağır borç, zelil ve perişan olmaya sebep olan ihtiyaç."
32- Güçsüze yardım etmen en iyi sadakadır.
33- Akıllının cahile şaşırmasından daha çok cahil akıllıya şaşırır (ve onun davranışlarına hayret eder).
34- Musibet, sabreden kimseye birdir, sabretmeyen kimseye ise ikidir.
35- Zulmün zorluğunu, (ancak) zulme uğrayan kimse anlar.
_____________
[1]- Harun Reşid’in, Musa ibn-i Cafer aleyhi’s-selam’ı hapiste göz altında tutması için görevlendirdiği şahıstır.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Mesaj gönderen f_altan »

İBRETLİ ÖYKÜLER

1- Fıkhî Muammalar

Yılların birinde Harun Raşit, Ka’be’nin ziyaretine gitti. Tavaf zamanı, halifenin yalnız tavaf etmesi için halkın aradan çıkmasını istediler.
Harun tavaf etmek isterken, bir Arap da gelip onunla tavaf etmeğe başladı. (O adamın bu ameli halifenin onuruna dokundu, kızarak," bu adamı buradan uzaklaştırınız." diye emretti.) Memurlar Arap adama: “Halife tavafını bitirene kadar biraz sabret!" dediler.
Arap adam onların cevabında şöyle dedi: “Allah-u Teala’nın, bu kutsal yerde herkesi eşit bildiğini ve Kur’an-ı Kerim’de: “Mescid’ul-Haram’ı (Ka’be’yi), yerli olsun, dışarıdan gelmiş olsun, onu eşit insanlar için kıldık”[1] diye buyurmuş olduğunu bilmiyor musunuz?
Harun bu sözü Arap’tan duyunca kendi muhafızına: “Onunla bir işin olmasın, onu kendi haline bırak” diye emretti. Sonra “Hacer’ul-Esved”i istilam etmek (ona el sürmek) için ona doğru gitti. Arap adam orada da öncelikle davranıp ondan önce Hacer’ul-Esved’i istilam etti!
Daha sonra Harun, namaz kılmak için Makam-ı İbrahim’e geldi. Yine de Arap adam Harun’dan önce oraya yetişti ve namaz kılmakla meşgul oldu.
Harun namazını bitirir bitirmez, o adamı ihzar etmelerini emretti. Adam Harun’un bu emrini duyunca şöyle dedi: “Benim halifeyle bir işim yoktur, eğer halifenin benimle bir işi varsa, onun kendisi benim yanıma gelsin!”
Harun istemediği halde o adamın karşısına gelip ona selam verdi; Arap adam da selamının cevabını verdi.
Harun, “Burada oturmama izin veriyor musun?”dedi.
Arap, “Burası benim mülküm değildir, biz burada eşitiz, istediğin takdirde oturabilirsin!”dedi.
Harun, (Arap adamın bu şekil konuşmasından rahatsız olarak ona) Senden dini bir mesele sormak istiyorum, doğru cevap vermediğin takdirde sana eziyet edeceğim” dedi.
Arap, “Senin sorun, (bilmediğin bir meseleyi) öğrenmek için mi, yoksa (bu yolla) bana eziyet etmek mi istiyorsun?”dedi.
Harun, “Elbette öğrenmek içindir” dedi.
Arap, “Çok iyi! Ama ayağa kalkman ve öğretmeninden bir soru sormak isteyen bir öğrenci gibi benim karşımda oturman gerekir” dedi.
Harun mecburen kalkıp onun karşısında toprak üstünde oturdu.
Harun, “Söyle bakalım, Allah Teala ne gibi şeyleri sana farz kılmıştır?”dedi.
Arap, “Farzın hangi kısmından soruyorsun? Bir farzdan mı, beş farzdan mı, on yedi farzdan mı, otuz dört farzdan mı, doksan dörtten mi, yüz elli üçten mi, on ikinin birinden mi, kırkta birden mi, iki yüzde beşten mi, ömür boyuca bir defa olandan mı, veya birbirine karşılık olandan mı soruyorsun?” dedi.
Harun, “Ben bir farzdan sordum, ama sen bana bunca sayılar saydın!”dedi.
Arap, “Eğer din, dünyada sayı ve hesap üzere olmasaydı Allah-u Teala kıyamet günü insanlar için bir hesap açmazdı. Sonra şu ayeti okudu:
“Bir hardal tanesi bile olsa onu (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz.”[2]
Bu esnada Arap adam halifeyi ismiyle çağırdı. Harun oldukça öfkelendi, öyle ki kıpkırmızı kesildi. (Çünkü halifenin görüşüne göre herkesin ona Emir’ul-Muminin demesi gerekirdi.) Öfke ve gazap alameti yüzünde belirdiği halde şöyle dedi:
“Dediğin şeyleri açıkla! Açıklayabilirsen serbestsin, aksi takdirde Safa ile Merve arasında boynunun vurulmasını emredeceğim!”
Koruyucu halifeye: “Allah aşkına onu bu kutsal mekânda öldürme” diye rica etti!
Arap adam, koruyucunun bu sözünden dolayı güldü!
Harun- “Niçin güldün?”diye sordu.
Arap, “Sizin ikinizin halinden gülmem tuttu. Çünkü hanginizin daha cahil olduğunu bilmiyorum. Zira eceli yetişmiş olan bir kimsenin mi, yoksa eceli yetişmeyen bir kimseyi öldürmek için acele eden birinin mi affedilmesi isteniyor ?”dedi
Harun, “Velhasıl dediğin şeyleri izah et!”dedi.
Arap, “Allah Teala’nın, bana neyi farz kıldığı şeyden soru sordun, cevabı şudur ki; Allah Teala çok şeyleri bana farz kılmıştır.
“Farz olan bir şeyden mi soru soruyorsun?” sözümden maksadım, İslam dinidir. (Zira her şeyden önce ona uymak kullara farzdır.)
Beşten maksadım beş vakit namazlardı; on yediden maksat farz namazların on yedi rekat olmasıdır; otuz dörtten maksat, namazların secdeleridir; yüz elliden maksat namazın tesbihleridir; on ikiden birinden maksat, Ramazan ayıdır ki, on iki aydan sadece bir ayın oruç tutulması farz kılınmıştır; kırkta birinden maksat, kırk dinar altını olan bir kimsenin zekat olarak bir dinar vermesinin farz olmasıdır; iki yüzden beşinden maksat, iki yüz gümüş dirhemi olan bir kimsenin, zekat olarak beş dirhem vermesinin gerekliliğidir.
“Ömür boyu sadece bir defa farz olandan mı soruyorsun?” sözümden maksadım, Allah’ın evinin (Ka’be’nin) ziyaretidir ki, ömür boyu sadece bir defa, istitaatı (gücü ve imkânı) olan kimseye farz olur. Biri birine karşılıktan maksadım, kim haksız yere bir kimseyi öldürürse, ona karşılık olarak sadece katilin öldürülmesidir. Allah-u Teala: “En nefs-u bi’n nefs” (Cana karşılık can... kısas edilmelidir) buyuruyor.
Arap adamın sözü son bulunca Harun, bu meselelerin tefsir ve açıklanmasından ve Arab’ın sözünün güzelliğinden bir hayli hoşnut oldu, onun ilim açısından büyük bir şahsiyet olduğuna kanaat etti ve ona karşı olan öfkesi artık sevgiye dönüştü.
Arap daha sonra Harun’a hitaben şöyle dedi:
“Sen bir takım şeyler benden sordun, ben de cevap verdim. Şimdi ben de senden soru sormak istiyorum, sen de onlara cevap ver! Cevap vermiş olursan bu bir kese altın senin kendi malındır, istediğin takdirde onu bu kutsal mekânda sadaka verebilirsin; cevap veremezsen, o zaman sen, kendi kabilemin fakirleri arasında taksim etmem için bir kese altın bana vermelisin.
Harun çaresizlikten bu öneriyi kabul etti. Arap adam Harun’a şöyle bir soru yöneltti:
“Bir erkek sabahleyin kendisine haram olan bir kadına baktı, ama öğle olunca o kadın ona helal oldu, ikindi olunca tekrar kadın ona haram oldu; akşam olunca yine o kadın ona helal oldu, gece olunca tekrar o erkeğe haram oldu, ertesi gün sabah olunca o kadın ona yine helal oldu, öğle olunca tekrar ona haram oldu, ikindi olunca yine helal oldu, akşam olunca tekrar haram oldu, gece olunca yine helal oldu.”
Bu meseleleri nasıl çözmek gerekir? Biliyorsan ise çöz!”
Harun, “Ey Arap beni bir denize attın! Lütfen kendin cevap ver” dedi.
Arap, “Acayip bir halifesin! Bu çeşit meselelerin çözümünden aciz kalman ve bir de Müslümanların halifesi olduğunu iddia etmen hiç doğru değildir!”dedi.
Harun, “İlim senin makamını yükseltmiş, kendin açıkla!
Arap, “Sabahleyin erkeğin ona bakması haram olan kadın, parayla satın alınan bir cariye idi, öğle olunca o erkek onu sahibinden aldı ve böylece ona helal oldu; ikindi olunca onu azat etti, böylece ona haram oldu; akşam olunca onu nikâhladı, böylece ona helal oldu; gece olunca ona talak verdi, böylece ona haram oldu; ertesi günün sabahı rücu etti (döndü), böylece kadın ona helal oldu; öğle olunca zihar etti (sen bana annemin sırtı gibisin dedi), böylece ona helal oldu; ikindi olunca ziharın keffaretini verdi, böylece ona helal oldu; akşam olunca kadın mürted (kafir) olarak haram oldu, ama geceleyin tövbe etti ve böylece kocasına helal oldu.”
Harun, bu cevaba şaşırıp kaldı. On bin dirhemin ona verilmesini emretti. Ama Arap muhtaç olmadığını söyledi.
Harun, “Ömür boyu rahat olman için sana aylık bağlamamı istiyor musun?”dedi.
Arap, “Sana rızk veren beni unutmaz” dedi
Harun, “Borcun varsa söyle ödeyelim” dedi.
Arap, “Allah Teala’nın kendisi borçları ödüyor” dedi.
Harun, “İsmin nedir?”diye sordu.
Arap, “ Musa bin Cafer!”dedi.
Harun İmam (a.s)’ı ilk kez görüyordu, İmam (a.s) da, halkın kendisini tanımaması içinelbisesini değiştirdiğinden dolayı kimse onu tanıyamamıştı.[3]
_________________
[1]- Hacc / 25
[2]- Enbiya / 47
[3]- Bihar’ul-Envar, c. 48, s. 141
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Oniki İmamlar'ın Hayatı” sayfasına dön