İmam Musa Kazım'ın Hayatı, Fazileti...
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
2- Sıla-i Rahim Ve Uzun Ömrün Sırrı
Şuayb- i Kavfi şöyle diyor:
Ben ziyaret için Mekke’ye gelmiş olan Yakub’la birlikte İmam Kazım (a.s)’ın huzuruna vardık. İmam (a.s) Yakub’a bakarak şöyle buyurdu:
“Ey Yakup! Sen dün bu bölgeye geldin, seninle kardeşin İshak arasında filan mahallede ihtilaf çıktı, birbirinize küfür bile ettiniz. Siz çirkin sözleri ağzınıza almamalısınız, din kardeşlerine sövmek ve kötü sözler sarf etmek; bizim, baba ve dedelerimizin dininden uzak şeylerdir. Biz, şialarımızdan hiçbir kimseye, böyle davranması için izin vermeyiz. Eşi ve benzeri olmayan Allah’tan sakın ve takvalı ol.
Ey Yakup! Yakın bir zamanda ölüm, (sıla- i rahmi kestiğinizden dolayı) seninle kardeşin arasında ayrılık salacaktır. Kardeşin İshak bu yolculukta, ailesinin yanına varmadan önce ölecektir, sen de ona karşı davranışından dolayı pişman olacaksın. Siz birbirinizle ilişkiyi kestiniz, birbirinizle küsülüsünüz; işte bundan dolayı Allah Teala sizin ömrünüzü kısalttı.”
Yakup İmam Kazım (a.s)’dan o sözleri duyanca şöyle dedi:
“Fedan olayım! Benim ecelim ne zaman yetişecektir:
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Senin ecelin de yetişmişti ama filan yerde halana hizmet ettiğinden ve ona hediye vererek mutlu olmasına neden olduğun için bu sıla-i rahim sebebiyle Allah Teala yirmi yıl senin ömrünü artırdı.”
Şuayb şöyle ekliyor:
Bir müddet sonra Yakub’u Mekke’de gördüm, halini sorduğumda şöyle dedi:
“Kardeşim (İshak), İmam Kazım (a.s)’ın buyurduğu gibi ailesine ulaşmadan önce vefat etti ve orada da defnedildi.”[1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 36
Şuayb- i Kavfi şöyle diyor:
Ben ziyaret için Mekke’ye gelmiş olan Yakub’la birlikte İmam Kazım (a.s)’ın huzuruna vardık. İmam (a.s) Yakub’a bakarak şöyle buyurdu:
“Ey Yakup! Sen dün bu bölgeye geldin, seninle kardeşin İshak arasında filan mahallede ihtilaf çıktı, birbirinize küfür bile ettiniz. Siz çirkin sözleri ağzınıza almamalısınız, din kardeşlerine sövmek ve kötü sözler sarf etmek; bizim, baba ve dedelerimizin dininden uzak şeylerdir. Biz, şialarımızdan hiçbir kimseye, böyle davranması için izin vermeyiz. Eşi ve benzeri olmayan Allah’tan sakın ve takvalı ol.
Ey Yakup! Yakın bir zamanda ölüm, (sıla- i rahmi kestiğinizden dolayı) seninle kardeşin arasında ayrılık salacaktır. Kardeşin İshak bu yolculukta, ailesinin yanına varmadan önce ölecektir, sen de ona karşı davranışından dolayı pişman olacaksın. Siz birbirinizle ilişkiyi kestiniz, birbirinizle küsülüsünüz; işte bundan dolayı Allah Teala sizin ömrünüzü kısalttı.”
Yakup İmam Kazım (a.s)’dan o sözleri duyanca şöyle dedi:
“Fedan olayım! Benim ecelim ne zaman yetişecektir:
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Senin ecelin de yetişmişti ama filan yerde halana hizmet ettiğinden ve ona hediye vererek mutlu olmasına neden olduğun için bu sıla-i rahim sebebiyle Allah Teala yirmi yıl senin ömrünü artırdı.”
Şuayb şöyle ekliyor:
Bir müddet sonra Yakub’u Mekke’de gördüm, halini sorduğumda şöyle dedi:
“Kardeşim (İshak), İmam Kazım (a.s)’ın buyurduğu gibi ailesine ulaşmadan önce vefat etti ve orada da defnedildi.”[1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 36
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
3- İmam Kazım (a.s)’ın Harun’la Münazarası
Bir gün Abbasi halifesi olan Harun Reşid, İmam Kazım (a.s)'a şöyle dedi:
“Neden halkın size Peyamber’in (s.a.a) oğulları demesine müsaade ediyorsunuz? Oysa siz Ali’nin (a.s) oğullarısınız; anne bir kap gibidir; nesli baba üretiyor anne değil!”
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Ey halife! Eğer Hz. Peygamber (s.a.a) hayatta olup da senin kızını isteseydi, kızını O Hazrete verir miydin?”
Harun: “Subhanellah! Neden vermeyeyim? Elbette verirdim ve bu vesileyle Arap ve Acem’e (Arap olmayana) karşı iftihar ederdim.”
İmam (a.s): “Ama Hz. Peygamber (s.a.a) kesinlikle benim kızımı istemez, ben de kızımı O’na nikâhlamazdım.”
Harun: “Neden?”
İmam (a.s): “Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) benim büyük babamdır.”
Harun: “Aferin! O halde nasıl, Hz. Peygamber’in oğlu olmamasına rağmen kendinizi O’nun oğlu biliyorsunuz; oysaki nesil oğuldandır kızdan değil? Siz kızın oğlusunuz, kızın oğlu da nesil sayılmıyor!”
İmam (a.s): “Hz. Peygamber’in kabri ve o kabirde yatan kimsenin hakkı hürmetine, beni bu sorunun cevabından mazur gör.”
Harun: “Hayır, mazur görmem; Resulullah’ın (s.a.a) oğulları olmanıza dair sözünün kanıtı için delil getirmelisin; Kur’ân’dan delil getirmedikçe özrünüzü kabul etmem. Çünkü siz Kur’ân’ın bütün ilimlerini biliyorsunuz.”
İmam (a.s): “Sorunun cevabını vermeme hazır mısın?”
Harun: “Evet, söyle.”
İmam (a.s) şu ayeti okudu:
“Bismillahirrahmanirrahim: “Ve min zurriyetihi Davud’e ve Süleyman’e ve Eyyub’e ve Yusuf’e ve Musa ve Harun’e ve kezalike neczi’l- muhsinin ve Zekeriyya ve Yehya ve İsa.” [1]
Sonra şöyle bir soru sordu: “Hz. İsa’ın babası kimdir?”
Harun: İsa’nın babası yoktur.
İmam (a.s): “Bu okuduğum ayette Allah Teala Hz. İsa’yı, annesi Meryem tarafından aralarında büyük bir zaman olmasına rağmen Hz. İbrahim’in oğullarından saymaktadır. İşte böylece biz de annemiz tarafından Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in oğlu oluyoruz.” [2]
_________________
[1] - Onun (İbrahim’in) soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’e, Musa’yı ve Harun’u hidayete ulaştırdık. Biz iyilik yapanları böylece ödüllendiririz. Zekeriyya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da (hidayete eriştirdik) En’âm / 84
[2] - Bihar, c. 48, s. 127; c. 96, s. 240
Bir gün Abbasi halifesi olan Harun Reşid, İmam Kazım (a.s)'a şöyle dedi:
“Neden halkın size Peyamber’in (s.a.a) oğulları demesine müsaade ediyorsunuz? Oysa siz Ali’nin (a.s) oğullarısınız; anne bir kap gibidir; nesli baba üretiyor anne değil!”
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Ey halife! Eğer Hz. Peygamber (s.a.a) hayatta olup da senin kızını isteseydi, kızını O Hazrete verir miydin?”
Harun: “Subhanellah! Neden vermeyeyim? Elbette verirdim ve bu vesileyle Arap ve Acem’e (Arap olmayana) karşı iftihar ederdim.”
İmam (a.s): “Ama Hz. Peygamber (s.a.a) kesinlikle benim kızımı istemez, ben de kızımı O’na nikâhlamazdım.”
Harun: “Neden?”
İmam (a.s): “Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) benim büyük babamdır.”
Harun: “Aferin! O halde nasıl, Hz. Peygamber’in oğlu olmamasına rağmen kendinizi O’nun oğlu biliyorsunuz; oysaki nesil oğuldandır kızdan değil? Siz kızın oğlusunuz, kızın oğlu da nesil sayılmıyor!”
İmam (a.s): “Hz. Peygamber’in kabri ve o kabirde yatan kimsenin hakkı hürmetine, beni bu sorunun cevabından mazur gör.”
Harun: “Hayır, mazur görmem; Resulullah’ın (s.a.a) oğulları olmanıza dair sözünün kanıtı için delil getirmelisin; Kur’ân’dan delil getirmedikçe özrünüzü kabul etmem. Çünkü siz Kur’ân’ın bütün ilimlerini biliyorsunuz.”
İmam (a.s): “Sorunun cevabını vermeme hazır mısın?”
Harun: “Evet, söyle.”
İmam (a.s) şu ayeti okudu:
“Bismillahirrahmanirrahim: “Ve min zurriyetihi Davud’e ve Süleyman’e ve Eyyub’e ve Yusuf’e ve Musa ve Harun’e ve kezalike neczi’l- muhsinin ve Zekeriyya ve Yehya ve İsa.” [1]
Sonra şöyle bir soru sordu: “Hz. İsa’ın babası kimdir?”
Harun: İsa’nın babası yoktur.
İmam (a.s): “Bu okuduğum ayette Allah Teala Hz. İsa’yı, annesi Meryem tarafından aralarında büyük bir zaman olmasına rağmen Hz. İbrahim’in oğullarından saymaktadır. İşte böylece biz de annemiz tarafından Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in oğlu oluyoruz.” [2]
_________________
[1] - Onun (İbrahim’in) soyundan Davud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yusuf’e, Musa’yı ve Harun’u hidayete ulaştırdık. Biz iyilik yapanları böylece ödüllendiririz. Zekeriyya’yı, Yahya’yı, İsa’yı ve İlyas’ı da (hidayete eriştirdik) En’âm / 84
[2] - Bihar, c. 48, s. 127; c. 96, s. 240
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
4- İmam Öldüren Şia
Bir gün Memun etrafında bulunanlara şöyle dedi: “Şia olmayı kimin bana öğrettiğini biliyor musunuz?”
Orada hazır bulunanlar: “Hayır, bilmiyoruz” dediler.
Memun: “Babam Harun Reşid öğretti” dedi.
Hüzzar: “Böyle bir şey nasıl mümkündür; oysa Harun’un kendisi sürekli bu aileyi öldürüyordu?”
Memun: “Onları mülkü ve saltanatının bekası için öldürüyordu. Çünkü mülk (saltanat) akimdir (akraba ve evlat tanımaz). Yılların birinde babam Harun ile Mekke’ye gittim. Mekke’ye ulaştığımızda teşrifatçılarına, Mekke ve Medine ehlinden Muhacir, Ensar, Beni Haşim ve diğer Kureyş kabilelerinden huzuruna gelenlerin şecerelerini (soylarını) bildirdikleri takdirde içeriye girmelerine izin verilmesini emretti.
İşte bundan dolayı onun yanına gelen herkes, ben falan oğlu falanım, diye soy şeceresini sayıyordu. Harun da iki yüz dinardan beş bin dinara kadar şerafeti ve babalarının hicretteki rolüne göre onlara bağışta bulunuyordu.”
Memun sözlerinin devamında şöyle diyor:
Bir gün ben mecliste hazır iken Fazl bin Rabiy (Harun’un veziri) içeri girerek: “Ey müminlerin emiri! Kapıda birisi kendisinin Musa bin Cafer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talip olduğunu iddia ederek içeri girmek istiyor” dedi
Harun bu sözü işitir işitmez bana, Emin’e, Mutemin’e ve yanında bulunan diğer komutanlara dönerek şöyle dedi: “Kendinizi kontrol edin, saygılı olun.”
Sonra kapıdaki nöbetçiye: “Ona izin verin gelsin ve sakın benim halımın üzerinden başka bir yere bineğinden aşağı inmesin.”
Biz ayakta beklediğimiz halde, bedeni zayıf yaşlı bir şeyh içeri girdi; ibadet onu zayıf bir hale getirmişti; secdeler onun yüz ve burnunda iz bırakmıştı. Gözü Harun’a ilişince merkebinden inmek istedi. Fakat Harun yüksek bir sesle: “Vallahi benim halımın üzerinde bineğinden inmelisin” dedi!
Memurlar O’nun binekten inmesine izin vermediler. Hepimiz saygıyla ona bakıyorduk. O merkebiyle sultanın özel yerine ulaştı. Teşrifatçı ve komutanlar onun etrafını sarmışlardı, o da merkepten halının üzerine indi. Babam yerinden kalkarak onu karşılayıp bağrına bastı ve yüzünü gözlerini öptü. Sonra elinden tutarak onu meclisin baş tarafına götürdü. Kendi yanında oturtarak konuşmaya başladılar. Harun tamamen ona dönük oturmuştu. Durumları hakkında ona sorular sordu. Sorularından bazıları şunlardı:
“Ya Ebe’l- Hasan (İmam’ın künyesi)! Sorumluluğun altındaki ailenin sayısı kaçtır?”
İmam Kazım: “Beş yüz kişiden fazladır.”
Harun: “Hepsi çocukların mıdır?!”
İmam Kazım (a.s): “Hayır, onların çoğu, hizmetçi, akraba ve yakınlarımdır. Ama çocuğum otuzdan fazladır; erkekler şu kadar, kızlar da şu kadardır.”
Harun: “Neden kızları amcaoğulları ve münasip kişilerle evlendirmiyorsun?”
İmam Kazım (a.s): “Mali durumum iyi değil.
Harun: “Tarlan nasıl?”
İmam Kazım (a.s): “Bazen mahsul veriyor, bazen vermiyor.”
Harun: “Borçlu musun?”
İmam Kazım (a.s): “Evet!”
Harun: “Ne kadar?”
İmam Kazım (a.s): “On bin dinar civarında.”
Harun: “Ey amcaoğlu! Ben o kadar sana mal vereceğim ki, oğul ve kızlarını evlendirecek, borcunu ödeyecek ve tarlanı verimli hale getireceksin.”
İmam Kazım a.s): “Bu durumda akrabalık hakkına riayet etmiş olursun. Allah Teala, bu iyi niyetine karşılık sana mükâfat versin. Biz yakın bir akrabalık bağına sahibiz ve aynı soydanız. Senin ceddin Abbas Hz. Peygamber’in ve Hz. Ali’nin amcasıdır. Biz aynı kökten gelmekteyiz; böyle bir nimeti ve kudreti Allah senin ihtiyarına vermiş; böyle bir amelde bulunmak senden uzak değildir.”
Harun: “İftihar ile bunu yapacağım.”
İmam Kazım (a.s): “Allah Teala yöneticilere, fakirlerin yardımına koşmayı, borçluların borçlarını ödemeyi, çıplakları giydirmeyi, zindanda olanlara ve esirlere iyi davranmayı farz kılmıştır. Sen bu işi yapmaya en iyi ve uygun bir şahıssın.”
Harun: “Öyle yapacağım ya Ebu’l- Hasan!”
Bu sırada Musa bin Cafer (İmam Kazım) ayağa kalktı. Harun da saygı için ayağa kalktı, O’nun yüzünü ve gözlerini öptü. Sonra bana, kardeşlerim Emin ve Mutemin’e dönerek şöyle dedi:
“Amcanız oğlu ve efendinizden önde giderek bineğinin üzengisini tutun, elbisesini düzeltin ve evine kadar O’nu uğurlayın.”
Yol esnasında Musa bin Cafer (a.s) gizlice bana şöyle dedi:
“Hilafet, babandan sonra sana yetişecektir, hilafete ulaştığında çocuklarıma karşı iyi davran.”
Biz O’nu evine ulaştırdıktan sonra geri döndük. Ben babama karşı kardeşlerimden daha cüretkâr idim. Meclis boşalınca babama şöyle dedim:
“Ey müminlerin emiri! Bu adam kimdi ki, O’na bu kadar saygı gösterdin, karşısında ayağa kalktın, onu karşıladın, meclisin başında. Onu oturttun, kendin ise ondan aşağıda oturdun, bize üzengisini tutmamızı emrettin?”
Cevaben: “O insanların (gerçek olan) İmam’ı, Allah’ın hücceti ve halifesidir” dedi.
Ben: “Meğer bunlar sizin özellikleriniz değil mi?” diye sordum.
Dedi ki: “Hayır, ben zahirde halkın imamıyım, zor ve galebe ile halka önderlik yapıyorum. Musa bin Cafer ise hak olan İmam’dır. Oğlum! Allah’a and olsun ki O, Resulullah’ın halifeliğine benden ve bütün insanlardan daha layıktır. Sen bile, benim oğlum olduğun halde hükümeti elde etmeye çalışır isen başını bedeninden ayırırım. Zira saltanat akimdir (oğul falan tanımaz).”
Bu olay böyle geçti. Harun Medine’den Mekke’ye hareket etmek istediğinde, içerisinde iki yüz dinar bulunan bir keseyi getirmelerini emretti. Sonra Fazl bin Rebiy’e şöyle dedi:
“Bu keseyi Musa bin Cafer’e götür ve O’na de ki: Müminlerin emiri dedi ki, şimdilik mali durumumuz iyi değil, ama yakın bir zamanda size daha fazla ihsan edeceğim.”
Ben ona itiraz ederek şöyle dedim: “Ey müminlerin emiri! Nasıl oluyor da Muhacir, Ensar, Beni Haşim, Kureyş ve soyunu bilmediğin kişilere beş bin dinar veya ondan az veriyorsun, ama bu kadar saygı gösterdiğin Musa bin Cafer’e iki yüz dinar -ki en az bahşişindir- veriyorsun!”
Harun cevaben şöyle dedi: “Sus! Annesiz! Eğer ona söz verdiğimi vermiş olursam, o zaman ondan taraf güvende kalamam, yarın şia ve dostlarından yüz bin kişi karşımda durabilir. O’nun ve ailesinin yoksulluk ve fakirliği, hem benim, hem de sizin için zengin olmalarından daha iyidir.”[1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 130
Bir gün Memun etrafında bulunanlara şöyle dedi: “Şia olmayı kimin bana öğrettiğini biliyor musunuz?”
Orada hazır bulunanlar: “Hayır, bilmiyoruz” dediler.
Memun: “Babam Harun Reşid öğretti” dedi.
Hüzzar: “Böyle bir şey nasıl mümkündür; oysa Harun’un kendisi sürekli bu aileyi öldürüyordu?”
Memun: “Onları mülkü ve saltanatının bekası için öldürüyordu. Çünkü mülk (saltanat) akimdir (akraba ve evlat tanımaz). Yılların birinde babam Harun ile Mekke’ye gittim. Mekke’ye ulaştığımızda teşrifatçılarına, Mekke ve Medine ehlinden Muhacir, Ensar, Beni Haşim ve diğer Kureyş kabilelerinden huzuruna gelenlerin şecerelerini (soylarını) bildirdikleri takdirde içeriye girmelerine izin verilmesini emretti.
İşte bundan dolayı onun yanına gelen herkes, ben falan oğlu falanım, diye soy şeceresini sayıyordu. Harun da iki yüz dinardan beş bin dinara kadar şerafeti ve babalarının hicretteki rolüne göre onlara bağışta bulunuyordu.”
Memun sözlerinin devamında şöyle diyor:
Bir gün ben mecliste hazır iken Fazl bin Rabiy (Harun’un veziri) içeri girerek: “Ey müminlerin emiri! Kapıda birisi kendisinin Musa bin Cafer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebi Talip olduğunu iddia ederek içeri girmek istiyor” dedi
Harun bu sözü işitir işitmez bana, Emin’e, Mutemin’e ve yanında bulunan diğer komutanlara dönerek şöyle dedi: “Kendinizi kontrol edin, saygılı olun.”
Sonra kapıdaki nöbetçiye: “Ona izin verin gelsin ve sakın benim halımın üzerinden başka bir yere bineğinden aşağı inmesin.”
Biz ayakta beklediğimiz halde, bedeni zayıf yaşlı bir şeyh içeri girdi; ibadet onu zayıf bir hale getirmişti; secdeler onun yüz ve burnunda iz bırakmıştı. Gözü Harun’a ilişince merkebinden inmek istedi. Fakat Harun yüksek bir sesle: “Vallahi benim halımın üzerinde bineğinden inmelisin” dedi!
Memurlar O’nun binekten inmesine izin vermediler. Hepimiz saygıyla ona bakıyorduk. O merkebiyle sultanın özel yerine ulaştı. Teşrifatçı ve komutanlar onun etrafını sarmışlardı, o da merkepten halının üzerine indi. Babam yerinden kalkarak onu karşılayıp bağrına bastı ve yüzünü gözlerini öptü. Sonra elinden tutarak onu meclisin baş tarafına götürdü. Kendi yanında oturtarak konuşmaya başladılar. Harun tamamen ona dönük oturmuştu. Durumları hakkında ona sorular sordu. Sorularından bazıları şunlardı:
“Ya Ebe’l- Hasan (İmam’ın künyesi)! Sorumluluğun altındaki ailenin sayısı kaçtır?”
İmam Kazım: “Beş yüz kişiden fazladır.”
Harun: “Hepsi çocukların mıdır?!”
İmam Kazım (a.s): “Hayır, onların çoğu, hizmetçi, akraba ve yakınlarımdır. Ama çocuğum otuzdan fazladır; erkekler şu kadar, kızlar da şu kadardır.”
Harun: “Neden kızları amcaoğulları ve münasip kişilerle evlendirmiyorsun?”
İmam Kazım (a.s): “Mali durumum iyi değil.
Harun: “Tarlan nasıl?”
İmam Kazım (a.s): “Bazen mahsul veriyor, bazen vermiyor.”
Harun: “Borçlu musun?”
İmam Kazım (a.s): “Evet!”
Harun: “Ne kadar?”
İmam Kazım (a.s): “On bin dinar civarında.”
Harun: “Ey amcaoğlu! Ben o kadar sana mal vereceğim ki, oğul ve kızlarını evlendirecek, borcunu ödeyecek ve tarlanı verimli hale getireceksin.”
İmam Kazım a.s): “Bu durumda akrabalık hakkına riayet etmiş olursun. Allah Teala, bu iyi niyetine karşılık sana mükâfat versin. Biz yakın bir akrabalık bağına sahibiz ve aynı soydanız. Senin ceddin Abbas Hz. Peygamber’in ve Hz. Ali’nin amcasıdır. Biz aynı kökten gelmekteyiz; böyle bir nimeti ve kudreti Allah senin ihtiyarına vermiş; böyle bir amelde bulunmak senden uzak değildir.”
Harun: “İftihar ile bunu yapacağım.”
İmam Kazım (a.s): “Allah Teala yöneticilere, fakirlerin yardımına koşmayı, borçluların borçlarını ödemeyi, çıplakları giydirmeyi, zindanda olanlara ve esirlere iyi davranmayı farz kılmıştır. Sen bu işi yapmaya en iyi ve uygun bir şahıssın.”
Harun: “Öyle yapacağım ya Ebu’l- Hasan!”
Bu sırada Musa bin Cafer (İmam Kazım) ayağa kalktı. Harun da saygı için ayağa kalktı, O’nun yüzünü ve gözlerini öptü. Sonra bana, kardeşlerim Emin ve Mutemin’e dönerek şöyle dedi:
“Amcanız oğlu ve efendinizden önde giderek bineğinin üzengisini tutun, elbisesini düzeltin ve evine kadar O’nu uğurlayın.”
Yol esnasında Musa bin Cafer (a.s) gizlice bana şöyle dedi:
“Hilafet, babandan sonra sana yetişecektir, hilafete ulaştığında çocuklarıma karşı iyi davran.”
Biz O’nu evine ulaştırdıktan sonra geri döndük. Ben babama karşı kardeşlerimden daha cüretkâr idim. Meclis boşalınca babama şöyle dedim:
“Ey müminlerin emiri! Bu adam kimdi ki, O’na bu kadar saygı gösterdin, karşısında ayağa kalktın, onu karşıladın, meclisin başında. Onu oturttun, kendin ise ondan aşağıda oturdun, bize üzengisini tutmamızı emrettin?”
Cevaben: “O insanların (gerçek olan) İmam’ı, Allah’ın hücceti ve halifesidir” dedi.
Ben: “Meğer bunlar sizin özellikleriniz değil mi?” diye sordum.
Dedi ki: “Hayır, ben zahirde halkın imamıyım, zor ve galebe ile halka önderlik yapıyorum. Musa bin Cafer ise hak olan İmam’dır. Oğlum! Allah’a and olsun ki O, Resulullah’ın halifeliğine benden ve bütün insanlardan daha layıktır. Sen bile, benim oğlum olduğun halde hükümeti elde etmeye çalışır isen başını bedeninden ayırırım. Zira saltanat akimdir (oğul falan tanımaz).”
Bu olay böyle geçti. Harun Medine’den Mekke’ye hareket etmek istediğinde, içerisinde iki yüz dinar bulunan bir keseyi getirmelerini emretti. Sonra Fazl bin Rebiy’e şöyle dedi:
“Bu keseyi Musa bin Cafer’e götür ve O’na de ki: Müminlerin emiri dedi ki, şimdilik mali durumumuz iyi değil, ama yakın bir zamanda size daha fazla ihsan edeceğim.”
Ben ona itiraz ederek şöyle dedim: “Ey müminlerin emiri! Nasıl oluyor da Muhacir, Ensar, Beni Haşim, Kureyş ve soyunu bilmediğin kişilere beş bin dinar veya ondan az veriyorsun, ama bu kadar saygı gösterdiğin Musa bin Cafer’e iki yüz dinar -ki en az bahşişindir- veriyorsun!”
Harun cevaben şöyle dedi: “Sus! Annesiz! Eğer ona söz verdiğimi vermiş olursam, o zaman ondan taraf güvende kalamam, yarın şia ve dostlarından yüz bin kişi karşımda durabilir. O’nun ve ailesinin yoksulluk ve fakirliği, hem benim, hem de sizin için zengin olmalarından daha iyidir.”[1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 130
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
5- Aslanın Lokması Olan Büyücü
Harun Reşid bir büyücüden bir mecliste öyle bir iş yapmasını istedi ki, Musa bin Cafer (İmam Kazım -a.s-) ona karşı koymaktan aciz kalsın ve halk arasında mahcup olsun. Büyücü, sofra açıldığında öyle bir düzen kurdu ki, İmam Musa bin Cafer (a.s) elini uzatıp bir ekmek almak istediğinde ekmek Hazretin önünden fırlayıp uçuyordu.
Harun çirkin arzusuna ulaştığını görünce sevincinden kahkahayla gülüyordu. İmam (a.s) hemen başını kaldırıp perdenin üzerindeki aslana bakarak şöyle buyurdu:
“Ey aslan! Allah’ın bu düşmanını tut.”
Perde üzerindeki aslan, hemen bir büyük aslan şekline girerek atlayıp büyücüğü parça-parça edip yuttu. Harun ve hizmetçileri böyle bir durumu görür görmez korkudan bayılıp düştüler. Ayıldıklarında Harun İmam (a.s)’a şöyle dedi:
Senin üzerindeki hakkım için bu aslandan o adamı geri çevirmesini iste. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:
“Eğer Hz. Musa’nın asası, büyücülerin oyunlarından yuttuğu şeyleri geri çevirirse, bu aslan resmi de o adamı geri çevirecektir.” [1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 41
Harun Reşid bir büyücüden bir mecliste öyle bir iş yapmasını istedi ki, Musa bin Cafer (İmam Kazım -a.s-) ona karşı koymaktan aciz kalsın ve halk arasında mahcup olsun. Büyücü, sofra açıldığında öyle bir düzen kurdu ki, İmam Musa bin Cafer (a.s) elini uzatıp bir ekmek almak istediğinde ekmek Hazretin önünden fırlayıp uçuyordu.
Harun çirkin arzusuna ulaştığını görünce sevincinden kahkahayla gülüyordu. İmam (a.s) hemen başını kaldırıp perdenin üzerindeki aslana bakarak şöyle buyurdu:
“Ey aslan! Allah’ın bu düşmanını tut.”
Perde üzerindeki aslan, hemen bir büyük aslan şekline girerek atlayıp büyücüğü parça-parça edip yuttu. Harun ve hizmetçileri böyle bir durumu görür görmez korkudan bayılıp düştüler. Ayıldıklarında Harun İmam (a.s)’a şöyle dedi:
Senin üzerindeki hakkım için bu aslandan o adamı geri çevirmesini iste. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:
“Eğer Hz. Musa’nın asası, büyücülerin oyunlarından yuttuğu şeyleri geri çevirirse, bu aslan resmi de o adamı geri çevirecektir.” [1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 41
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
6- Bir Kadının Azameti
Nişabur halkından bir grup insan otuz bin dinar, elli bin dirhem ve bir miktar kumaş toplayarak İmam’a ulaştırması için Muhammed bin Ali en- Nişaburi’yi kendilerine emin bir fert olarak seçtiler.
Mümin bir kadın olan Nişabur’lu Şatita da salim bir dirhemle dört dirhem değerinde olan eliyle dokuduğu bir parça getirerek şöyle dedi: “İnnellahe la yestahyi min’el- hak”
(Gönderdiğim eşya gerçi azdır; ama az da olsa İmam’ın hakkını göndermekten utanmamak gerekir.)
Muhammed bin Ali şöyle diyor:
Onun dirheminin bir nişanesi olması için onu eğdim. Daha sonra takriben elli sayfalık bir mektup getirdiler, sayfanın baş kısmında bir soru yazılmıştı, soruların cevabı yazılması için de sayfanın alt kısmı beyaz kalmıştı. Yapraklar iki iki birbirinin üzerine bırakılıp üç iple bağlanmıştı, her ipin üzerine de kimsenin onu açmaması için bir mühür vurulmuştu.
Bu malları gönderenler şöyle dediler:
Bu cüzveyi geceleyin İmam (a.s)’a ver ve o gecenin sabahı onların cevabını al. Eğer zarfların salim olduğunu, mektupların mühürlerinin de kırılmadığını görmüş olursan, onlardan beş tanesinin mührünü kırarak zarfları aç o mektuplara bak. Eğer meselelerin cevabı, mühürler kırılmaksızın verilmiş olursa, İmam’dır, paraları O’na ver. Eğer böyle olmazsa, bizim paraları geri çevir.
Muhammed bin Ali, Nişabur’dan Medine’ye doğru hareket ediyor, Medine’de İmam Sadık (a.s)’ın oğlu Abdullah Eftah’ın evine gidiyor, onu denedikten sonra, onun İmam olmadığını anlayınca oradan dışarı çıkarak şöyle diyor:
“Allah’ım beni doğru yola ( gerçek olan İmam’a) hidayet et.”
Muhammed bin Ali’nin kendisi şöyle diyor:
Hayranlık içerisinde durduğum bir halde, bir köle gelerek şöyle dedi: “Gel aradığın kimsenin yanına gidelim.” O köle beni, Musa bin Cafer’in evine götürdü. Hazret beni görünce şöyle dedi:
“Neden ümitsiz oldun, neden başkalarına doğru gidiyorsun? Benim yanıma gel; Allah’ın hücceti ve velisi benim. Ebu Hamza, ceddim Resulullah’ın camisinin kapısı önünde beni sana tanıtmadı mı? Ben dün sormuş olduğunuz bütün meselelerin cevabını verdim. O soruları ve Şatita’ın vermiş olduğu dirhemle -ki Vazuri’ye ait olan ve içerisinde dört yüz dirhem bulunan kesenin içerisindedir- getir; üstelik Şatita’ın, Belhi kardeşlerin paketi içerisinde olan dokuduğu parçayı da ver.”
İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın bu sözleri aklımı başımdan aldı. İstediği her şeyi getirerek O Hazretin önüne bıraktım. İmam (a.s) Şatita’nın dirhem ve parçasını götürerek şöyle buyurdu: “İnnellahe la yestahyi min’el- hak. (Allah, haktan hâya etmez) Benim selamımı Şatita’ya ilet.”
İmam (a.s) bir kese para götürerek bana verip şöyle buyurdu: “İçerisinde kırk dirhem olan bu para kesesini ona ver.”
Daha sonra şöyle buyurdular:
“Kendi kefenimden olan bir parçayı, hediye olarak ona gönderiyorum; bu, Fatımat’üz- Zehra (a.s)’ın köyü olan “Sayda” köyünün pamuğundandır; İmam Sadık (a.s)’ın kızı olan bacım Halime onu dokumuştur. Ona de ki: Siz Nişabur’a vardıktan sonra on dokuz gün yaşayacaktır. Bu paralardan on altı dirhemi harcasın, geri kalan yirmi dört dirhemi de gerekli olan masrafları için bir kenara bıraksın. Namazını ben kendim kılacağım.”
İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdular:
“Ey Ebu Cafer (Muhammed’in künyesi)! Beni gördüğünde sakla ve kimseye söyleme! Çünkü bu, senin hayrınadır; getirmiş olduğun geri kalan para ve malları da sahiplerine geri çeviri...” [1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 73
Nişabur halkından bir grup insan otuz bin dinar, elli bin dirhem ve bir miktar kumaş toplayarak İmam’a ulaştırması için Muhammed bin Ali en- Nişaburi’yi kendilerine emin bir fert olarak seçtiler.
Mümin bir kadın olan Nişabur’lu Şatita da salim bir dirhemle dört dirhem değerinde olan eliyle dokuduğu bir parça getirerek şöyle dedi: “İnnellahe la yestahyi min’el- hak”
(Gönderdiğim eşya gerçi azdır; ama az da olsa İmam’ın hakkını göndermekten utanmamak gerekir.)
Muhammed bin Ali şöyle diyor:
Onun dirheminin bir nişanesi olması için onu eğdim. Daha sonra takriben elli sayfalık bir mektup getirdiler, sayfanın baş kısmında bir soru yazılmıştı, soruların cevabı yazılması için de sayfanın alt kısmı beyaz kalmıştı. Yapraklar iki iki birbirinin üzerine bırakılıp üç iple bağlanmıştı, her ipin üzerine de kimsenin onu açmaması için bir mühür vurulmuştu.
Bu malları gönderenler şöyle dediler:
Bu cüzveyi geceleyin İmam (a.s)’a ver ve o gecenin sabahı onların cevabını al. Eğer zarfların salim olduğunu, mektupların mühürlerinin de kırılmadığını görmüş olursan, onlardan beş tanesinin mührünü kırarak zarfları aç o mektuplara bak. Eğer meselelerin cevabı, mühürler kırılmaksızın verilmiş olursa, İmam’dır, paraları O’na ver. Eğer böyle olmazsa, bizim paraları geri çevir.
Muhammed bin Ali, Nişabur’dan Medine’ye doğru hareket ediyor, Medine’de İmam Sadık (a.s)’ın oğlu Abdullah Eftah’ın evine gidiyor, onu denedikten sonra, onun İmam olmadığını anlayınca oradan dışarı çıkarak şöyle diyor:
“Allah’ım beni doğru yola ( gerçek olan İmam’a) hidayet et.”
Muhammed bin Ali’nin kendisi şöyle diyor:
Hayranlık içerisinde durduğum bir halde, bir köle gelerek şöyle dedi: “Gel aradığın kimsenin yanına gidelim.” O köle beni, Musa bin Cafer’in evine götürdü. Hazret beni görünce şöyle dedi:
“Neden ümitsiz oldun, neden başkalarına doğru gidiyorsun? Benim yanıma gel; Allah’ın hücceti ve velisi benim. Ebu Hamza, ceddim Resulullah’ın camisinin kapısı önünde beni sana tanıtmadı mı? Ben dün sormuş olduğunuz bütün meselelerin cevabını verdim. O soruları ve Şatita’ın vermiş olduğu dirhemle -ki Vazuri’ye ait olan ve içerisinde dört yüz dirhem bulunan kesenin içerisindedir- getir; üstelik Şatita’ın, Belhi kardeşlerin paketi içerisinde olan dokuduğu parçayı da ver.”
İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın bu sözleri aklımı başımdan aldı. İstediği her şeyi getirerek O Hazretin önüne bıraktım. İmam (a.s) Şatita’nın dirhem ve parçasını götürerek şöyle buyurdu: “İnnellahe la yestahyi min’el- hak. (Allah, haktan hâya etmez) Benim selamımı Şatita’ya ilet.”
İmam (a.s) bir kese para götürerek bana verip şöyle buyurdu: “İçerisinde kırk dirhem olan bu para kesesini ona ver.”
Daha sonra şöyle buyurdular:
“Kendi kefenimden olan bir parçayı, hediye olarak ona gönderiyorum; bu, Fatımat’üz- Zehra (a.s)’ın köyü olan “Sayda” köyünün pamuğundandır; İmam Sadık (a.s)’ın kızı olan bacım Halime onu dokumuştur. Ona de ki: Siz Nişabur’a vardıktan sonra on dokuz gün yaşayacaktır. Bu paralardan on altı dirhemi harcasın, geri kalan yirmi dört dirhemi de gerekli olan masrafları için bir kenara bıraksın. Namazını ben kendim kılacağım.”
İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdular:
“Ey Ebu Cafer (Muhammed’in künyesi)! Beni gördüğünde sakla ve kimseye söyleme! Çünkü bu, senin hayrınadır; getirmiş olduğun geri kalan para ve malları da sahiplerine geri çeviri...” [1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 73
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
7- Kimseyi Küçük Saymayalım
Ali bin Yaktin, İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın ashabından ve Harun Reşid’in güçlü vezirlerindendi. Bir gün İbrahim Cemmal, görüşmek için onun huzuruna çıkmak istedi, fakat Ali bin Yaktin izin vermedi. Ali bin Yaktin o yıl, Allah’ın evini ziyaret etmek için Mekke’ye doğru hareket etti. Medine’de İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın huzuruna çıkmak istedi. Ama İmam (a.s) ilk günü görüşmek için ona izin vermedi. İkinci günü İmam (a.s)’ın huzuruna müşerref olarak şöyle dedi: “Efendim! Benim suçum nedir ki görüşmemiz için izin vermiyorsun?”
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Sana görüşmemiz için izin vermememin sebebi, sen kardeşin İbrahim Cemmal’a, o deveci, sen ise vezir olduğundan dolayı görüşme izni vermedin. Sen İbrahim’i kendinden razı etmedikçe, Allah Teala senin haccını kabul etmez.”
Ali bin Yaktin İmam (a.s)’ın bu sözüne karşılık şöyle dedi:
“Efendim! İbrahim’le nasıl görüşeyim, oysaki o Kufe’dedir, ben ise Medine’de?”
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Gece olduğunda kölelerin ve çevrendekilerden hiçbir kimse farkına varmadan tek başına Baki’ kabristanlığına git. Orada yularlı ve binmeğe hazır bir deve göreceksin; ona bin, o seni Kufe’ye ulaştırır.”
Ali bin Yaktin, İmam (a.s)’ın bu sözü üzerine Baki’ kabristanlığına giderek o deveye bindi. Çok geçmeksizin Kufe’de İbrahim’in evinin önünde deveden aşağı indi. Evin kapısını çalarak: “Ben Ali bin Yaktin’im” dedi.
İbrahim evin içerisinden: “Harun’un veziri Ali bin Yaktin mi? Onun burada ne işi vardır?” diye sordu.
Ali bin Yaktin: “Önemli bir müşkülüm (sorunum) vardır” dedi.
İbrahim kapıyı açmak istemiyordu, ama ona Allah için deyince kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz içeri girdi ve yalvararak şöyle dedi:
“İbrahim! Mevlam İmam Musa bin Cafer (a.s), sen beni affetmedikçe beni huzuruna kabul etmiyor.”
İbrahim onu böyle perişan görünce: “Allah seni affetsin” dedi.
Vezir (Ali bin İbrahim) buna razı olmadı; bundan dolayı yüzünü yere koyarak İbrahim’e: “Allah aşkına ayağını yüzüme koy” dedi. Ama İbrahim böyle bir işi yapmaya hazır olmadı. İkinci kez yine ona: “Allah aşkına bunu yap” dedi. Bu defa o kabul ederek ayağını onun yüzüne koydu. İbrahim ayağını Ali bin Yaktin’in yüzüne koyduğunda o şöyle diyordu: “Allah’ım! Şahit ol.”
Ali bin Yaktin daha sonra evden dışarı çıkıp deveye bindi. Aynı gece deveyi, Medine’de İmam (a.s)’ın evinin kapısında yatırarak içeri girmek için o Hazretten izin istedi. İmam (a.s) bu defa izin vererek onu huzuruna kabul etti.[1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 85
Ali bin Yaktin, İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın ashabından ve Harun Reşid’in güçlü vezirlerindendi. Bir gün İbrahim Cemmal, görüşmek için onun huzuruna çıkmak istedi, fakat Ali bin Yaktin izin vermedi. Ali bin Yaktin o yıl, Allah’ın evini ziyaret etmek için Mekke’ye doğru hareket etti. Medine’de İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın huzuruna çıkmak istedi. Ama İmam (a.s) ilk günü görüşmek için ona izin vermedi. İkinci günü İmam (a.s)’ın huzuruna müşerref olarak şöyle dedi: “Efendim! Benim suçum nedir ki görüşmemiz için izin vermiyorsun?”
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Sana görüşmemiz için izin vermememin sebebi, sen kardeşin İbrahim Cemmal’a, o deveci, sen ise vezir olduğundan dolayı görüşme izni vermedin. Sen İbrahim’i kendinden razı etmedikçe, Allah Teala senin haccını kabul etmez.”
Ali bin Yaktin İmam (a.s)’ın bu sözüne karşılık şöyle dedi:
“Efendim! İbrahim’le nasıl görüşeyim, oysaki o Kufe’dedir, ben ise Medine’de?”
İmam (a.s) şöyle buyurdular:
“Gece olduğunda kölelerin ve çevrendekilerden hiçbir kimse farkına varmadan tek başına Baki’ kabristanlığına git. Orada yularlı ve binmeğe hazır bir deve göreceksin; ona bin, o seni Kufe’ye ulaştırır.”
Ali bin Yaktin, İmam (a.s)’ın bu sözü üzerine Baki’ kabristanlığına giderek o deveye bindi. Çok geçmeksizin Kufe’de İbrahim’in evinin önünde deveden aşağı indi. Evin kapısını çalarak: “Ben Ali bin Yaktin’im” dedi.
İbrahim evin içerisinden: “Harun’un veziri Ali bin Yaktin mi? Onun burada ne işi vardır?” diye sordu.
Ali bin Yaktin: “Önemli bir müşkülüm (sorunum) vardır” dedi.
İbrahim kapıyı açmak istemiyordu, ama ona Allah için deyince kapıyı açtı. Kapıyı açar açmaz içeri girdi ve yalvararak şöyle dedi:
“İbrahim! Mevlam İmam Musa bin Cafer (a.s), sen beni affetmedikçe beni huzuruna kabul etmiyor.”
İbrahim onu böyle perişan görünce: “Allah seni affetsin” dedi.
Vezir (Ali bin İbrahim) buna razı olmadı; bundan dolayı yüzünü yere koyarak İbrahim’e: “Allah aşkına ayağını yüzüme koy” dedi. Ama İbrahim böyle bir işi yapmaya hazır olmadı. İkinci kez yine ona: “Allah aşkına bunu yap” dedi. Bu defa o kabul ederek ayağını onun yüzüne koydu. İbrahim ayağını Ali bin Yaktin’in yüzüne koyduğunda o şöyle diyordu: “Allah’ım! Şahit ol.”
Ali bin Yaktin daha sonra evden dışarı çıkıp deveye bindi. Aynı gece deveyi, Medine’de İmam (a.s)’ın evinin kapısında yatırarak içeri girmek için o Hazretten izin istedi. İmam (a.s) bu defa izin vererek onu huzuruna kabul etti.[1]
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 85
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
8- İmam Kazım (a.s) Harun’un Sarayında
Bir gün İmam Musa bin Cafer (a.s)’ı Bağdat’ta Harun’un görkemli saraylarından birine götürdüler. Kudret ve saltanat sarhoşu olan Harun, sarayı işaret ederek: “Bu saray kimindir?” diye sordu.
İmam Kazım (a.s) hiçbir şeye itina etmeksizin şöyle buyurdular: “Bu ev fasıkların evidir.” Sonra şu ayeti okudular:
“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu da görseler, onu yol olarak benimsemezler; azgınlık yolunu gördüklerinde ise, onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalan saymaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.”[1]
Harun İmam (a.s)’ın cevabından rahatsız olarak: “Öyleyse gerçekte bu ev kimin evidir?” dedi.
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Bu ev gerçekte Şiilerimizindir ama şimdi diğerleri onu zorla almışlardır ve bu onlar için bir imtihan vesilesidir.”
Harun: “Eğer bu saray Şiilerin ise, o zaman neden onun sahibi onu (bizden) almıyor?” dedi.
İmam (a.s) cevaben: “Bu ev, bayındır bir halde asıl sahibinden alınmıştır, onun imar zamanı gelmedikçe onu geri almayacaktır” buyurdular.[2]
_________________
[1] - A’raf / 146
[2] - Bihar, c. 48, s. 138
Bir gün İmam Musa bin Cafer (a.s)’ı Bağdat’ta Harun’un görkemli saraylarından birine götürdüler. Kudret ve saltanat sarhoşu olan Harun, sarayı işaret ederek: “Bu saray kimindir?” diye sordu.
İmam Kazım (a.s) hiçbir şeye itina etmeksizin şöyle buyurdular: “Bu ev fasıkların evidir.” Sonra şu ayeti okudular:
“Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu da görseler, onu yol olarak benimsemezler; azgınlık yolunu gördüklerinde ise, onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalan saymaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.”[1]
Harun İmam (a.s)’ın cevabından rahatsız olarak: “Öyleyse gerçekte bu ev kimin evidir?” dedi.
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular:
“Bu ev gerçekte Şiilerimizindir ama şimdi diğerleri onu zorla almışlardır ve bu onlar için bir imtihan vesilesidir.”
Harun: “Eğer bu saray Şiilerin ise, o zaman neden onun sahibi onu (bizden) almıyor?” dedi.
İmam (a.s) cevaben: “Bu ev, bayındır bir halde asıl sahibinden alınmıştır, onun imar zamanı gelmedikçe onu geri almayacaktır” buyurdular.[2]
_________________
[1] - A’raf / 146
[2] - Bihar, c. 48, s. 138
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
9- Zulüm Tezgâhında Hizmet Etmek
Ali bin Yaktin, Harun Raşid’in güçlü veziri olmasıyla birlikte İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın da Şialarındandı. İmam Musa Kazım (a.s), zalimlerle çalışmayı caiz bilmemesine rağmen, bazı güvenilir kimselerin zalimler tezgâhında bulunmasını gerekli görüyordu. O kimselerden biri Ali bin Yaktin idi. O, defalarca İmam Kazım (a.s)’dan vezirlik makamından ayrılması için izin istedi. Ama İmam (a.s) izin vermeyerek şöyle buyurdular:
“Bu işi yapma; çünkü biz size ilgi duymaktayız. Senin hilafet sarayında bulunman, din kardeşlerinin (şiaların) izzet mayasıdır. Umulur ki, Allah Teala senin vasıtanla rahatsızlıkları giderir ve muhaliflerin ateşini kendi dostlarından uzaklaştırır.
Ey Ali bin Yaktin! Zalim sarayında hizmet etmenin kefareti, din kardeşlerine iyilik etmektir.”
Daha sonra şöyle buyurdular:
“Sen bir şeyi benim için tazmin et, ben buna karşılık on şeyi sana tazmin edeyim. Senin tazmin etmen gereken şey, dostlarımızdan biri sana müracaat ettiğinde ihtiyacını gidermen ve ona ihtiramda bulunmandır. Benim tazmin etmem gereken şey ise şunlardır:
1- Kesinlikle hapse düşmeyeceksin.
2- Asla kılıçla öldürülmeyeceksin.
3- Hiçbir zaman evine fakirlik girmeyecektir.
Ey Ali! Kim bir mümini sevindirirse, ilk önce Allah’ı, sonra Peygamber (s.a.a)’i ve daha sonra da bizi hoşnut etmiştir.” [1]
_________________
[1] -Bihar, c. 48, s. 136; az bir farklılıkla c. 75, s. 379’da da nakledilmiştir.
Ali bin Yaktin, Harun Raşid’in güçlü veziri olmasıyla birlikte İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın da Şialarındandı. İmam Musa Kazım (a.s), zalimlerle çalışmayı caiz bilmemesine rağmen, bazı güvenilir kimselerin zalimler tezgâhında bulunmasını gerekli görüyordu. O kimselerden biri Ali bin Yaktin idi. O, defalarca İmam Kazım (a.s)’dan vezirlik makamından ayrılması için izin istedi. Ama İmam (a.s) izin vermeyerek şöyle buyurdular:
“Bu işi yapma; çünkü biz size ilgi duymaktayız. Senin hilafet sarayında bulunman, din kardeşlerinin (şiaların) izzet mayasıdır. Umulur ki, Allah Teala senin vasıtanla rahatsızlıkları giderir ve muhaliflerin ateşini kendi dostlarından uzaklaştırır.
Ey Ali bin Yaktin! Zalim sarayında hizmet etmenin kefareti, din kardeşlerine iyilik etmektir.”
Daha sonra şöyle buyurdular:
“Sen bir şeyi benim için tazmin et, ben buna karşılık on şeyi sana tazmin edeyim. Senin tazmin etmen gereken şey, dostlarımızdan biri sana müracaat ettiğinde ihtiyacını gidermen ve ona ihtiramda bulunmandır. Benim tazmin etmem gereken şey ise şunlardır:
1- Kesinlikle hapse düşmeyeceksin.
2- Asla kılıçla öldürülmeyeceksin.
3- Hiçbir zaman evine fakirlik girmeyecektir.
Ey Ali! Kim bir mümini sevindirirse, ilk önce Allah’ı, sonra Peygamber (s.a.a)’i ve daha sonra da bizi hoşnut etmiştir.” [1]
_________________
[1] -Bihar, c. 48, s. 136; az bir farklılıkla c. 75, s. 379’da da nakledilmiştir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
10- Ebu Hanife İmam Kazım (a.s)’ın Huzurunda
Ebu Hanife şöyle diyor:
Ben birkaç mesele sormak için İmam Sadık (a.s)’ın evine gittim. “İmam Sadık (a.s) uyumuştur” dediler. Ben de uyanmasını bekledim. Bu esnada beş veya altı yaşlarında güzel simalı bir çocuğu gördüm. Bu çocuğun kim olduğunu sordum. “İmam Cafer Sadık (a.s)’ın oğlu Musa’dır” dediler. Ona selam verip: “Ey Resulullah’ın oğlu! Kulların fiilleri hakkında görüşünüz nedir ve bu fiiller kimdendir?” diye sordum.
Derken çocuk oturdu ve sağ elini sol elinin üzerine koyarak şöyle dedi:
“Ey Nu’man (Ebu Hanife)! Sen soru sordun, şimdi cevabını dinle! İyice dinleyip kavradıktan sonra da amel et! Kulların fiilleri (günahları) üç haletten hariç değildir:
1- Ya sadece Allah’tandır.
2- Ya Allah ve kul onun yapılmasında ortaktır.
3- Veya sadece kuldandır.
Eğer fiiller sadece Allah’tan olursa, o zaman kulun yapmadığı bir işten dolayı Allah onu nasıl cezalandırabilir? Oysa O, Adil, Rahim ve Hekim’dir. Eğer fiiller Allah ile kulun ortaklaşa yapmasından meydana gelirse, o zaman güçlü ortak, kendisinin ortak olmasına ve ona yardımda bulunmasına rağmen güçsüz ortağını nasıl cezalandırabilir?”
Sonra buyurdu ki: “Ey Nu’man! Üç haletten (durumdan) ikisi muhaldir.”
Ebu Hanife: “Evet, doğrudur” dedim.
Musa bin Cafer şöyle devam etti:
“Binaenaleyh, sadece bir halet (durum) kalıyor; o da şudur ki: Fiiller sadece kuldandır ve o tek başına kendi amellerinin sorumlusudur.”[1]
Daha sonra İmam Musa Kazım (a.s) Ebu Hanife’ye verdiği cevabı şiir şeklinde beyan ediyor.
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 175
Ebu Hanife şöyle diyor:
Ben birkaç mesele sormak için İmam Sadık (a.s)’ın evine gittim. “İmam Sadık (a.s) uyumuştur” dediler. Ben de uyanmasını bekledim. Bu esnada beş veya altı yaşlarında güzel simalı bir çocuğu gördüm. Bu çocuğun kim olduğunu sordum. “İmam Cafer Sadık (a.s)’ın oğlu Musa’dır” dediler. Ona selam verip: “Ey Resulullah’ın oğlu! Kulların fiilleri hakkında görüşünüz nedir ve bu fiiller kimdendir?” diye sordum.
Derken çocuk oturdu ve sağ elini sol elinin üzerine koyarak şöyle dedi:
“Ey Nu’man (Ebu Hanife)! Sen soru sordun, şimdi cevabını dinle! İyice dinleyip kavradıktan sonra da amel et! Kulların fiilleri (günahları) üç haletten hariç değildir:
1- Ya sadece Allah’tandır.
2- Ya Allah ve kul onun yapılmasında ortaktır.
3- Veya sadece kuldandır.
Eğer fiiller sadece Allah’tan olursa, o zaman kulun yapmadığı bir işten dolayı Allah onu nasıl cezalandırabilir? Oysa O, Adil, Rahim ve Hekim’dir. Eğer fiiller Allah ile kulun ortaklaşa yapmasından meydana gelirse, o zaman güçlü ortak, kendisinin ortak olmasına ve ona yardımda bulunmasına rağmen güçsüz ortağını nasıl cezalandırabilir?”
Sonra buyurdu ki: “Ey Nu’man! Üç haletten (durumdan) ikisi muhaldir.”
Ebu Hanife: “Evet, doğrudur” dedim.
Musa bin Cafer şöyle devam etti:
“Binaenaleyh, sadece bir halet (durum) kalıyor; o da şudur ki: Fiiller sadece kuldandır ve o tek başına kendi amellerinin sorumlusudur.”[1]
Daha sonra İmam Musa Kazım (a.s) Ebu Hanife’ye verdiği cevabı şiir şeklinde beyan ediyor.
_________________
[1] - Bihar, c. 48, s. 175
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
11- Kolay Ölüm
İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın evlatlarından biri genç yaşta dünyadan göçüyordu. İmam Kazım (a.s) oğlu Kasım’a: “Kalk kardeşinin başı ucunda Sâffat suresini sonuna kadar oku” buyurdular. Kasım da Sâffat suresini okumaya başladı. “Ehum eşeddu halken em men halakna”[1] ayetine ulaştığında genç dünyadan göçtü. Kefenleme işlerinden sonra onu kabristana götürdüklerinde Yakup bin Cafer İmam Kazım (a.s)’a şöyle dedi:
“Bir kimse ihzar (cam çekişme) halinde olduğunda, onun baş ucunda Yasin suresini okuyorlar. Ama siz bize Sâffat suresinin okunmasını emrettiniz.”
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Oğlum! Can çekişme halinde olan birinin baş ucunda bu sure okunursa, Allah-u Teala onu çabuk rahatlatır (canını alır).”[2]
_________________
[1] - “Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı?” (Sâffat / 11)
[2] - Bihar, c. 48, s. 289
İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın evlatlarından biri genç yaşta dünyadan göçüyordu. İmam Kazım (a.s) oğlu Kasım’a: “Kalk kardeşinin başı ucunda Sâffat suresini sonuna kadar oku” buyurdular. Kasım da Sâffat suresini okumaya başladı. “Ehum eşeddu halken em men halakna”[1] ayetine ulaştığında genç dünyadan göçtü. Kefenleme işlerinden sonra onu kabristana götürdüklerinde Yakup bin Cafer İmam Kazım (a.s)’a şöyle dedi:
“Bir kimse ihzar (cam çekişme) halinde olduğunda, onun baş ucunda Yasin suresini okuyorlar. Ama siz bize Sâffat suresinin okunmasını emrettiniz.”
İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdular: “Oğlum! Can çekişme halinde olan birinin baş ucunda bu sure okunursa, Allah-u Teala onu çabuk rahatlatır (canını alır).”[2]
_________________
[1] - “Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı?” (Sâffat / 11)
[2] - Bihar, c. 48, s. 289
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM