Hz. Ali (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
emirulmüminin hz. ali'nin (a.s) namazı
şeyh ve seyyid İmam sadık'tan (a.s) şöyle rivayet etmişlerdir: “sizden her kim dört rekât emirulmüminin hz. ali'nin (a.s) namazını kılacak olursa anadan doğduğu gün gibi günahlardan dışarı çıkar ve hacetleri reva olur. -hz. ali'nin (a.s) namazı şöyle kılınır: her rekâtta bir defa fatiha suresi ve elli defa İhlas suresi okunur. namazdan son-ra hz. ali'nin (a.s) tesbihi olan şu dua okunur:
سُبْحانَ مَنْ لا تَبيدُ مَعالِمُهُ سُبْحانَ مَنْ لا تَنْقُصُ خَزائنُهُ سُبْحانَ مَنْ لاَ* اضْمِحْلالَ لِفَخْرِهِ سُبْحانَ مَنْ لا يَنْفَدُ ما عِنْدَهُ سُبحانَ مَنْ لاَ انْقِطاعَ لِمُدَّتِهِ سُبْحانَ مَنْ لا يُشارِكُ اَحَداً فى اَمْرِهِ سُبْحانَ مَنْ لا اِلـهَ غَيْرُهُ.
"münezzehtir nişaneleri yok olup gitmeyen Allah, münezzehtir hazi-neleri eksilmeyen Allah, münezzehtir iftiharları yok olmayan Allah, mü-nezzehtir yanındaki -hayır ve nimetler- tükenmeyen Allah, münezzehtir -saltanat- süresi bitmeyen, kesilmeyen Allah, münezzehtir işinde hiç kim-se ortak olmayan Allah, münezzehtir kendisinden başka ilâh olmayan al-lah."
sonra dua ederek şöyle de:
يا مَنْ عَفا عَنِ السَّيِئاتِ وَلَمْ يُجازِ بِهَا ارْحَمْ عَبْدَكَ يا اَللهُ، نَفْسى نَفْسى اَنَا عَبْدُكَ يا سَيِّْداهُ اَنَا عَبْدُكَ بَيْنَ يَدَيْكَ يا رَبّاهُ اِلـهى بِكَيْنُونَتِكَ يا اَمَلاهُ يا رَحْماناهُ يا غِياثاهُ عَبْدُكَ عَبْدُكَ لا حيلَةَ لَهُ يا مُنتَهى رَغْبَتاهُ يا مُجْرِيَ الدَّمِ في عُرُوقي يا سَيِّداهُ يا مالِكاهُ اَيا هُوَ اَيا هُوَ يا رَبّاهُ، عَبْدُكَ عبدك لا حيلَةَ لي وَلا غِنى بي عَنْ نَفسْي وَلا اَسْتَطيعُ لَها ضَرّاً وَلا نَفْعاً وَلا اَجِدُ مَنْ اُصانِعُهُ تَقَطَّعَتْ اَسْبابُ الْخَدائِعِ عَنّي وَاضْمَحَلَّ كُلُّ مَظْنُون عّنى اَفْرَدَنِى الدَّهْرُ اِلَيْكَ فَقُمْتُ بَيْنَ يَدَيْكَ هذَا الْمَقامَ، يا اِلـهى بِعِلْمِكَ كانَ هذا كُلُّهُ فَكَيْفَ اَنْتَ صانِعٌ بي وَلَيْتَ شِعْري كَيْفَ تَقُولُ لِدُعائي اَتَقُولُ نَعْمَ اَمْ تَقُولُ لا، فَاِنْ قُلْتَ لافَيا وَيْلى يا وَيْلى يا* ويْلى يا عَوْلى يا عَوْلى يا عَوْلى يا شِقْوَتى يا شِقْوَتى يا شِقْوَتى يا ذُلّي يا ذُلّى يا ذُلّى اِلى مَنْ وَمِمَّنْ اَوْ عِنْدَ مَنْ اَوْ كَيْفَ اَوْ ماذا اَوْ اِلى اَيِّ شَيء اَلْجَأ وَمَنْ اَرْجُو وَمَنْ يَجُودُ عَليَّ بِفَضْلِهِ حينِ تَرْفُضُنى يا واسِعَ الْمَغْفِرَةِ، وَاِنْ قُلْتَ نَعَمْ كَما هُوَ الظَّنُّ بِكَ وَالرَّجاءُ لَكَ فَطُوبى لي اَنَا السَّعيدُ وَاَناَ الْمَسْعُودُ فَطُوبى لى وَاَنَا الْمَرْحُومُ يا مُتَرَحِّمُ يامُتَرَئّفُ يا مُتَعَطِّفُ يا مُتَجَبِّرُ (يا متحنّن) يا مُتَمَلِّكُ يا مُقْسِطُ لا عَمَلَ لى اَبْلُغُ بِهِ نَجاحَ حاجَتى أَسْأَلُكَ بِاْسمِكَ الَّذي جَعَلْتَهُ فى مَكْنُونِ غَيْبِكَ وَاسْتَقَرَّ عِنْدَكَ فَلا يَخْرُجُ مِنْكَ اِلى شَيء سِواكَ أَسْأَلُكَ بِهِ وَبِكَ (بك وبه) فَاِنَّهُ اَجَلُّ وَاَشْرَفُ اَسْمائِكَ لا شَيءَ لي غَيْرُ هذا وَلا اَحَدَ اَعْوَدُ عَليَّ مِنْكَ.
يا كَيْنُونُ يا مُكَوِّنُ يا مَنْ عَرَّفَنى نَفْسَهُ يا مَنْ اَمَرَنى بِطاعَتِهِ يا مَنْ نَهانى عَنْ* مَعْصِيَتِهِ وَيا مَدْعُوُّ يا مَسْؤوُلُ يا مَطْلُوباً اِلَيْهِ رَفَضْتُ وَصِيَّتَكَ الَّتى اَوْصَيْتَنى وَلَمْ اُطِعْكَ وَلَوْ اَطَعْتُكَ فيما اَمَرْتَنى لَكَفَيْتَنى ما قُمْتُ اِلَيْكَ فيهِ وَاَنَا مَعَ مَعْصِيَتى لَكَ راج فَلا تَحُلْ بَيْنى وَبَيْنَ ما رَجَوْتُ يا مُتَرَحِّماً لى اَعِذْني مِنْ بَيْنِ يَدَيَّ وَمِنْ خَلْقى وَمِنْ فَوْقى وَمِنْ تَحْتى وَمِنْ كُلِّ جِهاتِ الاِحاطَةِ بى.
اَللّـهُمَّ بِمُحَمَّد سَيِّدي وَبِعَلِيٍّ وَلِيّى وَبِالاَْئِمَةِ الرّاشِدينَ عَلَيْهِمُ السَّلامُ اجْعَلْ عَلَيْنَا صَلَواتِكَ وَرَأْفَتَكَ وَرَحْمتَكَ وَأْوسِعْ عَلَيْنا مِنْ رِزْقِكَ وَاقْضِ عَنَّا الدَّيْنَ وَجَميعَ حَوائِجِنا يا اَللهُ يا اَللهُ يا اَللهُ اِنَّكَ عَلى كُلِّ شَيْء قَديرٌ.
* "ey günahları affeden ve onlardan dolayı -kullarını- cezalandırma-yan! -bu- kuluna merhamet et. Allah'ım! merhamet et bana, merhamet et bana; ben senin kulunum. ey efendim! ben senin huzurunda duran kulu-num; ya rabbi, ya ilâhi! senin zatının sırrının hürmetine. ey benim aru-zum, ey -yaratıklarına karşı- merhametli olan, ey -kullarının imdadına ko-şan-! ben senin kulunum, gücü olmayan bir kul; ey arzumun zirvesi, ey damarlarımda kanı akıtan, ey efendim, ey sahibim, ey hu, ey hu, ey rabb, senin kulunum, kendimden hiçbir güce, hiçbir zenginliğe sahip ol-mayan kendime bir fayda ve zarar vermeye gücü yetmeyen, bana bir ça-re gösterecek kimseyi bulamayan kulunum senin; bütün çare yoları ke-silmiş benden. bana faydası olabileceğini sandığım her şey ve herkes yok olup gitti. zaman beni yalnız bırakarak sana yöneltti; derken senin huzurunda durdum. ey ilâhım! bütün bunlar senin ilmin çerçevesindedir; bana ne yapacaksın; keşke duama cevap olarak ne söyleyeceğini bil-seydim; evet söyleyip duamı kabul mü edeceksin, yoksa hayır söyleyip red mi edeceksin?! eğer hayır söyleyip reddedersen eyvahlar olsun ba-na, eyvahlar olsun bana, eyvahlar olsun bana! eyvahlar olsun yoksulluk ve zavallılığıma, eyvahlar olsun yoksulluk ve zavallılığıma, eyvahlar ol-sun yoksulluk ve zavallılığıma; eyvahlar olsun şekavetliliğime, eyvahlar olsun şekavetliliğime, eyvahlar olsun şekavetliliğime, eyvahlar olsun zelil halime, eyvahlar olsun zelil halime, eyvahlar olsun zelil halime! artık ki-me gideyim ve kimden gideyim veya kimin yanına ve nasıl gideyim ya da hangi kapıya ve hangi şeye sığınayım?! kimin bağışını umayım; sen beni reddedip -kereminden- kovunca kim lütfüyle bana bağışta bulunur?! ey bağışı geniş olan! evet der de duamı kabul edersen, nitekim sana karşı zannım ve ümidim budur, bu durumda ne mutlu bana! artık ben mutlu olurum, saadete erişirim; bu durumda ne mutlu bana! artık ben kendisine merhamet edilen bir kimse olurum. ey çok merhamet eden, ey çok rauf olan, ey çok şefkat eden, ey çok güçlü ve muktedir olan, ey adaletli dav-ranan! benim hacetimin reva olmasına neden olacak bir amelim yoktur; gayıpta gizlediğin, kendi yanında var olan ve senin yanından senden başka kimseye çıkmayan ismin hürmetine, o isminin hakkı için, kendi hakkın için, isimlerinin en yüce ve eşrefi olan o ismin hürmetine; o ismin hürmetine ki, ondan başka tevessül edeceğim bir isim yoktur ve senden başka hiç kimsenin bana bir yararı yoktur.
* ey sırf varlık, ey alemi var eden, ey bana kendisini tanıtan, ey ba-na kendisine itaat etmeyi emreden, ey beni kendisine karşı günah işle-mekten alıkoyan, ey herkes tarafından çağrılan, ey kendisinden istenilen, ey herkesin talebi! bana yapmış olduğun tavsiyeni terk ettim ve itaat et-medim; bana emrettiğin şeyde sana itaat edecek olsaydım her şey için sana gelseydim sen bana yeterdin; ben sana karşı işlemiş olduğum gü-nahıma rağmen senin lütfünü umuyorum; o halde -hacetimi reva et,- be-nimle ümitlerim arasında ayrılık düşürme. ey bana çok şefkatli olan! ö-nümden, arkamdan, üstümden, altımdan ve her taraftan beni kuşatan kö-tülüklerden beni kendi sığınak ve korumana al.
Allah'ım! mevlam muhammed, velim ali ve hidayet eden imamları-mın -Allah'ın selamı onların hepsinin üzerine olsun- hakkı hürmetine sâ-lat, şefkat ve rahmetini bizim üzerimize kıl. rızkını bize artır, borcumuzu eda et ve bütün hacetlerimizi gider. ey Allah, ey Allah, ey Allah! gerçek-ten senin her şeye gücün yeter."
İmam (a.s) daha sonra şöyle devam etti: “kim bu namazı kılar da peşinden bu duayı okursa, Allah teala ile arasındaki bütün günahlar bağışlanır."
cuma gecesi ve cuma gününde bu dört rekât namazı kılmanın fa-zileti ile ilgili bir çok hadis rivayet edilmiştir. namazdan sonra “allahumme selli ele'n-nebiyyi'l-arabi ve âlihi=Allah'ım! arap pey-gambere ve onun ehl-i beytine sâlat et" derse, geçmişte işlediği ve gelecekteki günahları bağışlanır ve bu durumda kur'an-ı kerimi on iki defa hatmetmiş gibi olur ve Allah teala ondan kıyamet gününün açlık ve susuzluğunu giderir.
şeyh ve seyyid İmam sadık'tan (a.s) şöyle rivayet etmişlerdir: “sizden her kim dört rekât emirulmüminin hz. ali'nin (a.s) namazını kılacak olursa anadan doğduğu gün gibi günahlardan dışarı çıkar ve hacetleri reva olur. -hz. ali'nin (a.s) namazı şöyle kılınır: her rekâtta bir defa fatiha suresi ve elli defa İhlas suresi okunur. namazdan son-ra hz. ali'nin (a.s) tesbihi olan şu dua okunur:
سُبْحانَ مَنْ لا تَبيدُ مَعالِمُهُ سُبْحانَ مَنْ لا تَنْقُصُ خَزائنُهُ سُبْحانَ مَنْ لاَ* اضْمِحْلالَ لِفَخْرِهِ سُبْحانَ مَنْ لا يَنْفَدُ ما عِنْدَهُ سُبحانَ مَنْ لاَ انْقِطاعَ لِمُدَّتِهِ سُبْحانَ مَنْ لا يُشارِكُ اَحَداً فى اَمْرِهِ سُبْحانَ مَنْ لا اِلـهَ غَيْرُهُ.
"münezzehtir nişaneleri yok olup gitmeyen Allah, münezzehtir hazi-neleri eksilmeyen Allah, münezzehtir iftiharları yok olmayan Allah, mü-nezzehtir yanındaki -hayır ve nimetler- tükenmeyen Allah, münezzehtir -saltanat- süresi bitmeyen, kesilmeyen Allah, münezzehtir işinde hiç kim-se ortak olmayan Allah, münezzehtir kendisinden başka ilâh olmayan al-lah."
sonra dua ederek şöyle de:
يا مَنْ عَفا عَنِ السَّيِئاتِ وَلَمْ يُجازِ بِهَا ارْحَمْ عَبْدَكَ يا اَللهُ، نَفْسى نَفْسى اَنَا عَبْدُكَ يا سَيِّْداهُ اَنَا عَبْدُكَ بَيْنَ يَدَيْكَ يا رَبّاهُ اِلـهى بِكَيْنُونَتِكَ يا اَمَلاهُ يا رَحْماناهُ يا غِياثاهُ عَبْدُكَ عَبْدُكَ لا حيلَةَ لَهُ يا مُنتَهى رَغْبَتاهُ يا مُجْرِيَ الدَّمِ في عُرُوقي يا سَيِّداهُ يا مالِكاهُ اَيا هُوَ اَيا هُوَ يا رَبّاهُ، عَبْدُكَ عبدك لا حيلَةَ لي وَلا غِنى بي عَنْ نَفسْي وَلا اَسْتَطيعُ لَها ضَرّاً وَلا نَفْعاً وَلا اَجِدُ مَنْ اُصانِعُهُ تَقَطَّعَتْ اَسْبابُ الْخَدائِعِ عَنّي وَاضْمَحَلَّ كُلُّ مَظْنُون عّنى اَفْرَدَنِى الدَّهْرُ اِلَيْكَ فَقُمْتُ بَيْنَ يَدَيْكَ هذَا الْمَقامَ، يا اِلـهى بِعِلْمِكَ كانَ هذا كُلُّهُ فَكَيْفَ اَنْتَ صانِعٌ بي وَلَيْتَ شِعْري كَيْفَ تَقُولُ لِدُعائي اَتَقُولُ نَعْمَ اَمْ تَقُولُ لا، فَاِنْ قُلْتَ لافَيا وَيْلى يا وَيْلى يا* ويْلى يا عَوْلى يا عَوْلى يا عَوْلى يا شِقْوَتى يا شِقْوَتى يا شِقْوَتى يا ذُلّي يا ذُلّى يا ذُلّى اِلى مَنْ وَمِمَّنْ اَوْ عِنْدَ مَنْ اَوْ كَيْفَ اَوْ ماذا اَوْ اِلى اَيِّ شَيء اَلْجَأ وَمَنْ اَرْجُو وَمَنْ يَجُودُ عَليَّ بِفَضْلِهِ حينِ تَرْفُضُنى يا واسِعَ الْمَغْفِرَةِ، وَاِنْ قُلْتَ نَعَمْ كَما هُوَ الظَّنُّ بِكَ وَالرَّجاءُ لَكَ فَطُوبى لي اَنَا السَّعيدُ وَاَناَ الْمَسْعُودُ فَطُوبى لى وَاَنَا الْمَرْحُومُ يا مُتَرَحِّمُ يامُتَرَئّفُ يا مُتَعَطِّفُ يا مُتَجَبِّرُ (يا متحنّن) يا مُتَمَلِّكُ يا مُقْسِطُ لا عَمَلَ لى اَبْلُغُ بِهِ نَجاحَ حاجَتى أَسْأَلُكَ بِاْسمِكَ الَّذي جَعَلْتَهُ فى مَكْنُونِ غَيْبِكَ وَاسْتَقَرَّ عِنْدَكَ فَلا يَخْرُجُ مِنْكَ اِلى شَيء سِواكَ أَسْأَلُكَ بِهِ وَبِكَ (بك وبه) فَاِنَّهُ اَجَلُّ وَاَشْرَفُ اَسْمائِكَ لا شَيءَ لي غَيْرُ هذا وَلا اَحَدَ اَعْوَدُ عَليَّ مِنْكَ.
يا كَيْنُونُ يا مُكَوِّنُ يا مَنْ عَرَّفَنى نَفْسَهُ يا مَنْ اَمَرَنى بِطاعَتِهِ يا مَنْ نَهانى عَنْ* مَعْصِيَتِهِ وَيا مَدْعُوُّ يا مَسْؤوُلُ يا مَطْلُوباً اِلَيْهِ رَفَضْتُ وَصِيَّتَكَ الَّتى اَوْصَيْتَنى وَلَمْ اُطِعْكَ وَلَوْ اَطَعْتُكَ فيما اَمَرْتَنى لَكَفَيْتَنى ما قُمْتُ اِلَيْكَ فيهِ وَاَنَا مَعَ مَعْصِيَتى لَكَ راج فَلا تَحُلْ بَيْنى وَبَيْنَ ما رَجَوْتُ يا مُتَرَحِّماً لى اَعِذْني مِنْ بَيْنِ يَدَيَّ وَمِنْ خَلْقى وَمِنْ فَوْقى وَمِنْ تَحْتى وَمِنْ كُلِّ جِهاتِ الاِحاطَةِ بى.
اَللّـهُمَّ بِمُحَمَّد سَيِّدي وَبِعَلِيٍّ وَلِيّى وَبِالاَْئِمَةِ الرّاشِدينَ عَلَيْهِمُ السَّلامُ اجْعَلْ عَلَيْنَا صَلَواتِكَ وَرَأْفَتَكَ وَرَحْمتَكَ وَأْوسِعْ عَلَيْنا مِنْ رِزْقِكَ وَاقْضِ عَنَّا الدَّيْنَ وَجَميعَ حَوائِجِنا يا اَللهُ يا اَللهُ يا اَللهُ اِنَّكَ عَلى كُلِّ شَيْء قَديرٌ.
* "ey günahları affeden ve onlardan dolayı -kullarını- cezalandırma-yan! -bu- kuluna merhamet et. Allah'ım! merhamet et bana, merhamet et bana; ben senin kulunum. ey efendim! ben senin huzurunda duran kulu-num; ya rabbi, ya ilâhi! senin zatının sırrının hürmetine. ey benim aru-zum, ey -yaratıklarına karşı- merhametli olan, ey -kullarının imdadına ko-şan-! ben senin kulunum, gücü olmayan bir kul; ey arzumun zirvesi, ey damarlarımda kanı akıtan, ey efendim, ey sahibim, ey hu, ey hu, ey rabb, senin kulunum, kendimden hiçbir güce, hiçbir zenginliğe sahip ol-mayan kendime bir fayda ve zarar vermeye gücü yetmeyen, bana bir ça-re gösterecek kimseyi bulamayan kulunum senin; bütün çare yoları ke-silmiş benden. bana faydası olabileceğini sandığım her şey ve herkes yok olup gitti. zaman beni yalnız bırakarak sana yöneltti; derken senin huzurunda durdum. ey ilâhım! bütün bunlar senin ilmin çerçevesindedir; bana ne yapacaksın; keşke duama cevap olarak ne söyleyeceğini bil-seydim; evet söyleyip duamı kabul mü edeceksin, yoksa hayır söyleyip red mi edeceksin?! eğer hayır söyleyip reddedersen eyvahlar olsun ba-na, eyvahlar olsun bana, eyvahlar olsun bana! eyvahlar olsun yoksulluk ve zavallılığıma, eyvahlar olsun yoksulluk ve zavallılığıma, eyvahlar ol-sun yoksulluk ve zavallılığıma; eyvahlar olsun şekavetliliğime, eyvahlar olsun şekavetliliğime, eyvahlar olsun şekavetliliğime, eyvahlar olsun zelil halime, eyvahlar olsun zelil halime, eyvahlar olsun zelil halime! artık ki-me gideyim ve kimden gideyim veya kimin yanına ve nasıl gideyim ya da hangi kapıya ve hangi şeye sığınayım?! kimin bağışını umayım; sen beni reddedip -kereminden- kovunca kim lütfüyle bana bağışta bulunur?! ey bağışı geniş olan! evet der de duamı kabul edersen, nitekim sana karşı zannım ve ümidim budur, bu durumda ne mutlu bana! artık ben mutlu olurum, saadete erişirim; bu durumda ne mutlu bana! artık ben kendisine merhamet edilen bir kimse olurum. ey çok merhamet eden, ey çok rauf olan, ey çok şefkat eden, ey çok güçlü ve muktedir olan, ey adaletli dav-ranan! benim hacetimin reva olmasına neden olacak bir amelim yoktur; gayıpta gizlediğin, kendi yanında var olan ve senin yanından senden başka kimseye çıkmayan ismin hürmetine, o isminin hakkı için, kendi hakkın için, isimlerinin en yüce ve eşrefi olan o ismin hürmetine; o ismin hürmetine ki, ondan başka tevessül edeceğim bir isim yoktur ve senden başka hiç kimsenin bana bir yararı yoktur.
* ey sırf varlık, ey alemi var eden, ey bana kendisini tanıtan, ey ba-na kendisine itaat etmeyi emreden, ey beni kendisine karşı günah işle-mekten alıkoyan, ey herkes tarafından çağrılan, ey kendisinden istenilen, ey herkesin talebi! bana yapmış olduğun tavsiyeni terk ettim ve itaat et-medim; bana emrettiğin şeyde sana itaat edecek olsaydım her şey için sana gelseydim sen bana yeterdin; ben sana karşı işlemiş olduğum gü-nahıma rağmen senin lütfünü umuyorum; o halde -hacetimi reva et,- be-nimle ümitlerim arasında ayrılık düşürme. ey bana çok şefkatli olan! ö-nümden, arkamdan, üstümden, altımdan ve her taraftan beni kuşatan kö-tülüklerden beni kendi sığınak ve korumana al.
Allah'ım! mevlam muhammed, velim ali ve hidayet eden imamları-mın -Allah'ın selamı onların hepsinin üzerine olsun- hakkı hürmetine sâ-lat, şefkat ve rahmetini bizim üzerimize kıl. rızkını bize artır, borcumuzu eda et ve bütün hacetlerimizi gider. ey Allah, ey Allah, ey Allah! gerçek-ten senin her şeye gücün yeter."
İmam (a.s) daha sonra şöyle devam etti: “kim bu namazı kılar da peşinden bu duayı okursa, Allah teala ile arasındaki bütün günahlar bağışlanır."
cuma gecesi ve cuma gününde bu dört rekât namazı kılmanın fa-zileti ile ilgili bir çok hadis rivayet edilmiştir. namazdan sonra “allahumme selli ele'n-nebiyyi'l-arabi ve âlihi=Allah'ım! arap pey-gambere ve onun ehl-i beytine sâlat et" derse, geçmişte işlediği ve gelecekteki günahları bağışlanır ve bu durumda kur'an-ı kerimi on iki defa hatmetmiş gibi olur ve Allah teala ondan kıyamet gününün açlık ve susuzluğunu giderir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
hz. ali'nin (a.s) ziyareti (pazar günü)
ravi, hz. mehdi'nin (a.f) emirulmüminin İmam ali'yi (a.s) kendi günü olan pazar gününde bu kelimelerle ziyaret ettiğine şahit olduğu-nu söylüyor:
اَلسَّلامُ عَلَى الشَّجَرَةِ النَّبَوِيَّةِ وَالدَّوْحَةِ الْهاشِمِيَّةِ المُضيئَةِ المُثْمِرَةِ بِالنَّبُوَّةِ الْمُونِقَةِ بِالاِْمامَةِ وَعَلى ضَجيعَيْكَ آدَمَ وَنُوح عَلَيْهِمَا السَّلامُ، اَلسَّلامُ عَلَيْكَ وَعَلى اَهْلِ بَيْتِكَ الطَّيِّبينَ الطّاهِرينَ، اَلسَّلامُ عَلَيْكَ وَ عَلَى الْمَلائِكَةِ الُْمحْدِقينَ* بِكَ وَالْحافّينَ بِقَبْرِكَ يا مَوْلايَ يا اَميرَ الْمُوْمِنينَ هذا يَوْمُ الاَْحَدِ وَهُوَ يَوْمُكَ وَبِاسْمِكَ وَاَنَا ضَيْفُكَ فيهِ وَ جارُكَ فَاَضِفْنى يا مَوْلاىَ وَاَجِرْنى فَاِنَّكَ كَريمٌ تُحِبُّ الضِّيافَةَ وَ مَأْمُورٌ بِالاِْجارَةِ فَافْعَلْ ما رَغِبْتُ اِلَيْكَ فيهِ وَرَجَوْتُهُ مِنْكَ بِمَنْزِلَتِكَ وَ آلِ بَيْتِكَ عِنْدَاللهِ وَمَنْزِلَتِهِ عِنْدَكُمْ وَبِحَقِّ ابْنِ عَمِّكَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ وَعَلَيْهِمْ اَجْمَعينَ.
"selam olsun nübüvvet şeceresine, haşimoğullarının nübüvvet nur-lu ve meyveli ve imametle süslü ağacına; selam seninle yan yana yatan adem ve nuh aleyhimasselama; selam olsun sana ve senin tertemiz ehl-i beyt'ine. selam olsun sana ve etrafını saran, kabrini çevreleyen melek-lere. ey mevlam, ey emirulmüminin! bu pazar günü sana aittir; senin is-mini taşır. ben ise bugünde senin misafirinim, komşunum. o halde beni misafirliğine kabul et; ey mevlam ve bana sığınak ver. gerçekten sen cömert ve misafirperverliği seviyorsun; -Allah tarafından insanlara- sığı-nak vermeye emredilmişsin. o halde bugünde sana rağbet ettiğim ve senden ümit ettiğim şeyi yerine getir; senin ve ehl-i beyt'inin Allah katın-daki makam ve mevkiiniz hürmetine ve o'nun da sizin yanınızdaki ma-kam ve mevkisi hürmetine ve amcan oğlu resulullah'ın -Allah'ın sâlat ve selamı onun ve ehl-i beyt'inin üzerine olsun- hakkı hürmetine."
ravi, hz. mehdi'nin (a.f) emirulmüminin İmam ali'yi (a.s) kendi günü olan pazar gününde bu kelimelerle ziyaret ettiğine şahit olduğu-nu söylüyor:
اَلسَّلامُ عَلَى الشَّجَرَةِ النَّبَوِيَّةِ وَالدَّوْحَةِ الْهاشِمِيَّةِ المُضيئَةِ المُثْمِرَةِ بِالنَّبُوَّةِ الْمُونِقَةِ بِالاِْمامَةِ وَعَلى ضَجيعَيْكَ آدَمَ وَنُوح عَلَيْهِمَا السَّلامُ، اَلسَّلامُ عَلَيْكَ وَعَلى اَهْلِ بَيْتِكَ الطَّيِّبينَ الطّاهِرينَ، اَلسَّلامُ عَلَيْكَ وَ عَلَى الْمَلائِكَةِ الُْمحْدِقينَ* بِكَ وَالْحافّينَ بِقَبْرِكَ يا مَوْلايَ يا اَميرَ الْمُوْمِنينَ هذا يَوْمُ الاَْحَدِ وَهُوَ يَوْمُكَ وَبِاسْمِكَ وَاَنَا ضَيْفُكَ فيهِ وَ جارُكَ فَاَضِفْنى يا مَوْلاىَ وَاَجِرْنى فَاِنَّكَ كَريمٌ تُحِبُّ الضِّيافَةَ وَ مَأْمُورٌ بِالاِْجارَةِ فَافْعَلْ ما رَغِبْتُ اِلَيْكَ فيهِ وَرَجَوْتُهُ مِنْكَ بِمَنْزِلَتِكَ وَ آلِ بَيْتِكَ عِنْدَاللهِ وَمَنْزِلَتِهِ عِنْدَكُمْ وَبِحَقِّ ابْنِ عَمِّكَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ وَسَلَّمَ وَعَلَيْهِمْ اَجْمَعينَ.
"selam olsun nübüvvet şeceresine, haşimoğullarının nübüvvet nur-lu ve meyveli ve imametle süslü ağacına; selam seninle yan yana yatan adem ve nuh aleyhimasselama; selam olsun sana ve senin tertemiz ehl-i beyt'ine. selam olsun sana ve etrafını saran, kabrini çevreleyen melek-lere. ey mevlam, ey emirulmüminin! bu pazar günü sana aittir; senin is-mini taşır. ben ise bugünde senin misafirinim, komşunum. o halde beni misafirliğine kabul et; ey mevlam ve bana sığınak ver. gerçekten sen cömert ve misafirperverliği seviyorsun; -Allah tarafından insanlara- sığı-nak vermeye emredilmişsin. o halde bugünde sana rağbet ettiğim ve senden ümit ettiğim şeyi yerine getir; senin ve ehl-i beyt'inin Allah katın-daki makam ve mevkiiniz hürmetine ve o'nun da sizin yanınızdaki ma-kam ve mevkisi hürmetine ve amcan oğlu resulullah'ın -Allah'ın sâlat ve selamı onun ve ehl-i beyt'inin üzerine olsun- hakkı hürmetine."
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
Mevlamız Emirulmüminin Hz. Ali'nin (a.s) Ziyaretinin Fazileti ve Niteliği
Hz. Ali Aleyhisselam'ın Ziyaretinin Fazileti
Şeyh Tusî, sahih bir senetle Muhammed b. Müslim kanalıyla İmam Cafer Sadık aleyhisselam'dan şöyle rivayet eder: "Allah Teala meleklerden daha çok bir varlık yaratmamıştır. Her gün yetmiş bin melek nazil olur ve Beyt-ul Me'mur'a gelerek onun etrafını tavaf ederler, sonra Ka'be'ye giderler. Ka'be'yi de tavaf ettikten sonra Resulullah'ın mezarına gider, o hazrete selam ederler. Daha sonra Hz. Ali'nin mezarına giderek ona selam ederler. Sonra da Hüseyin'in mezarına giderek ona da selam ettikten sonra göğe çıkarlar ve kıyamete kadar her gün onlar gibi bu kadar melek nazil olur." Sonra şöyle buyurdu: "Her kim Hz. Ali'nin hakkını bilerek, yani o hazrete itaati farz ve onu Resulullah'tan sonraki halife bilerek onu ziyaret ederse, zorla ve kibirle ziyarete gitmemiş olursa, Allah onun için yüz bin şehid sevabı yazar, günahlarını affeder ve gelecek günahlarını bağışlar ve kıyamet günü, o günün korkunç durumlarından güvende olarak dirilir, hesabı kolay olur ve melekler onu karşılamaya gelirler. Hz. Ali'nin ziyaretinden dönünce de melekler onu kendi evine kadar uğurlarlar, hasta olursa onun ziyaretine giderler, ölürse mezara kadar cenazesine eşlik eder ve onun için bağışlanma dilerler."
Seyyid Abdulkerim b. Tavus, "Ferhatu'l-Ğera" adlı kitabında İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Kim yaya olarak Emi-rulmüminin Ali aleyhisselam'ın ziyaretine giderse, Allah Tela, attığı her adıma bir Hac ve bir Umre sevabı yazar ve eğer yaya olarak da geri dönerse, attığı her adıma iki Hac ve iki Umre sevabı yazar."
Ve yine İbn-i Marid'e İmam'ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ey Marid'in oğlu! Kim dedem Emirulmüminin'in hakkını bile-rek onu ziyaret ederse, Allah Teala onun her adımına karşılık, kabul olmuş bir Hac ve beğenilmiş bir Umre sevabı yazar. Ey Marid'in oğlu! Vallahi, ister yaya olarak, ister süvari Emirulmüminin Ali'nin ziyare-tinde tozlanan ayağa cehennem ateşi değmeyecektir. Ey Marid'in oğlu bu hadisi altın suyuyla yaz."
Yine İmam Cafer Sadık aleyhisselam'dan şöyle rivayet eder: "Biz diyoruz ki Kufe'nin arkasında bir mezar var; kimin derdi olur da o mezara sığınırsa, Allah Teala onun derdine şifa verir."
Muteber rivayetlerden anlaşılan şudur: "Allah Teala, Emirulmü-minin Ali aleyhisselamın ve onun tertemiz evlatlarının türbelerini kor-kanların ve sıkıntısı olanların sığınağı ve yeryüzündekilerin aman yeri kılmıştır. Onun ziyaretine giden her gamlının gamı giderilir, kendisini o mezara süren her derdi olanın derdi şifa bulur ve ona sığınan güven-de olur."
Seyyid Abdulkerim b. Tavus, Muhammed b. Ali Şeybayi'den şöyle rivayet etmiştir: "Hicretin ikiyiz altmış küsur yılında babam ve amcam Hüseyin'le birlikte geceleyin gizlice Emirulmüminin Ali aleyhisselam'ın ziyaretine gittik. Ben o zaman küçük bir çocuktum. O hazretin mezarına ulaştığımızda mezarın etrafına siyah taşların bırakıl-mış olduğunu ve üzerine bina yapılmadığını gördük. Mezara yaklaştık aramızdan bazıları Kur'an okumaya, bazıları namaz kılmaya, bazıları ziyaret etmeye başladılar. Tam o sırada bir aslanın bize doğru gel-mekte olduğunu gördük. Bize yaklaşınca biz oradan bir mızrak boyu uzaklaştık. Aslan mezara yaklaştı ve ön ayaklarını mezara sürmeye başladı. Aramızdan biri yaklaşarak onu seyretmeye başladı; aslan ona dokunmadı. O adam yanımıza dönerek aslanın durumunu anlattı. Bunun üzerine korkumuz kalmadı. Böylece hepimiz yaklaşarak aslana baktık, yaralı ayağını o hazretin mezarına sürüyordu. Bir saat sonra aslan gidince biz yine namaz, ziyaret ve Kur'an okumakla meşgul olduk."
Şeyh Mufid şöyle nakleder: Bir gün Harun Reşid av avlama kas-tıyla Kufe'den dışarı çıkarak Gariyyeyn ve Seviyye'ye doğru hareket etti. Orada birkaç ceylan görünce av kuşlarını ve terbiye edilmiş köpeklerini onları avlamak için saldı. Bu hayvanları ceylanları kovma-ya başladılar. Ceylanlar bir tepeye sığınarak orada dinlenmeye baş-ladılar. Av kuşları bir bölgede yere düştüler ve tazılar da yığılıp kaldılar. Harun Reşid bu manzaraya şaşırıp kaldı. Sonra ceylanlar tepeden aşağı inmek istediler. Av hayvanları tekrar onları kovmaya başlayınca ceylanlar tekrar o tepeye sığındılar ve eğitilmiş hayvanlar da onların peşini bıraktılar. Bu olay üç defa tekrarlandı. Harun Reşid hayretler içinde kölelerini çağırarak o yerden haberi olan birisini bulup getirmelerini emretti. Köleler giderek Esedoğulları kabilesinden yaşlı bir adamı getirdiler. Harun, yaşlı adamdan o tepenin kıssasını sorunca, adam, aman verirseniz bu tepenin kıssasını söylerim dedi. Harun, "Sana bir zarar vermeyeceğime dair Allah'a söz veriyorum; şimdi bildiklerini söyle" dedi. Adam dedi ki: "Babam babalarından Emirulmüminin Ali aleyhisselam'ın mezarının bu tepede olduğunu ve Allah Teala'nın burayı aman ve emniyet yeri kıldığını ve buraya sığınanın amanda olacağını nakletmiştir."
Araplarda "Falanca kendisine sığınanı çekirgelerin sığındığı kişiden daha fazla korur" anlamında meşhur bir söz var. Bunun kıssası şöyledir: Tayy kabilesinden Mudlic b. Suveyd isminde göçebe bir adam bir gün kendi çadırında oturduğu bir sırada Tay kabilesinden yanlarında çuval ve tabaklar olan bir grubun gelmekte olduğunu görünce, "Ne oldu?" diye sordu. Bunun üzerine, "çadırınızın etrafına çok sayıda çekirge toplanmış, onları tutmaya geledik" dediler. Mudlic bunu duyunca hemen kalkıp atına bindi ve mızrağını da eline alarak, "Vallahi kim bu çakirgelere dokunursa onu öldürürüm, bu çekirgeler benim etrafımdan olacaklar da siz onları tutmaya mı kalkışacaksınız? Kesinlikle böyle bir şey olamaz" dedi. Hava ısındıktan sonra çekirgeler uçup gidinceye kadar Mudlic öylece onları savunmaya devam etti. Çekirgeler gidince, "Artık çekirgeler etrafımdan çekip gittiler; şimdi onlara istediğinizi yapabilirsiniz" dedi.
Kamus kitabının yazarı şöyle demiştir: "Zu'l-A'vad, çok saygın bir kişinin lakabıydı; bazıları onun Eksem b. Sayfi'nin dedesi olduğunu söylemişlerdir. Muzar kabilesi her yıl ona bir miktar haraç verir; yaşlandığı vakitte ise onu bir tahtta oturtup haraç toplamak için onu kabileler ve Araplar arasında tavaf ettirirlerdi (gezdirirlerdi). O, o kadar aziz ve saygın bir kişiydi ki korkan bir kişi kendisini onun tahtına ulaştırsaydı güvende olurdu, her zelil ve alçak birisi onun tahtının yanına gelseydi aziz ve değerli olurdu; yanına ulaşan her aç açlıktan kurtulurdu."
O halde bir Arabın tahtı böyle bir izzet ve saygınlığa ulaşabil-diğine göre Allah Teala'nın tahtını Cebrail, Mikail, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) taşıdığı kendi velisinin mezarını korkanların yurdu, kaçanların sığınağı, zavallıların imdadı ve dertlilerin derdinin şifası kılmasının ne sakıncası olabilir ki?! O halde nerede olursan ol, kendini ona ulaştır ve mümkün olduğu kadar kendini ona yapıştır, feryadına yetişip seni dünya ve ahrette helak olmaktan kurtarıncaya kadar talebinde ısrar et.
Cömertliğine sığın; göreceksin ki o kefildir,
Kıyamette günahkârları kurtarmak için.
Arzulayanlara yönelip cevap verecektir
Onların fısıldayışlarını duyandır.
"Daru's-Selam"da Şeyh Deylemî'den şöyle nakledilmiştir: Necef-i Eşref'in salih kişilerinden bir grubu şöyle rivayet etmişlerdir: Adamın biri rüya âleminde, o mübarek türbede ve onun dışında yer alan mezarların her birinden Allah'ın sağlam ipi müminlerin emiri Hz. Ali'nin (Allah'ın selamı onun üzerine olsun) türbesinin üzerindeki kubbeye bir ip bağlandığını gördü. Bunun üzerine şu beytleri okudu:
Ölünce beni Haydar'ın yanıbaşına defnedin
İkram edin ona; babasıdır Şubber ile Şubeyr'in
Onun yanında korkmam ateşinden cehennemin
Çekinmem sorgusundan Münker ile Nekir'in
Çünkü ardır himaye edene himaye ederken
Kaybolunca devesinin bağı himayesindekinin
Hz. Ali Aleyhisselam'ın Ziyaretinin Fazileti
Şeyh Tusî, sahih bir senetle Muhammed b. Müslim kanalıyla İmam Cafer Sadık aleyhisselam'dan şöyle rivayet eder: "Allah Teala meleklerden daha çok bir varlık yaratmamıştır. Her gün yetmiş bin melek nazil olur ve Beyt-ul Me'mur'a gelerek onun etrafını tavaf ederler, sonra Ka'be'ye giderler. Ka'be'yi de tavaf ettikten sonra Resulullah'ın mezarına gider, o hazrete selam ederler. Daha sonra Hz. Ali'nin mezarına giderek ona selam ederler. Sonra da Hüseyin'in mezarına giderek ona da selam ettikten sonra göğe çıkarlar ve kıyamete kadar her gün onlar gibi bu kadar melek nazil olur." Sonra şöyle buyurdu: "Her kim Hz. Ali'nin hakkını bilerek, yani o hazrete itaati farz ve onu Resulullah'tan sonraki halife bilerek onu ziyaret ederse, zorla ve kibirle ziyarete gitmemiş olursa, Allah onun için yüz bin şehid sevabı yazar, günahlarını affeder ve gelecek günahlarını bağışlar ve kıyamet günü, o günün korkunç durumlarından güvende olarak dirilir, hesabı kolay olur ve melekler onu karşılamaya gelirler. Hz. Ali'nin ziyaretinden dönünce de melekler onu kendi evine kadar uğurlarlar, hasta olursa onun ziyaretine giderler, ölürse mezara kadar cenazesine eşlik eder ve onun için bağışlanma dilerler."
Seyyid Abdulkerim b. Tavus, "Ferhatu'l-Ğera" adlı kitabında İmam Cafer Sadık'tan (a.s) şöyle rivayet eder: "Kim yaya olarak Emi-rulmüminin Ali aleyhisselam'ın ziyaretine giderse, Allah Tela, attığı her adıma bir Hac ve bir Umre sevabı yazar ve eğer yaya olarak da geri dönerse, attığı her adıma iki Hac ve iki Umre sevabı yazar."
Ve yine İbn-i Marid'e İmam'ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Ey Marid'in oğlu! Kim dedem Emirulmüminin'in hakkını bile-rek onu ziyaret ederse, Allah Teala onun her adımına karşılık, kabul olmuş bir Hac ve beğenilmiş bir Umre sevabı yazar. Ey Marid'in oğlu! Vallahi, ister yaya olarak, ister süvari Emirulmüminin Ali'nin ziyare-tinde tozlanan ayağa cehennem ateşi değmeyecektir. Ey Marid'in oğlu bu hadisi altın suyuyla yaz."
Yine İmam Cafer Sadık aleyhisselam'dan şöyle rivayet eder: "Biz diyoruz ki Kufe'nin arkasında bir mezar var; kimin derdi olur da o mezara sığınırsa, Allah Teala onun derdine şifa verir."
Muteber rivayetlerden anlaşılan şudur: "Allah Teala, Emirulmü-minin Ali aleyhisselamın ve onun tertemiz evlatlarının türbelerini kor-kanların ve sıkıntısı olanların sığınağı ve yeryüzündekilerin aman yeri kılmıştır. Onun ziyaretine giden her gamlının gamı giderilir, kendisini o mezara süren her derdi olanın derdi şifa bulur ve ona sığınan güven-de olur."
Seyyid Abdulkerim b. Tavus, Muhammed b. Ali Şeybayi'den şöyle rivayet etmiştir: "Hicretin ikiyiz altmış küsur yılında babam ve amcam Hüseyin'le birlikte geceleyin gizlice Emirulmüminin Ali aleyhisselam'ın ziyaretine gittik. Ben o zaman küçük bir çocuktum. O hazretin mezarına ulaştığımızda mezarın etrafına siyah taşların bırakıl-mış olduğunu ve üzerine bina yapılmadığını gördük. Mezara yaklaştık aramızdan bazıları Kur'an okumaya, bazıları namaz kılmaya, bazıları ziyaret etmeye başladılar. Tam o sırada bir aslanın bize doğru gel-mekte olduğunu gördük. Bize yaklaşınca biz oradan bir mızrak boyu uzaklaştık. Aslan mezara yaklaştı ve ön ayaklarını mezara sürmeye başladı. Aramızdan biri yaklaşarak onu seyretmeye başladı; aslan ona dokunmadı. O adam yanımıza dönerek aslanın durumunu anlattı. Bunun üzerine korkumuz kalmadı. Böylece hepimiz yaklaşarak aslana baktık, yaralı ayağını o hazretin mezarına sürüyordu. Bir saat sonra aslan gidince biz yine namaz, ziyaret ve Kur'an okumakla meşgul olduk."
Şeyh Mufid şöyle nakleder: Bir gün Harun Reşid av avlama kas-tıyla Kufe'den dışarı çıkarak Gariyyeyn ve Seviyye'ye doğru hareket etti. Orada birkaç ceylan görünce av kuşlarını ve terbiye edilmiş köpeklerini onları avlamak için saldı. Bu hayvanları ceylanları kovma-ya başladılar. Ceylanlar bir tepeye sığınarak orada dinlenmeye baş-ladılar. Av kuşları bir bölgede yere düştüler ve tazılar da yığılıp kaldılar. Harun Reşid bu manzaraya şaşırıp kaldı. Sonra ceylanlar tepeden aşağı inmek istediler. Av hayvanları tekrar onları kovmaya başlayınca ceylanlar tekrar o tepeye sığındılar ve eğitilmiş hayvanlar da onların peşini bıraktılar. Bu olay üç defa tekrarlandı. Harun Reşid hayretler içinde kölelerini çağırarak o yerden haberi olan birisini bulup getirmelerini emretti. Köleler giderek Esedoğulları kabilesinden yaşlı bir adamı getirdiler. Harun, yaşlı adamdan o tepenin kıssasını sorunca, adam, aman verirseniz bu tepenin kıssasını söylerim dedi. Harun, "Sana bir zarar vermeyeceğime dair Allah'a söz veriyorum; şimdi bildiklerini söyle" dedi. Adam dedi ki: "Babam babalarından Emirulmüminin Ali aleyhisselam'ın mezarının bu tepede olduğunu ve Allah Teala'nın burayı aman ve emniyet yeri kıldığını ve buraya sığınanın amanda olacağını nakletmiştir."
Araplarda "Falanca kendisine sığınanı çekirgelerin sığındığı kişiden daha fazla korur" anlamında meşhur bir söz var. Bunun kıssası şöyledir: Tayy kabilesinden Mudlic b. Suveyd isminde göçebe bir adam bir gün kendi çadırında oturduğu bir sırada Tay kabilesinden yanlarında çuval ve tabaklar olan bir grubun gelmekte olduğunu görünce, "Ne oldu?" diye sordu. Bunun üzerine, "çadırınızın etrafına çok sayıda çekirge toplanmış, onları tutmaya geledik" dediler. Mudlic bunu duyunca hemen kalkıp atına bindi ve mızrağını da eline alarak, "Vallahi kim bu çakirgelere dokunursa onu öldürürüm, bu çekirgeler benim etrafımdan olacaklar da siz onları tutmaya mı kalkışacaksınız? Kesinlikle böyle bir şey olamaz" dedi. Hava ısındıktan sonra çekirgeler uçup gidinceye kadar Mudlic öylece onları savunmaya devam etti. Çekirgeler gidince, "Artık çekirgeler etrafımdan çekip gittiler; şimdi onlara istediğinizi yapabilirsiniz" dedi.
Kamus kitabının yazarı şöyle demiştir: "Zu'l-A'vad, çok saygın bir kişinin lakabıydı; bazıları onun Eksem b. Sayfi'nin dedesi olduğunu söylemişlerdir. Muzar kabilesi her yıl ona bir miktar haraç verir; yaşlandığı vakitte ise onu bir tahtta oturtup haraç toplamak için onu kabileler ve Araplar arasında tavaf ettirirlerdi (gezdirirlerdi). O, o kadar aziz ve saygın bir kişiydi ki korkan bir kişi kendisini onun tahtına ulaştırsaydı güvende olurdu, her zelil ve alçak birisi onun tahtının yanına gelseydi aziz ve değerli olurdu; yanına ulaşan her aç açlıktan kurtulurdu."
O halde bir Arabın tahtı böyle bir izzet ve saygınlığa ulaşabil-diğine göre Allah Teala'nın tahtını Cebrail, Mikail, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in (Allah'ın selamı onların üzerine olsun) taşıdığı kendi velisinin mezarını korkanların yurdu, kaçanların sığınağı, zavallıların imdadı ve dertlilerin derdinin şifası kılmasının ne sakıncası olabilir ki?! O halde nerede olursan ol, kendini ona ulaştır ve mümkün olduğu kadar kendini ona yapıştır, feryadına yetişip seni dünya ve ahrette helak olmaktan kurtarıncaya kadar talebinde ısrar et.
Cömertliğine sığın; göreceksin ki o kefildir,
Kıyamette günahkârları kurtarmak için.
Arzulayanlara yönelip cevap verecektir
Onların fısıldayışlarını duyandır.
"Daru's-Selam"da Şeyh Deylemî'den şöyle nakledilmiştir: Necef-i Eşref'in salih kişilerinden bir grubu şöyle rivayet etmişlerdir: Adamın biri rüya âleminde, o mübarek türbede ve onun dışında yer alan mezarların her birinden Allah'ın sağlam ipi müminlerin emiri Hz. Ali'nin (Allah'ın selamı onun üzerine olsun) türbesinin üzerindeki kubbeye bir ip bağlandığını gördü. Bunun üzerine şu beytleri okudu:
Ölünce beni Haydar'ın yanıbaşına defnedin
İkram edin ona; babasıdır Şubber ile Şubeyr'in
Onun yanında korkmam ateşinden cehennemin
Çekinmem sorgusundan Münker ile Nekir'in
Çünkü ardır himaye edene himaye ederken
Kaybolunca devesinin bağı himayesindekinin
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
Gadir-i Hum Günü İmam Ali Aleyhisselam'ın Ziyareti
İmam Rıza aleyhisselam'ın, İbn Ebi Nasr'a şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Ey İbn Ebi Nasr! Nerede isen Gadir-i Hum günü Emirul-müminin Ali aleyhisselam'ın mezarının yanı başına git. Allah Teala, o günde, mümin erkek ve kadınların altmış yıllık günahını bağışlar ve Ramazan ayında, Kadir gecesinde ve Ramazan bayramı gecesinde cehennemden kurtardığının iki mislini cehennemden kurtarır..."
Bu mübarek gün için birkaç ziyaret rivayet edilmiştir. Birincisi, İmam Ali aleyhisselam'ın mutlak ziyaretinde geçen "Eminullah Ziya-reti"dir. İkincisi, muteber senetlerle İmam Ali Nâki aleyhisselam'dan nakledilen ziyarettir. Abbasî halifesi Mu'tesim, o hazreti kendi yanına çağırttığı yılda, Gadir Hum gününde İmam Ali aleyhisselam'ı bu sözlerle ziyaret etmiştir. Ziyaret şöyledir: Emirulmüminin Ali aleyhis-selamı ziyaret etmek istediğinde türbesinin kubbesinin kapısında durarak giriş izni iste. Şeyh-i Şehid diyor ki: Ziyaretten önce gusül al ve en güzel elbiselerini giy ve kitabımızın birinci bölümünde kaydetti-ğimiz "Ellahumme inni vekaftu ela babin…" şeklindeki giriş iznini okuyarak izin al. Sonra sağ ayakla içeri gir ve parmaklıklara yaklaş. Arkan kıbleye gelecek şekilde parmaklıklara doğru dön ve şöyle de:
* "Selam olsun Allah'ın resulü, peygamberlerin sonuncusu ve elçile-rin efendisi, alemlerin Rabb'inin seçtiği, Allah'ın vahyinin emini, emrinin farzları, geçmişin sonuncusu ve geleceğin fatihi ve bütün bunların en üstünü Muhammed'e; Allah'ın rahmet, bereketleri, salatı ve tehiyyeti onun üzerine olsun. Selam olsun Allah'ın peygamberlerine ve elçilerine, yakın meleklerine ve salih kullarına. Selam olsun sana ey Emirulmüminin ve ey vasilerin efendisi, peygamberlerin ilminin mirasçısı, alemlerin Rabb'inin velisi, benim ve tüm müminlerin mevlası; Allah'ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam olsun sana ey mevlam, ey Emirulmüminin, ey Allah'ın yeryüzündeki emini, yaratıklarına elçisi ve kullarına yetkin hücceti. Selam olsun sana ey Allah'ın sağlam dini ve müstakim yolu. Selam olsun sana ey ümmetin ihtilaf ettiği ve kendisinden sorulacakları çok büyük haber. Selam olsun ey emirulmüminin; ümmet daha müşrikken sen Allah'a iman ettin, insanlar hakkı yalanlarken sen doğruladın, onlar menettikleri (ve serkişlik yaptıkları) halde sen -Allah yolunda- cihad ettin ve sabırla ve sevabını Allah'tan dileyerek dinde tam bir ihlasla Allah'a ibadet ettin; tâ ki ölüm gelip seni yakaladı; Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun.
* Selam olsun sana ey Müslümanların efendisi, müminlerin önderi, takvalıların imamı, yüzü ak ve nurlu insanların rehberi; Allah'ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Şehadet ederim ki sen Resulullah'ın kardeşi, vasisi, ilminin mirasçısı, şeraitinin emini, ümmetine halifesi, Allah'a iman eden ve peygamberini doğrulayan ilk kişisin. Şehadet ederim ki o Allah'tan senin hakkında inen şeyi tebliğ edip Allah'ın emrini aşikâre ulaştırdı, sana itaatin ve senin velayetinin gerekliliğini ümmete farz etti, onlardan senin için biat aldı ve seni müminlere kendi nefislerinden evla etti; nitekim Allah onu da böyle yapmıştı. Daha sonra Allah'ı onlara şahit tutarak, 'Acaba ben -Ali hakkındaki şeyi- size ulaştırmadım mı?' buyurdu. Onlar da, 'vallahi ulaştırdın' dediler. Sonra dedi ki: 'Allah'ım! Şahit ol; çünkü kullar arasında şahit ve hükmedici olarak sen yetersin.' Allah senin velayetini ikrar ettikten sonra inkâr edene, ahdettikten sonra ahdini bozana lanet etsin. Şehadet ederim ki sen Allah Teâlâ'nın ahdine vefa ettin ve Allah Teâlâ da senin hakkındaki ahdine vefa etti ve kim Allah'ın kendisine yaptığı ahde vefa ederse Allah yakın bir zamanda ona çok büyük bir mükafat verir.
* Şehadet ederim ki gerçekten sen müminlerin hak emirisin; öyle ki Kur'an senin velayetini söylemiş ve Peygamber ümmetten senin hakkın-da söz almıştır. Şehadet ederim ki sen, amcan (Hz. Hamza) ve kardeşin (Cafer-i Teyyar) canınızı feda etmek için Allah'la ticaret yaptınız ve Allah da sizin hakkınızda, "Allah, müminlerden canlarını ve malla-rını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu (söz) Allah'ın üzerine bir borçtur. (Allah) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da (mü'minlere böyle söz vermiştir). Kim Allah'tan daha çok sözünde durabilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin. Gerçekten bu büyük başarıdır. (Bu alışverişi yapanlar). Tövbe eden, ibadet eden, hamdeden, seyahat eden, rüku eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten meneden ve Allah'ın (yasak) sınırlarını koruyan, (onları çiğnemeyen) insanlardır. O mü'minleri müjdele" (Tevbe, 111-112) ayetini indirdi.
Ey Emirulmüminin! Şehadet ederim ki senin hakkında şüphe eden, Emin Peygamber'e iman etmemiştir; senden başkasını sana denk tutan, alemlerin Rabb'inin bizim için beğendiği ve Gadir-i Hum gününde senin velayetinle tamamladığı sağlam dinden sapmıştır. Şehadet ederim ki Aziz ve Rahim -Allah'ın- şu buyruğundan kastedilen sensin: "İşte benim doğru yolum budur, ona uyun, (başka) yollara uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın!" Vallahi senden başkasını izleyenin hem kendisi saptı ve hem de -insanları- saptırdı; sana düşmanlık eden de haktan saptı.
* Allah'ım! Senin emrini duyduk, itaat ettik ve senin doğru yolunu izledik; Öyleyse Rabb'imiz! Bizi hidayet et, kalplerimizi senin itaatine hidayet ettikten sonra saptırma ve bizi senin nimetlerine şükredenlerden eyle. Şehadet ederim ki sen (ey Emirelmüminin) sürekli heva ve heve-sinle muhalefif idin, takvayla sözleşmiştin, öfkeni yenme konusunda güçlüydün, insanları affedip bağışlıyordun, Allah'a karşı günah işlen-diğinde öfkelenirdin, Allah'a itaat edildiğinde hoşnut olurdun; ahdettiğin (söz verdiğin) şeyi yerine getirirdin; koruman gereken şeyi gözetirdin; sana emanet bırakılan şeyi korurdun; taşıdığın -Allah'ın emrini- tebliğ ediyordun, vaat edilen şeyi bekliyordun.
Şehadet ederim ki sen zelil olduğundan takiyye etmedin; kendi hak-kını (hilafeti) almaktan sabırsızlık ve aciziyetten dolayı sakınmadın; senin -hakkını- gasp edenlerle savaşmaktan güçsüzlük ve zafiyetten dolayı kendini alıkoymadın; Allah'ın hoşnutluğunun aksine dalkavukluk yaparak (onlardan) hoşnut olduğunu göstermedin; Allah yolunda sana ulaşan şeyden dolayı gevşek davranmadın; hakkını talep etmekte kusur etmedin ve onları gözeterek kendinden zaaf göstermedin; böyle olmandan Allah'a sığınırım; aksine sen zulme uğradığında Rabb'inin -rızasını- göz önüne bulundurdun, işini ona bıraktın ve onlara -muhaliflerine- hatırlatmada bulundun, ama onlar hatırlamadılar; nasihat ettin, ama onlar nasihat almadılar; öğüt verdin, fakat onlar öğüt almadılar; onları Allah'tan korkut-tun, fakat onlar Allah'tan korkmadılar.
* Şehadet ederim ki ey Emirulmüminin sen Allah yolunda hakkıyla cihad ettin; nihayet Allah seni kendi yakınına çağırdı ve kendi isteğiyle seni kendisine aldı (öldün) ve düşmanlarını seni öldürmeleriyle hüccetle mahkum etti, tâ ki senin lehine onların aleyhine hüccet olsun, oysa tüm yaratıklarına ulaşacak bütün hüccetler sendeydi.
Selam olsun sana ey müminlerin emiri; sen ihlasla Allah'a ibadet ettin, Allah yolunda sabırla cihad ettin, Allah'ın rızasını dileyerek canını feda ettin, O'nun Kitab'ına uygun davrandın, Peygamber'inin sünnetine uydun, namazı ayakta=canlı tuttun, zekat verdin, gücün yettiğince marufu emrettin ve kötülükten men'ettin; bütün bunları Allah'ın yanındakini (rızasını) isteyerek ve Allah'ın vaadettiği -rahmete- rağbet ederek yaptın. Sıkıntılara aldırış etmedin, zorluklarda gevşeklik göstermedin ve hiçbir savaştan geri kalmadın. Sana bundan başkasını nispet veren yalan söylemiş, sana batıl bir iftirada bulunmuştur ve bu ancak senin düşmanlarına yakışır. Sen Allah yolunda hakkıyla cihad ettin; Allah'ın rızasını göz önünde bulundurarak eziyetlere sabrettin. Sen Allah'a ilk iman eden, O'nun için ilk namaz kılan, cihad eden ve şirk diyarında, dalaletle dolan ve açıkça Şeytan'a tapılan bir yerde yüzünü aşikar eden ve şöyle diyensin: "Çok sayıda insanın etrafımda toplanması benim izzetimi ve onların etrafımdan dağılması benim vahşetimi artırmaz; eğer bütün insanlar beni teslim etseler (yalnız bıraksalar) hiçbir zaman inlemem." Sen Allah'a sığınıp aziz oldun; ahireti dünyaya tercih ettin ve -dünyada- zahid oldun. Allah seni teyit ve hidayet etti, seni halis kıldı ve seçti. Yaptıkların birbiriyle çelişmedi; sözlerin birbirine ters düşmedi; durumun değişmedi. Hakikate aykırı bir iddiada bulunmadın ve Allah'a hiçbir yalanı iftira etmedin; dünya metasına tamah etmedin; günahlar seni kirletmedi; sen sürekli Rabb'inden bir delil üzereydin; işinde yakinle -insanları- hakka ve doğru yola hidayet ettin.
* Hak şehadetle şehadet eder ve doğru bir yeminle Allah'a yemin ederim ki, Muhammed ve Ehl-i Beyt'i -Allah'ın rahmeti onların üzerine olsun- yaratıkların efendileridirler; sen, benim ve bütün müminlerin mev-lasısın; Allah'ın kulu ve velisisin; Peygamber'in kardeşi, vasisi ve mirasçı-sısın; o -Peygamber- senin hakkında buyurmuştur ki: "Beni peygamber-liğe gönderene (Allah'a) andolsun ki, seni inkar eden bana inanmamıştır, seni inkâr eden Allah'a ikrar etmemiştir; -ümmeti- senden alıkoyan sapmıştır; sana doğru hidayet olmayan Allah'a ve bana -peygamberliği-me- doğru hidayet bulmamıştır; ve bu Rabb'imiz buyruğudur: "Elbette ben tövbe eden, iman eden, iyi işler yapanın ve sonra senin velayetine hidayet olanın -günahını- bağışlarım."
Ey mevlam! Senin faziletin gizli kalmaz, nurun sönmez; seni inkâr eden insanların en zalimi ve en katı kalplisidir.
Ey mevlam! Sen kullara hüccet, doğru yola hidayet edensin ve seni sevmek kıyamete azıktır.
Ey mevlam! Allah, birinci makamda (yaratılışın başlangıcında) senin mevkiini yükseltti, ahirette seni en yüksek dereceye çıkardı; muhalifinin kör olduğu şeye seni basiretli kıldı; -bu nedenle muhaliflerin- seninle Allah'ın sana bağışları -imamet- arasında engel oluşturdu. O halde, Allah, senin saygınlığını helal bilenlere ve hakkı(nı) senden uzaklaştıran-lara lanet etsin. Şehadet ederim ki onlar, ateş yüzlerini yakacak olan insanların en fazla zarar görenleridir ve cehennemde onların yüzü çirkin olacak.
* Şehadet ederim ki sen Allah ve Resulünün emri dışında bir iş yapmadın, bir işten sakınmadın, bir şey konuşmadın ve susmadın. Dedin ki: "Canım elinde olan -Allah'a- andolsun ki kılıç sallamada herkesten öne geçtiğimde Resulullah -Allah'ın rahmeti onun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- bana bakıyordu; o sırada buyurdu ki: "Ey Ali! Sen bana nispet, Harun'un Musa'ya olan konumundasın; şu farkla ki, benden sonra peygamber yoktur; sana haber vereyim ki, sen ölümünde ve yaşamında (her zaman) benimlesin ve benim sünnetim üzeresin." Vallahi ben yalan söylemedim ve -Resulullah tarafından- bana yalan söylenmedi; ben hiçbir zaman sapmadım ve hiç kimse benim vasıtamla sapmadı; ben, Rabb'imin bana ahdettiği şeyi unutmadım. Ben sürekli, Rabb'imden Peygamberine açıkladığı ve Peygamberin de bana açıkladığı bir delil üzereydim. Ben apaçık bir yoldaydım. Bunu olduğu gibi size açıklıyorum." Vallahi doğru söyledin ve hak söz konuştun.
* O halde, Allah, seni, senden uzak olan cahillerle eşit bilenlere lanet etsin; Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Allah, senin velayetini kendilerine farz ettiği kimseleri seninle denk tutanlara lanet etsin. Sen Allah'ın velisi, Peygamberinin kardeşi, dininin savunucusu ve faziletini Kur'an'ın söylediği bir kişisin. Allah Teâlâ buyu-ruyor ki: "...Allah mücahidleri, oturanlardan çok daha büyük ecirle üstün kılmıştır. Kendi katından yüksek dereceler, bağış ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayandır, esirgeyendir." (Nisâ, 95-96.)
Allah Teâlâ yine buyuruyor ki: "(Ey müşrikler siz,) hacılara su verme ve Mescid-ul Haram'ı onarma (işini yapan)ı; Allah'a, ahiret gününe inanan ve Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz? Bunlar, Allah'ın yanında bir olmazlar, Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canla-rıyla savaşanların, Allah katında dereceleri daha büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Rableri onlara, kendisinden bir rahmet, rıza ve içinde sürekli kalacakları nimeti bol cennetleri müjdeler. Orada ebedi kalacaklardır. Allah, işte büyük mükafat O'nun yanında-dır!" (Tevbe, 19-22)
Şehadet ederim ki sen, Allah'a itaatte halis olan Allah'ın methine has bir kişisin; hidayete karşılık bir bedel istemedin, Rabb'inin ibadetine hiç kimseyi ortak tutmadın. Allah Teâlâ, senin hakkında Peygamberinin -Allah'ın rahmeti onun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- duasını kabul etti; sonra ona, seni ümmete evlâ kılan şeyi -imametini- açıklamasını emretti; tâ ki böylece senin makamının yüceliği, -hak üzere olduğuna dair- delilin ortaya çıksın ve muhaliflerin batıl sözleri yok olsun ve mazeretleri kesilsin. -Peygamber- fasıkların fitnesinden korktuğu ve senin hakkında münafıklardan sakındığı bir halde, alemlerin Rabb'i, "Ey elçi Rabb'inden sana indirileni ilet. Eğer bunu yapmazsan, O'nun risaletini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur" (Maide, 67) ayetini indirdi. Sonra yolculuk zahmetine katlandı, sıcak kum çölünde ayağa kalkarak hutbe okudu. Seslendi, sesini herkese duyurdu ve -Allah'ın emrini- bildirdi. Sonra onların hepsine, "Allah'ın emrini bildirdim mi?" diye sordu. Onlar, Allah şahittir, evet, dediler. Bunun üzerine, "Allah'ım! Şahid ol" buyurdu.
* Daha sonra, "ben müminlere kendi nefislerinden daha evlâ değil miyim?" diye sordu. Onlar, evet, dediler. Bunun üzerine senin elini tuta-rak, "Ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, yardımını esirgeyerek onu alçaltanı alçalt" buyurdu. Ama, Allah'ın senin hakkında Resulüne indirdiğine az bir gruptan başka kimse iman etmedi ve onların çoğu kendi aleyhlerine zarardan başka bir şey artırmadılar. Allah, daha önce senin hakkında indirdiği şu ayetten hoşlanmadılar (ka-bul etmek istemediler): "Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, yakında öyle bir toplum getirecek ki (O) onları sever, onlar da O'nu severler. Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafir-lere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfüdür, onu dilediğine verir. Allah('ın lütfü) geniştir. (O,) bilendir. Sizin veliniz, ancak Allah, O'nun Elçisi ve namazlarını kılan ve rüku halinde zekat verenlerdir. Kim Allah'ı, O'nun elçisini ve mü'minleri dost tutarsa (bilsin ki) galib gelecek olanlar, yalnız Allah'ın taraftarlarıdır." (Mâide, 54-56) "Rabb'imiz, senin indirdiğine inandık, peygambere uyduk; bizi şahitlerle berber yaz!" (Âl-i İmran, 53) "Rabb'imiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalbimizi eğriltme; bize katından bir rahmet ver, şüphesiz sen çok bağış yapansın." (Âl-i İmran, 8)
Allah'ım! Biz bütün bu ayetlerin senin yanından ve hak olduğunu biliyoruz. O halde, onunla (Ali'yle) muhalefet edenlere, büyüklük tasarla-yanlara ve onu yalanlayarak kafir olanlara lanet et. "Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bilecekler." (Şuara, 227)
* Selam olsun sana ey mü'minlerin emiri ve vasilerin efendisi, ibadet edenlerin birincisi, zahitlerin en zahidi; Allah'ın rahmeti, bereketleri, salat-ları ve tehiyetleri senin üzerine olsun. "Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği yedirirler. Biz size sırf Allah rızası için yediri-yoruz, sizden bir karlılık ve teşekkür beklemiyoruz." (İnsan, 8) ayetin-deki sevdiği yemeği yediren sensin. Allah Teâlâ, "Kendilerinin ihti-yaçları olsa dahi, (yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıya eren-lerdir." (Haşr, 9) ayetini senin hakkında indirdi. "Öfke(lerin)i yutkunur-lar, insanları affederler, Allah da güzel davrananları sever." (Âl-i İmran, 134) ayetinden maksat sensin. "Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabrederler. (Bakara, 177) ayetinden maksat sensin. -Beyt-ul malı- eşit olarak bölüştüren, halka adil davranan, Allah'ın sınırla-rını bütün insanlardan daha iyi bilen sensin.
Allah Teâlâ, "Hiç inanan kimse, (yoldan çıkan) fasık gibi olur mu? Elbette bunlar bir olmazlar. İnanan ve iyi işler yapanlara gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır." (Secde, 18-19) ayetinde kendi fazlıyla seni üstün kılan şeyi bildirmiştir. Sen Kur'an ilmine, te'vil hükmüne ve Resulullah'ın nassına has kılınmışsın. Görülen yerler (fetih ve zaferler), meşhur (zor) makamlar, Bedir savaşı ve Ahzab savaşı günü gibi zor günler sana hastır; "O günlerde gözler yığıldı, yürekler gırtlağa geldi ve siz, Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündünüz. İşte orada müminler imtihan edildi ve şiddetli bir sarsıntıya uğradılar. O zaman münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar, "Allah ve Resulü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar" diyorlardı. Onlardan bir grup da demişti ki: "Ey Medine halkı! Artık sizin için durmanı sırası değil; hadi dönün. Onlardan bir grubu, ise, "Gerçekten evlerimiz emniyette değil" diyerek -savaşa gitmemek için- Peygamber'den izin istiyorlar-dı; oysa evleri tehlikede değildi; sadece savaştan kaçmak istiyor-lardı." (Ahzab, 10-13) Allah Teâlâ (bu olaya işaretle) buyurdu ki: "Mü-minler (düşman) orduları(nı) gördükleri zaman: İşte Allah ve Resulünün bize vaat ettiği! Allah ve Resulü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların sadece imanlarını ve teslimiye-tlerini artırdı." (Ahzab, 22)
* Ve sen onların Amr'ını öldürdün ve topluluklarını bozguna uğrattın. "Allah, inkâr edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleriyle geri çevirdi. Allah savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir." (Ahzab, 25) Yine Uhud savaşı gününde, "Resul, arkanızdan sizi çağırırken siz durmadan -savaş alanından- uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz." (Âl-i İmran, 153) ve sen müşrikleri sağdan ve soldan Peygamber'den uzaklaştırıyordun, nihayet Allah onları korkuyla size taarruz etmekten çevirdi ve yenilgiye uğramış orduya seninle zafer verdi. Huneyn gününde ise Kur'an'ın buyurduğu gibi, "...Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Fakat size hiçbir yarar da sağlamamıştı. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti, nihayet bozularak arkanıza dönmüş (kaçmağa başlamış)-tınız. Sona, Allah Resulünün ve mü'minlerin üzerine sekinetini (gü-ven veren rahmetini) indirdi..." (Tevbe, 25-26)
* Ayetteki "müminler"den maksat sen, seni sevenlerdir; o zaman ordu bozguna uğrarken amcan Abbas yüksek bir sesle, 'Ey Bakara Suresinin ashabı, ey şecere=ağaç biatinin ashabı' diye haykırıyordu. Nihayet bir grup onun çağrısına icabet etti. (Ey Ali) sen onlara (İslam ordusunun) zahmetine yettin (onlardan savaş zahmetini kaldırdın) ve onlar olmaksızın -Allah'ın dinine- yardımı üstendin. Böylece onlar -İslam ordusu savaşın- sevabından meyus olarak döndüler ve Allah'ın tövbe vaadını umdular; Allah'ın bu olay hakkındaki buyruğu şudur: "Sonra Al-lah, bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder." (Tevbe, 27) O gün sen (ey Ali) sabır derecesine sahiptin ve yüce bir mükafata ulaştın. Ve Hayber günü, Allah münafıkların gevşekliğini -müminlere- gösterip kafirlerin arkasını kesti ve hamd alemlerin Rabb'i Allah'a mah-sustur. "Oysa arkalarına dön(üp kaç)mayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen sözden sorumlu idiler." (Ahzab, 15)
* Ey mevlam sen -Allah'ın- yetkin hücceti, açık yolu, geniş nimeti, aydın delilisin. O halde Allah'ın sana verdiği fazl afiyet olsun ve senin cahil düşmanın helâk olsun. (Ey Ali!) Peygamber'in -Allah'ın rahmeti ona ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- bütün savaşlarında ve gazvelerinde onunla birlikteydin; sancağı onun önünde taşıyordun; kılıçla önündeki düşmanlarını vuruyordun. Sonra işlerde tedbirin ve basiretin nedeniyle -peygamber- birçok yerde seni emir kıldı ve hiç kimse senin üstüne emir değildi. Ve takvan birçok işlere girişmeni engellerken senden başkaları o gibi işlerde heva ve heveslerine uydular. Böylece cahiller senin onları yapmaktan aciz olduğunu sandılar; vallahi böyle düşünen sapmıştır ve hidayet üzere değildir.
Sen kendi sözünle -Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun-, hakkında böyle düşünen ve iftira edenlerin eleştirilerinin cevabını açıkladın: "Nice bozuk ve düzenbaz insanlar hile yolunu bulur da, sakınan insan Allah'tan çekinmesinden dolayı onu yapmaz ve kendi isteğiyle onu terk eder; fakat din derdi olmayan kişi fırsatı ganimet bilerek ona girişir." Vallahi doğru söyledin (ey Emirulmüminin!), batıl ehli zarar etmiştir. (Yine) ahdini bozan o ikisi (Talha ve Zübeyr) sana hile yaparak, "biz umre yapmak istiyoruz" dediklerinde sen onlara dedin ki, "kendi canınıza andolsun ki siz umre yapmak istemiyorsunuz, siz bana hile yapmak istiyorsunuz." Böylece o ikisinden biat aldın ve ahdi yeniledin de onlar nifaklarında ciddiyet gös-terdiler ve sen onlara yaptıklarını haber verince ihmal ederek döndüler de bundan faydalanmadılar ve onların işlerinin sonu hüsran oldu. Sonra o ikisinin -muhalefetini- Şamlıların -muhalefeti- izledi. Böylece, onların mazeretini kestikten sonra onların üstüne yürüdün. Oysa onlar hak dine inanmıyorlardı, Kur'an'ın üzerinde düşünmüyorlardı; onlar ahmak, alçak ve sapık insanlardı. Onlar, senin -hilafetin- hakkında Muhammed'e indi-rilen ayete karşı kafir oldular ve senin muhaliflerine yardım ettiler. Oysa, Allah Teâlâ sana uymayı emretmiş, mü'minleri sana yardıma çağırarak buyurmuştur ki: "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğrularla birlikte olun." (Tevbe, 119)
* Ey mevlam! Hak seninle aşikâr oldu; oysa insanlar onu ihmal ederek terk etmişti. Sünnetler yıpranıp çiğnendikten sonra sen onları açıkladın. Kur'an'ın tasdikiyle cihadda öne geçmek ve Kur'an'ın hakikat ve yorumu üzere cihadın fazileti sana mahsustur. Senin düşmanın, Allah-'ın düşmanı ve Resulullah'ı inkâr edendir; o, -insanları- batıla davet eder, haksızlığa hükmeder, gasben -insanlara- hüküm sürer, kendi partisini (kendine uyanları) ateşe -cehenneme- çağırır. Ammar Yasir ise -senin tarafında- cihad ederek iki safın arasında (Sıffin savaşında), "koşun, koşun cennete" diye haykırıyordu. Su istediğinde -su yerine, can vermek üzereyken- ona süt verdiklerinde tekbir getirerek dedi ki: Resulullah -Allah'ın rahmeti ona ve Ehl-i Beyt'ine olsun- bana buyurdu ki: "Dünyada en son içeceğin şey bir içim süttür. (Ey Ammar!) seni azgın bir grup öldürecektir." O sırada Ebu'l Adiye-i Fezari onun karşısına çıkarak onu öldürdü.
* Kıyamet gününe kadar Allah'ın, meleklerinin ve peygamberlerinin laneti müşriklerden veya münafıklardan olan -Ammar'ın- katilinin, sana karşı kılıç çekenin ve senin kılıç çektiğin kimsenin ve yine sana bir kötülüğün ulaşmasına razı olan, bundan rahatsız olmayan ve buna göz yuman, onu engellemeyen, eliyle veya diliyle sana karşı onlara yardım edenlerin veya yerinde oturup sana yardım etmeyenlerin, seninle birlikte cihad etmeyenlerin, senin faziletini -insanların gözünde- küçük görenlerin veya senin hakkını inkâr edenlerin ya da Allah seni, onlara kendi nefislerinden daha üstün kıldığı halde senden başkasına dönenlerin üzerine olsun. Allah'ın salatı, rahmeti, bereketleri, selamı ve tehiyyetleri senin ve senin soyundan olan tertemiz imamların üzerine olsun; doğrusu Allah övgüye değer ve yücedir.
Senin hakkını -imametini- inkârdan sonra daha şaşılacak şey ve daha çirkin olay, alemlerdeki kadınların efendisi Zehra-i Tahire-i Sıddıka-'nın Fedek'inin gasp edilmesi, senin şehadetinin ve Muhammed Mustafa-'nın torunları, cennet gençlerinin efendileri olan evlatların -Hasan ve Hüseyin'in- şehadetlerinin reddedilmesidir. Allah'ın rahmeti siz -Ehl-i Beyt'-in üzerinize olsun. Allah Teâlâ sizin derecenizi bütün ümmete yük-seltmiş, mevkiinizi yüceltmiş, faziletinizi açığa çıkarmış ve sizi alemdeki-lerden üstün kılmıştır. Böylece sizden her türlü çirkinliği gidererek sizi tertemiz kılmayı dilemiştir (Ahzab, 33). Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Doğ-rusu insan hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır, kendisine hayır dokundu mu (yoksullara) yardım etmez (sıkı sıkı tutar). Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır." (Mearic, 19-22)
* Böylece, Allah Teâlâ (namaz kılanlar sözüyle) Peygamberi Muhammed Mustafa'yı ve ey vasilerin efendisi seni bütün varlıklardan istisna etmiştir. O halde ne kadar sapmıştır hakkın (imamet) konusunda sana zulmedenler ve sonra hileyle "yakınların" payını sana farz edenler ve zulümle onun ehlinden yakınların hakkını (Fedek'i) saptıranlar! Sonra iş (hilafet) sana dönünce de Allah yanındaki makamına rağbet ederek (Allah rızası için) onların hakkında o ikisinin uyguladığını uyguladın (Fedek'ten vazgeçtin). Böylece bu ikisi konusunda senin sıkıntı ve acıların yalnız, yardımcısız olan peygamberlerin -Allah'ın selamı onların üzerine olsun- sıkıntısına benzedi; yine geceleyin Peygamber'in (s.a.a) yatağında yatman Allah'ın kurbanı (Hz. İsmail aleyhisselam)a benzedi; o zamanda sen de İsmail gibi cevap verdin ve İsmail gibi sabırla ve Allah'ın rızasını göz önünde bulundurarak itaat ettin: "(İbrahim ona:) Yavrum dedi, ben uykuda görüyorum ki ben seni kesiyorum; (düşün) bak, ne dersin? (İsmail:) Babacığın, sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın, dedi." (Saffat, 102) Sen de aynen Resulullah -Allah'ın rahmeti onun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- sana onun yerine yatağında yatmanı emrettiği zaman hemen onun emrine itaat ettin ve Resulullah'ın yerine öldürülmek için kendini hazırladın.
* Allah Teâlâ da senin bu itaatını mükafatlandırdı ve bu güzel işini şu şekilde açığa çıkardı: "İnsanlardan öylesi de var ki, canını, Allah'ın rızasını kazanmaya satar." (Bakara, 207) Yine, Kur'an sayfalarının aldatma ve hile ile -mızrakların ucunda- yükseltildiği, böylece -insanlar arasına- şüphe düşürüldüğü, hakkın oyuna alındığı ve şüpheye uyulduğu Sıffin savaşında senin sıkıntın Harun'un sıkıntısına benziyordu. Musa onu kavmine emir kılmıştı, ama insanlar etrafından dağılmışlardı: "Önce-den Harun, kendilerine: Ey kavmim, andolsun siz bununla (Samiri-'nin buzağısıyla) sınandınız. Rabb'iniz çok esirgeyen(Allah)dır. (Gelin) siz bana uyun, emrime itaat edin! demişti. (Onlar, hayır) de-diler: Musa bize dönünceya kadar buna tapmaktan vazgeçme-yeceğiz!" (Tâhâ, 90-91) Ve sen de Kur'an sayfaları -mızrakların ucunda- yükseltildiği zaman dedin ki: "Ey kavmim, gerçekten siz bununla sınanmaktasınız, size hile yapılmaktadır." Fakat onlar sana isyan ettiler, muhalefet ettiler ve senden iki hakem atamanı istediler. Ancak sen bundan sakındın, onların bu -çirkin- işinden Allah'a sığındın ve işi -çaresizlikten- onlara bıraktın.
* Hak açığa çıkıp kötü iş anlaşılınca yaptıkları hata ve zulümlerine itiraf ettiler; ondan sonra tekrar ihtilafa düştüler ve senden aptalca bir hüküm vermeni istediler. Fakat sen bundan sakındın, ama onlar onu sevdiler; sen hata saydın, oysa onlar işledikleri günahı mubah saydılar. Sen sürekli basiretli ve hidayet üzereydin, onlar da sapık ve kör sünnetler üzereydiler. Onlar sürekli nifaka ısrar ettiler ve sapıklıkta şüpheye düştüler. Nihayet Allah onlara yaptıkları işin vebalini tattırdı. Böylece senin kılıcınla sana karşı düşmanlık yapanları öldürdü, böylece şaki ve bedbaht oldular; saadete erenler ise senin hüccetinle dirildiler ve hidayet buldular. Allah'ın rahmeti her sabah ve akşam, bütün sükunet ve hareke-tinde senin üzerine olsun. Hiçbir öven senin sıfatına ihate edemez. Hiçbir hicivci de senin faziletini yok edemez. Sen ibadet bakımından yaratık-ların en iyisi, takva bakımından en ihlaslısı ve din düşmanlarını en güçlü defedicisi idin. Sen kendi çabanla Allah'ın hükümlerini ayakta tuttun, azgınların askerlerini kılıçtan geçirdin, bileğinin gücüyle savaşların ateşini söndürdün, şüphe örtülerini beyanınla yırttın, batıl giysisini apaçık haktan açtın, Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından çekinmedin, Allah Teâlâ'nın medhi ve övgüsüyle medhedenlerin medhine ve övenlerin övgüsüne ihtiyaç duymadın.
* Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Mü'minlerden öyle erkekler var ki, Allah'a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine ge-tirdi (şehid oluncaya kadar çarpışacaklarını adamışlardı, çarpıştılar ve şehid düştüler), kimi de (şehidlik) beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir." (Ahzab, 23) Nakisin (ahdini bozanlar), Kasitin (azgınlar) ve Marikin'le (dinden çıkanlar) savaşınca ve Resulullah'ın -Allah'ın rahmeti onun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- senin hakkındaki ahdi isabetli çıkınca, sen, onun ahidine vefa ettin ve, "Bunun bununla (sakalımın kanımla) boyanmasının zamanı gelmedi mi veya -beni öldürmek için- ümmetin en katı kalplisi ne zaman gönderilecek?" dedin. Oysa, sen, -hak üzere olduğuna dair- Rabb'inden bir delil üzere olduğuna emindin ve yaptığın işin bilincindeydin. Allah'la yapmış olduğun muame-leden dolayı müjdelenerek O'na doğru hareket ettin; ve işte bu en büyük kurtuluştur.
* Allah'ım! Peygamberlerinin ve peygamberlerinin vasilerinin katillerine bütün lanetlerinle lanet et ve onları ateşinin sıcaklığına ulaştır; senin velinin hakkını gasbedene, ahdini inkâr edene, dini ona tamamladı-ğın gün onun velayetine yakin ve ikrar ettikten sonra reddedene lanet et.
Allah'ım! Emirulmüminin'in katiline, ona zulmedene, katillerinin izleyi-cilerine ve yardımcılarına lanet et.
Allah'ım! Hüseyin'e zulmedenlere, onun katillerine, düşmanlarına uyanlara, onların yardımcılarına, onu öldürmelerine razı olanlara ve yar-dım etmeyerek onu yalnız bırakanlara çok şiddetli lanet et.
Allah'ım! Muhammed'in Ehl-i Beyt'ine zulmeden birinci zalime ve onların haklarına mani olanlara lanet et.
Allah'ım! Muhammed'in Ehl-i Beyt'ine zulmeden ilk zalimi ve onların hakkını gasbedeni ve kıyamete kadar onun sünnetini izleyeni lanetine has kıl.
Allah'ım! Peygamberlerin sonuncusu Muhammed'e, vasilerin efendisi Ali'ye ve onun tertemiz evlatlarına rahmet eyle. Bizleri onlara sarılanlar-dan, onların velayetiyle kurtuluşa erenlerden, kendilerine korku ve üzüntü olmayacak -cehennemden- güvencede olanlardan eyle."
"Hediyyetu'z-Zairin" adlı kitapta, bu ziyaretin senedine, bu ziyaretin ister yakından olsun, ister uzaktan her gün okunabileceğine değinilmiş ve bu ise ibadet ehlinin ve şah-i velayet Hz. Ali aleyhisse-lam'ın ziyaretine şevki olanların ganimet bilecekleri bir ameldir.
İmam Rıza aleyhisselam'ın, İbn Ebi Nasr'a şöyle buyurduğu rivayet edilir:
"Ey İbn Ebi Nasr! Nerede isen Gadir-i Hum günü Emirul-müminin Ali aleyhisselam'ın mezarının yanı başına git. Allah Teala, o günde, mümin erkek ve kadınların altmış yıllık günahını bağışlar ve Ramazan ayında, Kadir gecesinde ve Ramazan bayramı gecesinde cehennemden kurtardığının iki mislini cehennemden kurtarır..."
Bu mübarek gün için birkaç ziyaret rivayet edilmiştir. Birincisi, İmam Ali aleyhisselam'ın mutlak ziyaretinde geçen "Eminullah Ziya-reti"dir. İkincisi, muteber senetlerle İmam Ali Nâki aleyhisselam'dan nakledilen ziyarettir. Abbasî halifesi Mu'tesim, o hazreti kendi yanına çağırttığı yılda, Gadir Hum gününde İmam Ali aleyhisselam'ı bu sözlerle ziyaret etmiştir. Ziyaret şöyledir: Emirulmüminin Ali aleyhis-selamı ziyaret etmek istediğinde türbesinin kubbesinin kapısında durarak giriş izni iste. Şeyh-i Şehid diyor ki: Ziyaretten önce gusül al ve en güzel elbiselerini giy ve kitabımızın birinci bölümünde kaydetti-ğimiz "Ellahumme inni vekaftu ela babin…" şeklindeki giriş iznini okuyarak izin al. Sonra sağ ayakla içeri gir ve parmaklıklara yaklaş. Arkan kıbleye gelecek şekilde parmaklıklara doğru dön ve şöyle de:
* "Selam olsun Allah'ın resulü, peygamberlerin sonuncusu ve elçile-rin efendisi, alemlerin Rabb'inin seçtiği, Allah'ın vahyinin emini, emrinin farzları, geçmişin sonuncusu ve geleceğin fatihi ve bütün bunların en üstünü Muhammed'e; Allah'ın rahmet, bereketleri, salatı ve tehiyyeti onun üzerine olsun. Selam olsun Allah'ın peygamberlerine ve elçilerine, yakın meleklerine ve salih kullarına. Selam olsun sana ey Emirulmüminin ve ey vasilerin efendisi, peygamberlerin ilminin mirasçısı, alemlerin Rabb'inin velisi, benim ve tüm müminlerin mevlası; Allah'ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam olsun sana ey mevlam, ey Emirulmüminin, ey Allah'ın yeryüzündeki emini, yaratıklarına elçisi ve kullarına yetkin hücceti. Selam olsun sana ey Allah'ın sağlam dini ve müstakim yolu. Selam olsun sana ey ümmetin ihtilaf ettiği ve kendisinden sorulacakları çok büyük haber. Selam olsun ey emirulmüminin; ümmet daha müşrikken sen Allah'a iman ettin, insanlar hakkı yalanlarken sen doğruladın, onlar menettikleri (ve serkişlik yaptıkları) halde sen -Allah yolunda- cihad ettin ve sabırla ve sevabını Allah'tan dileyerek dinde tam bir ihlasla Allah'a ibadet ettin; tâ ki ölüm gelip seni yakaladı; Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun.
* Selam olsun sana ey Müslümanların efendisi, müminlerin önderi, takvalıların imamı, yüzü ak ve nurlu insanların rehberi; Allah'ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Şehadet ederim ki sen Resulullah'ın kardeşi, vasisi, ilminin mirasçısı, şeraitinin emini, ümmetine halifesi, Allah'a iman eden ve peygamberini doğrulayan ilk kişisin. Şehadet ederim ki o Allah'tan senin hakkında inen şeyi tebliğ edip Allah'ın emrini aşikâre ulaştırdı, sana itaatin ve senin velayetinin gerekliliğini ümmete farz etti, onlardan senin için biat aldı ve seni müminlere kendi nefislerinden evla etti; nitekim Allah onu da böyle yapmıştı. Daha sonra Allah'ı onlara şahit tutarak, 'Acaba ben -Ali hakkındaki şeyi- size ulaştırmadım mı?' buyurdu. Onlar da, 'vallahi ulaştırdın' dediler. Sonra dedi ki: 'Allah'ım! Şahit ol; çünkü kullar arasında şahit ve hükmedici olarak sen yetersin.' Allah senin velayetini ikrar ettikten sonra inkâr edene, ahdettikten sonra ahdini bozana lanet etsin. Şehadet ederim ki sen Allah Teâlâ'nın ahdine vefa ettin ve Allah Teâlâ da senin hakkındaki ahdine vefa etti ve kim Allah'ın kendisine yaptığı ahde vefa ederse Allah yakın bir zamanda ona çok büyük bir mükafat verir.
* Şehadet ederim ki gerçekten sen müminlerin hak emirisin; öyle ki Kur'an senin velayetini söylemiş ve Peygamber ümmetten senin hakkın-da söz almıştır. Şehadet ederim ki sen, amcan (Hz. Hamza) ve kardeşin (Cafer-i Teyyar) canınızı feda etmek için Allah'la ticaret yaptınız ve Allah da sizin hakkınızda, "Allah, müminlerden canlarını ve malla-rını cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu (söz) Allah'ın üzerine bir borçtur. (Allah) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da (mü'minlere böyle söz vermiştir). Kim Allah'tan daha çok sözünde durabilir? O halde O'nunla yaptığınız bu alışverişinizden ötürü sevinin. Gerçekten bu büyük başarıdır. (Bu alışverişi yapanlar). Tövbe eden, ibadet eden, hamdeden, seyahat eden, rüku eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten meneden ve Allah'ın (yasak) sınırlarını koruyan, (onları çiğnemeyen) insanlardır. O mü'minleri müjdele" (Tevbe, 111-112) ayetini indirdi.
Ey Emirulmüminin! Şehadet ederim ki senin hakkında şüphe eden, Emin Peygamber'e iman etmemiştir; senden başkasını sana denk tutan, alemlerin Rabb'inin bizim için beğendiği ve Gadir-i Hum gününde senin velayetinle tamamladığı sağlam dinden sapmıştır. Şehadet ederim ki Aziz ve Rahim -Allah'ın- şu buyruğundan kastedilen sensin: "İşte benim doğru yolum budur, ona uyun, (başka) yollara uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın!" Vallahi senden başkasını izleyenin hem kendisi saptı ve hem de -insanları- saptırdı; sana düşmanlık eden de haktan saptı.
* Allah'ım! Senin emrini duyduk, itaat ettik ve senin doğru yolunu izledik; Öyleyse Rabb'imiz! Bizi hidayet et, kalplerimizi senin itaatine hidayet ettikten sonra saptırma ve bizi senin nimetlerine şükredenlerden eyle. Şehadet ederim ki sen (ey Emirelmüminin) sürekli heva ve heve-sinle muhalefif idin, takvayla sözleşmiştin, öfkeni yenme konusunda güçlüydün, insanları affedip bağışlıyordun, Allah'a karşı günah işlen-diğinde öfkelenirdin, Allah'a itaat edildiğinde hoşnut olurdun; ahdettiğin (söz verdiğin) şeyi yerine getirirdin; koruman gereken şeyi gözetirdin; sana emanet bırakılan şeyi korurdun; taşıdığın -Allah'ın emrini- tebliğ ediyordun, vaat edilen şeyi bekliyordun.
Şehadet ederim ki sen zelil olduğundan takiyye etmedin; kendi hak-kını (hilafeti) almaktan sabırsızlık ve aciziyetten dolayı sakınmadın; senin -hakkını- gasp edenlerle savaşmaktan güçsüzlük ve zafiyetten dolayı kendini alıkoymadın; Allah'ın hoşnutluğunun aksine dalkavukluk yaparak (onlardan) hoşnut olduğunu göstermedin; Allah yolunda sana ulaşan şeyden dolayı gevşek davranmadın; hakkını talep etmekte kusur etmedin ve onları gözeterek kendinden zaaf göstermedin; böyle olmandan Allah'a sığınırım; aksine sen zulme uğradığında Rabb'inin -rızasını- göz önüne bulundurdun, işini ona bıraktın ve onlara -muhaliflerine- hatırlatmada bulundun, ama onlar hatırlamadılar; nasihat ettin, ama onlar nasihat almadılar; öğüt verdin, fakat onlar öğüt almadılar; onları Allah'tan korkut-tun, fakat onlar Allah'tan korkmadılar.
* Şehadet ederim ki ey Emirulmüminin sen Allah yolunda hakkıyla cihad ettin; nihayet Allah seni kendi yakınına çağırdı ve kendi isteğiyle seni kendisine aldı (öldün) ve düşmanlarını seni öldürmeleriyle hüccetle mahkum etti, tâ ki senin lehine onların aleyhine hüccet olsun, oysa tüm yaratıklarına ulaşacak bütün hüccetler sendeydi.
Selam olsun sana ey müminlerin emiri; sen ihlasla Allah'a ibadet ettin, Allah yolunda sabırla cihad ettin, Allah'ın rızasını dileyerek canını feda ettin, O'nun Kitab'ına uygun davrandın, Peygamber'inin sünnetine uydun, namazı ayakta=canlı tuttun, zekat verdin, gücün yettiğince marufu emrettin ve kötülükten men'ettin; bütün bunları Allah'ın yanındakini (rızasını) isteyerek ve Allah'ın vaadettiği -rahmete- rağbet ederek yaptın. Sıkıntılara aldırış etmedin, zorluklarda gevşeklik göstermedin ve hiçbir savaştan geri kalmadın. Sana bundan başkasını nispet veren yalan söylemiş, sana batıl bir iftirada bulunmuştur ve bu ancak senin düşmanlarına yakışır. Sen Allah yolunda hakkıyla cihad ettin; Allah'ın rızasını göz önünde bulundurarak eziyetlere sabrettin. Sen Allah'a ilk iman eden, O'nun için ilk namaz kılan, cihad eden ve şirk diyarında, dalaletle dolan ve açıkça Şeytan'a tapılan bir yerde yüzünü aşikar eden ve şöyle diyensin: "Çok sayıda insanın etrafımda toplanması benim izzetimi ve onların etrafımdan dağılması benim vahşetimi artırmaz; eğer bütün insanlar beni teslim etseler (yalnız bıraksalar) hiçbir zaman inlemem." Sen Allah'a sığınıp aziz oldun; ahireti dünyaya tercih ettin ve -dünyada- zahid oldun. Allah seni teyit ve hidayet etti, seni halis kıldı ve seçti. Yaptıkların birbiriyle çelişmedi; sözlerin birbirine ters düşmedi; durumun değişmedi. Hakikate aykırı bir iddiada bulunmadın ve Allah'a hiçbir yalanı iftira etmedin; dünya metasına tamah etmedin; günahlar seni kirletmedi; sen sürekli Rabb'inden bir delil üzereydin; işinde yakinle -insanları- hakka ve doğru yola hidayet ettin.
* Hak şehadetle şehadet eder ve doğru bir yeminle Allah'a yemin ederim ki, Muhammed ve Ehl-i Beyt'i -Allah'ın rahmeti onların üzerine olsun- yaratıkların efendileridirler; sen, benim ve bütün müminlerin mev-lasısın; Allah'ın kulu ve velisisin; Peygamber'in kardeşi, vasisi ve mirasçı-sısın; o -Peygamber- senin hakkında buyurmuştur ki: "Beni peygamber-liğe gönderene (Allah'a) andolsun ki, seni inkar eden bana inanmamıştır, seni inkâr eden Allah'a ikrar etmemiştir; -ümmeti- senden alıkoyan sapmıştır; sana doğru hidayet olmayan Allah'a ve bana -peygamberliği-me- doğru hidayet bulmamıştır; ve bu Rabb'imiz buyruğudur: "Elbette ben tövbe eden, iman eden, iyi işler yapanın ve sonra senin velayetine hidayet olanın -günahını- bağışlarım."
Ey mevlam! Senin faziletin gizli kalmaz, nurun sönmez; seni inkâr eden insanların en zalimi ve en katı kalplisidir.
Ey mevlam! Sen kullara hüccet, doğru yola hidayet edensin ve seni sevmek kıyamete azıktır.
Ey mevlam! Allah, birinci makamda (yaratılışın başlangıcında) senin mevkiini yükseltti, ahirette seni en yüksek dereceye çıkardı; muhalifinin kör olduğu şeye seni basiretli kıldı; -bu nedenle muhaliflerin- seninle Allah'ın sana bağışları -imamet- arasında engel oluşturdu. O halde, Allah, senin saygınlığını helal bilenlere ve hakkı(nı) senden uzaklaştıran-lara lanet etsin. Şehadet ederim ki onlar, ateş yüzlerini yakacak olan insanların en fazla zarar görenleridir ve cehennemde onların yüzü çirkin olacak.
* Şehadet ederim ki sen Allah ve Resulünün emri dışında bir iş yapmadın, bir işten sakınmadın, bir şey konuşmadın ve susmadın. Dedin ki: "Canım elinde olan -Allah'a- andolsun ki kılıç sallamada herkesten öne geçtiğimde Resulullah -Allah'ın rahmeti onun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- bana bakıyordu; o sırada buyurdu ki: "Ey Ali! Sen bana nispet, Harun'un Musa'ya olan konumundasın; şu farkla ki, benden sonra peygamber yoktur; sana haber vereyim ki, sen ölümünde ve yaşamında (her zaman) benimlesin ve benim sünnetim üzeresin." Vallahi ben yalan söylemedim ve -Resulullah tarafından- bana yalan söylenmedi; ben hiçbir zaman sapmadım ve hiç kimse benim vasıtamla sapmadı; ben, Rabb'imin bana ahdettiği şeyi unutmadım. Ben sürekli, Rabb'imden Peygamberine açıkladığı ve Peygamberin de bana açıkladığı bir delil üzereydim. Ben apaçık bir yoldaydım. Bunu olduğu gibi size açıklıyorum." Vallahi doğru söyledin ve hak söz konuştun.
* O halde, Allah, seni, senden uzak olan cahillerle eşit bilenlere lanet etsin; Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Allah, senin velayetini kendilerine farz ettiği kimseleri seninle denk tutanlara lanet etsin. Sen Allah'ın velisi, Peygamberinin kardeşi, dininin savunucusu ve faziletini Kur'an'ın söylediği bir kişisin. Allah Teâlâ buyu-ruyor ki: "...Allah mücahidleri, oturanlardan çok daha büyük ecirle üstün kılmıştır. Kendi katından yüksek dereceler, bağış ve rahmet vermiştir. Allah çok bağışlayandır, esirgeyendir." (Nisâ, 95-96.)
Allah Teâlâ yine buyuruyor ki: "(Ey müşrikler siz,) hacılara su verme ve Mescid-ul Haram'ı onarma (işini yapan)ı; Allah'a, ahiret gününe inanan ve Allah yolunda cihad edenle bir mi tuttunuz? Bunlar, Allah'ın yanında bir olmazlar, Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canla-rıyla savaşanların, Allah katında dereceleri daha büyüktür. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Rableri onlara, kendisinden bir rahmet, rıza ve içinde sürekli kalacakları nimeti bol cennetleri müjdeler. Orada ebedi kalacaklardır. Allah, işte büyük mükafat O'nun yanında-dır!" (Tevbe, 19-22)
Şehadet ederim ki sen, Allah'a itaatte halis olan Allah'ın methine has bir kişisin; hidayete karşılık bir bedel istemedin, Rabb'inin ibadetine hiç kimseyi ortak tutmadın. Allah Teâlâ, senin hakkında Peygamberinin -Allah'ın rahmeti onun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- duasını kabul etti; sonra ona, seni ümmete evlâ kılan şeyi -imametini- açıklamasını emretti; tâ ki böylece senin makamının yüceliği, -hak üzere olduğuna dair- delilin ortaya çıksın ve muhaliflerin batıl sözleri yok olsun ve mazeretleri kesilsin. -Peygamber- fasıkların fitnesinden korktuğu ve senin hakkında münafıklardan sakındığı bir halde, alemlerin Rabb'i, "Ey elçi Rabb'inden sana indirileni ilet. Eğer bunu yapmazsan, O'nun risaletini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur" (Maide, 67) ayetini indirdi. Sonra yolculuk zahmetine katlandı, sıcak kum çölünde ayağa kalkarak hutbe okudu. Seslendi, sesini herkese duyurdu ve -Allah'ın emrini- bildirdi. Sonra onların hepsine, "Allah'ın emrini bildirdim mi?" diye sordu. Onlar, Allah şahittir, evet, dediler. Bunun üzerine, "Allah'ım! Şahid ol" buyurdu.
* Daha sonra, "ben müminlere kendi nefislerinden daha evlâ değil miyim?" diye sordu. Onlar, evet, dediler. Bunun üzerine senin elini tuta-rak, "Ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır. Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol, ona yardım edene yardım et, yardımını esirgeyerek onu alçaltanı alçalt" buyurdu. Ama, Allah'ın senin hakkında Resulüne indirdiğine az bir gruptan başka kimse iman etmedi ve onların çoğu kendi aleyhlerine zarardan başka bir şey artırmadılar. Allah, daha önce senin hakkında indirdiği şu ayetten hoşlanmadılar (ka-bul etmek istemediler): "Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, yakında öyle bir toplum getirecek ki (O) onları sever, onlar da O'nu severler. Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafir-lere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfüdür, onu dilediğine verir. Allah('ın lütfü) geniştir. (O,) bilendir. Sizin veliniz, ancak Allah, O'nun Elçisi ve namazlarını kılan ve rüku halinde zekat verenlerdir. Kim Allah'ı, O'nun elçisini ve mü'minleri dost tutarsa (bilsin ki) galib gelecek olanlar, yalnız Allah'ın taraftarlarıdır." (Mâide, 54-56) "Rabb'imiz, senin indirdiğine inandık, peygambere uyduk; bizi şahitlerle berber yaz!" (Âl-i İmran, 53) "Rabb'imiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalbimizi eğriltme; bize katından bir rahmet ver, şüphesiz sen çok bağış yapansın." (Âl-i İmran, 8)
Allah'ım! Biz bütün bu ayetlerin senin yanından ve hak olduğunu biliyoruz. O halde, onunla (Ali'yle) muhalefet edenlere, büyüklük tasarla-yanlara ve onu yalanlayarak kafir olanlara lanet et. "Zulmedenler, yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bilecekler." (Şuara, 227)
* Selam olsun sana ey mü'minlerin emiri ve vasilerin efendisi, ibadet edenlerin birincisi, zahitlerin en zahidi; Allah'ın rahmeti, bereketleri, salat-ları ve tehiyetleri senin üzerine olsun. "Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği yedirirler. Biz size sırf Allah rızası için yediri-yoruz, sizden bir karlılık ve teşekkür beklemiyoruz." (İnsan, 8) ayetin-deki sevdiği yemeği yediren sensin. Allah Teâlâ, "Kendilerinin ihti-yaçları olsa dahi, (yoksul kardeşlerini) öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıya eren-lerdir." (Haşr, 9) ayetini senin hakkında indirdi. "Öfke(lerin)i yutkunur-lar, insanları affederler, Allah da güzel davrananları sever." (Âl-i İmran, 134) ayetinden maksat sensin. "Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabrederler. (Bakara, 177) ayetinden maksat sensin. -Beyt-ul malı- eşit olarak bölüştüren, halka adil davranan, Allah'ın sınırla-rını bütün insanlardan daha iyi bilen sensin.
Allah Teâlâ, "Hiç inanan kimse, (yoldan çıkan) fasık gibi olur mu? Elbette bunlar bir olmazlar. İnanan ve iyi işler yapanlara gelince, onlar için yaptıklarına karşılık olarak varıp kalacakları cennet konakları vardır." (Secde, 18-19) ayetinde kendi fazlıyla seni üstün kılan şeyi bildirmiştir. Sen Kur'an ilmine, te'vil hükmüne ve Resulullah'ın nassına has kılınmışsın. Görülen yerler (fetih ve zaferler), meşhur (zor) makamlar, Bedir savaşı ve Ahzab savaşı günü gibi zor günler sana hastır; "O günlerde gözler yığıldı, yürekler gırtlağa geldi ve siz, Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündünüz. İşte orada müminler imtihan edildi ve şiddetli bir sarsıntıya uğradılar. O zaman münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar, "Allah ve Resulü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar" diyorlardı. Onlardan bir grup da demişti ki: "Ey Medine halkı! Artık sizin için durmanı sırası değil; hadi dönün. Onlardan bir grubu, ise, "Gerçekten evlerimiz emniyette değil" diyerek -savaşa gitmemek için- Peygamber'den izin istiyorlar-dı; oysa evleri tehlikede değildi; sadece savaştan kaçmak istiyor-lardı." (Ahzab, 10-13) Allah Teâlâ (bu olaya işaretle) buyurdu ki: "Mü-minler (düşman) orduları(nı) gördükleri zaman: İşte Allah ve Resulünün bize vaat ettiği! Allah ve Resulü doğru söylemiştir, dediler. Bu (orduların gelişi), onların sadece imanlarını ve teslimiye-tlerini artırdı." (Ahzab, 22)
* Ve sen onların Amr'ını öldürdün ve topluluklarını bozguna uğrattın. "Allah, inkâr edenleri hiçbir fayda elde edemeden öfkeleriyle geri çevirdi. Allah savaşta müminlere yetti. Allah güçlüdür, mutlak galiptir." (Ahzab, 25) Yine Uhud savaşı gününde, "Resul, arkanızdan sizi çağırırken siz durmadan -savaş alanından- uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz." (Âl-i İmran, 153) ve sen müşrikleri sağdan ve soldan Peygamber'den uzaklaştırıyordun, nihayet Allah onları korkuyla size taarruz etmekten çevirdi ve yenilgiye uğramış orduya seninle zafer verdi. Huneyn gününde ise Kur'an'ın buyurduğu gibi, "...Hani (o gün) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti. Fakat size hiçbir yarar da sağlamamıştı. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti, nihayet bozularak arkanıza dönmüş (kaçmağa başlamış)-tınız. Sona, Allah Resulünün ve mü'minlerin üzerine sekinetini (gü-ven veren rahmetini) indirdi..." (Tevbe, 25-26)
* Ayetteki "müminler"den maksat sen, seni sevenlerdir; o zaman ordu bozguna uğrarken amcan Abbas yüksek bir sesle, 'Ey Bakara Suresinin ashabı, ey şecere=ağaç biatinin ashabı' diye haykırıyordu. Nihayet bir grup onun çağrısına icabet etti. (Ey Ali) sen onlara (İslam ordusunun) zahmetine yettin (onlardan savaş zahmetini kaldırdın) ve onlar olmaksızın -Allah'ın dinine- yardımı üstendin. Böylece onlar -İslam ordusu savaşın- sevabından meyus olarak döndüler ve Allah'ın tövbe vaadını umdular; Allah'ın bu olay hakkındaki buyruğu şudur: "Sonra Al-lah, bunun ardından yine dilediğinin tövbesini kabul eder." (Tevbe, 27) O gün sen (ey Ali) sabır derecesine sahiptin ve yüce bir mükafata ulaştın. Ve Hayber günü, Allah münafıkların gevşekliğini -müminlere- gösterip kafirlerin arkasını kesti ve hamd alemlerin Rabb'i Allah'a mah-sustur. "Oysa arkalarına dön(üp kaç)mayacaklarına dair Allah'a söz vermişlerdi. Allah'a verilen sözden sorumlu idiler." (Ahzab, 15)
* Ey mevlam sen -Allah'ın- yetkin hücceti, açık yolu, geniş nimeti, aydın delilisin. O halde Allah'ın sana verdiği fazl afiyet olsun ve senin cahil düşmanın helâk olsun. (Ey Ali!) Peygamber'in -Allah'ın rahmeti ona ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- bütün savaşlarında ve gazvelerinde onunla birlikteydin; sancağı onun önünde taşıyordun; kılıçla önündeki düşmanlarını vuruyordun. Sonra işlerde tedbirin ve basiretin nedeniyle -peygamber- birçok yerde seni emir kıldı ve hiç kimse senin üstüne emir değildi. Ve takvan birçok işlere girişmeni engellerken senden başkaları o gibi işlerde heva ve heveslerine uydular. Böylece cahiller senin onları yapmaktan aciz olduğunu sandılar; vallahi böyle düşünen sapmıştır ve hidayet üzere değildir.
Sen kendi sözünle -Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun-, hakkında böyle düşünen ve iftira edenlerin eleştirilerinin cevabını açıkladın: "Nice bozuk ve düzenbaz insanlar hile yolunu bulur da, sakınan insan Allah'tan çekinmesinden dolayı onu yapmaz ve kendi isteğiyle onu terk eder; fakat din derdi olmayan kişi fırsatı ganimet bilerek ona girişir." Vallahi doğru söyledin (ey Emirulmüminin!), batıl ehli zarar etmiştir. (Yine) ahdini bozan o ikisi (Talha ve Zübeyr) sana hile yaparak, "biz umre yapmak istiyoruz" dediklerinde sen onlara dedin ki, "kendi canınıza andolsun ki siz umre yapmak istemiyorsunuz, siz bana hile yapmak istiyorsunuz." Böylece o ikisinden biat aldın ve ahdi yeniledin de onlar nifaklarında ciddiyet gös-terdiler ve sen onlara yaptıklarını haber verince ihmal ederek döndüler de bundan faydalanmadılar ve onların işlerinin sonu hüsran oldu. Sonra o ikisinin -muhalefetini- Şamlıların -muhalefeti- izledi. Böylece, onların mazeretini kestikten sonra onların üstüne yürüdün. Oysa onlar hak dine inanmıyorlardı, Kur'an'ın üzerinde düşünmüyorlardı; onlar ahmak, alçak ve sapık insanlardı. Onlar, senin -hilafetin- hakkında Muhammed'e indi-rilen ayete karşı kafir oldular ve senin muhaliflerine yardım ettiler. Oysa, Allah Teâlâ sana uymayı emretmiş, mü'minleri sana yardıma çağırarak buyurmuştur ki: "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğrularla birlikte olun." (Tevbe, 119)
* Ey mevlam! Hak seninle aşikâr oldu; oysa insanlar onu ihmal ederek terk etmişti. Sünnetler yıpranıp çiğnendikten sonra sen onları açıkladın. Kur'an'ın tasdikiyle cihadda öne geçmek ve Kur'an'ın hakikat ve yorumu üzere cihadın fazileti sana mahsustur. Senin düşmanın, Allah-'ın düşmanı ve Resulullah'ı inkâr edendir; o, -insanları- batıla davet eder, haksızlığa hükmeder, gasben -insanlara- hüküm sürer, kendi partisini (kendine uyanları) ateşe -cehenneme- çağırır. Ammar Yasir ise -senin tarafında- cihad ederek iki safın arasında (Sıffin savaşında), "koşun, koşun cennete" diye haykırıyordu. Su istediğinde -su yerine, can vermek üzereyken- ona süt verdiklerinde tekbir getirerek dedi ki: Resulullah -Allah'ın rahmeti ona ve Ehl-i Beyt'ine olsun- bana buyurdu ki: "Dünyada en son içeceğin şey bir içim süttür. (Ey Ammar!) seni azgın bir grup öldürecektir." O sırada Ebu'l Adiye-i Fezari onun karşısına çıkarak onu öldürdü.
* Kıyamet gününe kadar Allah'ın, meleklerinin ve peygamberlerinin laneti müşriklerden veya münafıklardan olan -Ammar'ın- katilinin, sana karşı kılıç çekenin ve senin kılıç çektiğin kimsenin ve yine sana bir kötülüğün ulaşmasına razı olan, bundan rahatsız olmayan ve buna göz yuman, onu engellemeyen, eliyle veya diliyle sana karşı onlara yardım edenlerin veya yerinde oturup sana yardım etmeyenlerin, seninle birlikte cihad etmeyenlerin, senin faziletini -insanların gözünde- küçük görenlerin veya senin hakkını inkâr edenlerin ya da Allah seni, onlara kendi nefislerinden daha üstün kıldığı halde senden başkasına dönenlerin üzerine olsun. Allah'ın salatı, rahmeti, bereketleri, selamı ve tehiyyetleri senin ve senin soyundan olan tertemiz imamların üzerine olsun; doğrusu Allah övgüye değer ve yücedir.
Senin hakkını -imametini- inkârdan sonra daha şaşılacak şey ve daha çirkin olay, alemlerdeki kadınların efendisi Zehra-i Tahire-i Sıddıka-'nın Fedek'inin gasp edilmesi, senin şehadetinin ve Muhammed Mustafa-'nın torunları, cennet gençlerinin efendileri olan evlatların -Hasan ve Hüseyin'in- şehadetlerinin reddedilmesidir. Allah'ın rahmeti siz -Ehl-i Beyt'-in üzerinize olsun. Allah Teâlâ sizin derecenizi bütün ümmete yük-seltmiş, mevkiinizi yüceltmiş, faziletinizi açığa çıkarmış ve sizi alemdeki-lerden üstün kılmıştır. Böylece sizden her türlü çirkinliği gidererek sizi tertemiz kılmayı dilemiştir (Ahzab, 33). Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Doğ-rusu insan hırslı yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır, kendisine hayır dokundu mu (yoksullara) yardım etmez (sıkı sıkı tutar). Ancak namaz kılanlar bunun dışındadır." (Mearic, 19-22)
* Böylece, Allah Teâlâ (namaz kılanlar sözüyle) Peygamberi Muhammed Mustafa'yı ve ey vasilerin efendisi seni bütün varlıklardan istisna etmiştir. O halde ne kadar sapmıştır hakkın (imamet) konusunda sana zulmedenler ve sonra hileyle "yakınların" payını sana farz edenler ve zulümle onun ehlinden yakınların hakkını (Fedek'i) saptıranlar! Sonra iş (hilafet) sana dönünce de Allah yanındaki makamına rağbet ederek (Allah rızası için) onların hakkında o ikisinin uyguladığını uyguladın (Fedek'ten vazgeçtin). Böylece bu ikisi konusunda senin sıkıntı ve acıların yalnız, yardımcısız olan peygamberlerin -Allah'ın selamı onların üzerine olsun- sıkıntısına benzedi; yine geceleyin Peygamber'in (s.a.a) yatağında yatman Allah'ın kurbanı (Hz. İsmail aleyhisselam)a benzedi; o zamanda sen de İsmail gibi cevap verdin ve İsmail gibi sabırla ve Allah'ın rızasını göz önünde bulundurarak itaat ettin: "(İbrahim ona:) Yavrum dedi, ben uykuda görüyorum ki ben seni kesiyorum; (düşün) bak, ne dersin? (İsmail:) Babacığın, sana emredileni yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın, dedi." (Saffat, 102) Sen de aynen Resulullah -Allah'ın rahmeti onun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- sana onun yerine yatağında yatmanı emrettiği zaman hemen onun emrine itaat ettin ve Resulullah'ın yerine öldürülmek için kendini hazırladın.
* Allah Teâlâ da senin bu itaatını mükafatlandırdı ve bu güzel işini şu şekilde açığa çıkardı: "İnsanlardan öylesi de var ki, canını, Allah'ın rızasını kazanmaya satar." (Bakara, 207) Yine, Kur'an sayfalarının aldatma ve hile ile -mızrakların ucunda- yükseltildiği, böylece -insanlar arasına- şüphe düşürüldüğü, hakkın oyuna alındığı ve şüpheye uyulduğu Sıffin savaşında senin sıkıntın Harun'un sıkıntısına benziyordu. Musa onu kavmine emir kılmıştı, ama insanlar etrafından dağılmışlardı: "Önce-den Harun, kendilerine: Ey kavmim, andolsun siz bununla (Samiri-'nin buzağısıyla) sınandınız. Rabb'iniz çok esirgeyen(Allah)dır. (Gelin) siz bana uyun, emrime itaat edin! demişti. (Onlar, hayır) de-diler: Musa bize dönünceya kadar buna tapmaktan vazgeçme-yeceğiz!" (Tâhâ, 90-91) Ve sen de Kur'an sayfaları -mızrakların ucunda- yükseltildiği zaman dedin ki: "Ey kavmim, gerçekten siz bununla sınanmaktasınız, size hile yapılmaktadır." Fakat onlar sana isyan ettiler, muhalefet ettiler ve senden iki hakem atamanı istediler. Ancak sen bundan sakındın, onların bu -çirkin- işinden Allah'a sığındın ve işi -çaresizlikten- onlara bıraktın.
* Hak açığa çıkıp kötü iş anlaşılınca yaptıkları hata ve zulümlerine itiraf ettiler; ondan sonra tekrar ihtilafa düştüler ve senden aptalca bir hüküm vermeni istediler. Fakat sen bundan sakındın, ama onlar onu sevdiler; sen hata saydın, oysa onlar işledikleri günahı mubah saydılar. Sen sürekli basiretli ve hidayet üzereydin, onlar da sapık ve kör sünnetler üzereydiler. Onlar sürekli nifaka ısrar ettiler ve sapıklıkta şüpheye düştüler. Nihayet Allah onlara yaptıkları işin vebalini tattırdı. Böylece senin kılıcınla sana karşı düşmanlık yapanları öldürdü, böylece şaki ve bedbaht oldular; saadete erenler ise senin hüccetinle dirildiler ve hidayet buldular. Allah'ın rahmeti her sabah ve akşam, bütün sükunet ve hareke-tinde senin üzerine olsun. Hiçbir öven senin sıfatına ihate edemez. Hiçbir hicivci de senin faziletini yok edemez. Sen ibadet bakımından yaratık-ların en iyisi, takva bakımından en ihlaslısı ve din düşmanlarını en güçlü defedicisi idin. Sen kendi çabanla Allah'ın hükümlerini ayakta tuttun, azgınların askerlerini kılıçtan geçirdin, bileğinin gücüyle savaşların ateşini söndürdün, şüphe örtülerini beyanınla yırttın, batıl giysisini apaçık haktan açtın, Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından çekinmedin, Allah Teâlâ'nın medhi ve övgüsüyle medhedenlerin medhine ve övenlerin övgüsüne ihtiyaç duymadın.
* Allah Teâlâ buyuruyor ki: "Mü'minlerden öyle erkekler var ki, Allah'a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine ge-tirdi (şehid oluncaya kadar çarpışacaklarını adamışlardı, çarpıştılar ve şehid düştüler), kimi de (şehidlik) beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir." (Ahzab, 23) Nakisin (ahdini bozanlar), Kasitin (azgınlar) ve Marikin'le (dinden çıkanlar) savaşınca ve Resulullah'ın -Allah'ın rahmeti onun ve Ehl-i Beyt'inin üzerine olsun- senin hakkındaki ahdi isabetli çıkınca, sen, onun ahidine vefa ettin ve, "Bunun bununla (sakalımın kanımla) boyanmasının zamanı gelmedi mi veya -beni öldürmek için- ümmetin en katı kalplisi ne zaman gönderilecek?" dedin. Oysa, sen, -hak üzere olduğuna dair- Rabb'inden bir delil üzere olduğuna emindin ve yaptığın işin bilincindeydin. Allah'la yapmış olduğun muame-leden dolayı müjdelenerek O'na doğru hareket ettin; ve işte bu en büyük kurtuluştur.
* Allah'ım! Peygamberlerinin ve peygamberlerinin vasilerinin katillerine bütün lanetlerinle lanet et ve onları ateşinin sıcaklığına ulaştır; senin velinin hakkını gasbedene, ahdini inkâr edene, dini ona tamamladı-ğın gün onun velayetine yakin ve ikrar ettikten sonra reddedene lanet et.
Allah'ım! Emirulmüminin'in katiline, ona zulmedene, katillerinin izleyi-cilerine ve yardımcılarına lanet et.
Allah'ım! Hüseyin'e zulmedenlere, onun katillerine, düşmanlarına uyanlara, onların yardımcılarına, onu öldürmelerine razı olanlara ve yar-dım etmeyerek onu yalnız bırakanlara çok şiddetli lanet et.
Allah'ım! Muhammed'in Ehl-i Beyt'ine zulmeden birinci zalime ve onların haklarına mani olanlara lanet et.
Allah'ım! Muhammed'in Ehl-i Beyt'ine zulmeden ilk zalimi ve onların hakkını gasbedeni ve kıyamete kadar onun sünnetini izleyeni lanetine has kıl.
Allah'ım! Peygamberlerin sonuncusu Muhammed'e, vasilerin efendisi Ali'ye ve onun tertemiz evlatlarına rahmet eyle. Bizleri onlara sarılanlar-dan, onların velayetiyle kurtuluşa erenlerden, kendilerine korku ve üzüntü olmayacak -cehennemden- güvencede olanlardan eyle."
"Hediyyetu'z-Zairin" adlı kitapta, bu ziyaretin senedine, bu ziyaretin ister yakından olsun, ister uzaktan her gün okunabileceğine değinilmiş ve bu ise ibadet ehlinin ve şah-i velayet Hz. Ali aleyhisse-lam'ın ziyaretine şevki olanların ganimet bilecekleri bir ameldir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
- f_altan
- Mesajlar: 2376
- Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49
"İkbal" kitabında İmam cafer sadık (a.s)'dan şöyle naklediliyor:
gadir-i hum gününde emirulmüminin ali aleyhissela-m'ın mezarının yanında olursanız mezarın yanına gidin ve eğer başka bir yerde olursanız parmağınızla o hazretin mezarına işaret ederek namazdan sonra şu duayı okuyun:
اَللّـهُمَّ صَلِّ عَلى وَلِيِّكَ وَاَخي نَبِيِّكَ وَوَزيرِهِ وَحَبيبِهِ وَخَليلِهِ وَمَوْضِعِ سِرِّهِ وَخِيَرَتِهِ مِنْ اُسْرَتِهِ، وَوَصِيِّهِ وَصَفْوَتِهِ وَخالِصَتِهِ وَاَمينِهِ وَوَلِيِّهِ، وَاَشْرَفِ عِتْرَتِهِ الَّذينَ آمَنُوا بِهِ، وَاَبي ذُرِّيَّتِهِ، وَبابِ حِكْمَتِهِ، وَالنّاطِقِ بِحُجَّتِهِ، وَالدّاعي اِلى شَريعَتِهِ، وَالْماضي عَلى سُنَّتِهِ، وَخَليفَتِهِ عَلى اُمَّتِهِ، سَيِّدِ الْمُسْلِمينَ، وَاَميرِالْمُؤْمِنينَ، وَقائِدِ الْغُرِّ الُْمحَجَّلينَ، اَفْضَلَ ما صَلَّيْتَ عَلى اَحَد مِنْ خَلْقِكَ وَاَصْفِيائِكَ وَاَوْصِياءِ اَنْبِيائِكَ.
اَللّـهُمَّ اِنّي اَشْهَدُ اَنَّهُ قَدْ بَلَّغَ عَنْ نَبِيِّكَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ ما حُمِّلَ، وَرَعى مَا اسْتُحْفِظَ وَحَفِظَ، مَا اسْتُودِعَ، وَحَلَّلَ حَلالَكَ، وَحَرَّمَ حَرامَكَم وَاَقامَ* اَحْكامَكَ، وَدَعا اِلى سَبيلِكَ، وَوالى أوْلِياءَكَ وَعادى اَعْداءَكَ، وَ جاهَدَ النّاكِثينَ عَنْ سَبيلِكَ وَالْقاسِطينَ وَالْمارِقينَ عَنْ اَمْرِكَ، صابِراً مُحْتَسِباً مُقْبِلاً غَيْرَ مُدْبِر لا تَأخُذُهُ فِي اللهِ لَوْمَةُ لائِم حَتّى بَلَغَ في ذلِكَ الرِّضا وَسَلَّمَ اِلَيْكَ الْقَضاءَ، وَعَبَدَكَ مُخْلِصاً وَنَصَحَ لَكَ مُجْتَهِداً حَتّى اَتاهُ الْيَقينُ، فَقَبَضْتَهُ اِلَيْكَ شَهيداً سَعيداً وَلِيّاً تَقِيّاً رَضِيّاً زَكِيّاً هادِياً مَهْدِيّاً.
اَللّـهُمَّ صَلِّ عَلى مُحَمَّد وَعَلَيْهِ اَفْضَلَ ما صَلَّيْتَ عَلى اَحَد مِنْ اَنْبِيائِكَ وَاَصْفِيائِكَ يا رَبَّ الْعالَمينَ.
* "Allah'ım! kendi veline, peygamberinin kardeşine, onun vezirine, habibine, dostuna, sırdaşına, ailesi arasından seçtiğine, vasisine, ayırt ettiğine, kendisine halis olana, eminine, yardımcısına, ona iman eden ailesinin en şereflisine, soyunun babasına, hikmetinin kapısına, onun delilini söyleyene, onun dinine davet edene, onun sünneti üzerinde kala-na, ümmetine halifesine, müslümanların efendisi ve müminlerin emirine, yüzü ak insanların imamına, yarattıklarından birine, seçkin kullarına ve peygamberlerinin vasilerine ettiğin en üstün rahmeti et.
Allah'ım! ben şehadet ederim ki o, peygamber'in -rahmetin onun ve ehl-i beyt'inin üzerine olsun- tarafından üstlendiği şeyi tebliğ etti, koru-ması gereken şeyi gözetti, yanında emanet bırakılan şeyi korudu, senin helalini helal ve haramını iste haram bildi; senin hükümlerini uyguladı; -insanları- senin yoluna davet etti; senin dostlarını sevdi ve düşmanlarınla düşman oldu; senin yolunda ahdini bozanlarla, azgınlarla ve senin emrinden çıkanlarla savaştı; bütün bunları yaparken sabırlı davrandı, senin rızanı göz önünde bulundurdu, sırt çevirmeksizin sana doğru hareket etti. Allah yolunda hiçbir kınayanın kınaması onu engellemedi; nihayet bu konuda senin rıza ve hoşnutluk makamına ulaştı, kazayı sana teslim etti (hükmü sana bıraktı), tam bir ihlasla sana ibadet etti, senin rızan için -insanlara- nasihat etme (hayır dileme) alanında çaba harcadı; nihayet ölüm gelip onu buldu ve onu şehid, saadetli, veli, takvalı, hoşnut, tertemiz, hidayet edici ve hidayet olmuş birisi olarak kendine aldın.
Allah'ım! muhammed ve ehl-i beyt'ine, peygamberlerinden ve vasile-rinden birine ettiğin en üstün rahmetle rahmet et; ey alemlerin rabb'i!"
seyyid, "misbahu'z-zair" kitabında bugün için başka bir ziyaret de nakletmiştir; fakat bu ziyaretin bugüne has olduğu bilinmemekte-dir. bu ziyaret iki ziyaretten oluşmuştur. allame meclisi, bunu "tuhfe" kitabının ikinci ve üçüncü ziyareti olarak kaydetmiştir.
gadir-i hum gününde emirulmüminin ali aleyhissela-m'ın mezarının yanında olursanız mezarın yanına gidin ve eğer başka bir yerde olursanız parmağınızla o hazretin mezarına işaret ederek namazdan sonra şu duayı okuyun:
اَللّـهُمَّ صَلِّ عَلى وَلِيِّكَ وَاَخي نَبِيِّكَ وَوَزيرِهِ وَحَبيبِهِ وَخَليلِهِ وَمَوْضِعِ سِرِّهِ وَخِيَرَتِهِ مِنْ اُسْرَتِهِ، وَوَصِيِّهِ وَصَفْوَتِهِ وَخالِصَتِهِ وَاَمينِهِ وَوَلِيِّهِ، وَاَشْرَفِ عِتْرَتِهِ الَّذينَ آمَنُوا بِهِ، وَاَبي ذُرِّيَّتِهِ، وَبابِ حِكْمَتِهِ، وَالنّاطِقِ بِحُجَّتِهِ، وَالدّاعي اِلى شَريعَتِهِ، وَالْماضي عَلى سُنَّتِهِ، وَخَليفَتِهِ عَلى اُمَّتِهِ، سَيِّدِ الْمُسْلِمينَ، وَاَميرِالْمُؤْمِنينَ، وَقائِدِ الْغُرِّ الُْمحَجَّلينَ، اَفْضَلَ ما صَلَّيْتَ عَلى اَحَد مِنْ خَلْقِكَ وَاَصْفِيائِكَ وَاَوْصِياءِ اَنْبِيائِكَ.
اَللّـهُمَّ اِنّي اَشْهَدُ اَنَّهُ قَدْ بَلَّغَ عَنْ نَبِيِّكَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَآلِهِ ما حُمِّلَ، وَرَعى مَا اسْتُحْفِظَ وَحَفِظَ، مَا اسْتُودِعَ، وَحَلَّلَ حَلالَكَ، وَحَرَّمَ حَرامَكَم وَاَقامَ* اَحْكامَكَ، وَدَعا اِلى سَبيلِكَ، وَوالى أوْلِياءَكَ وَعادى اَعْداءَكَ، وَ جاهَدَ النّاكِثينَ عَنْ سَبيلِكَ وَالْقاسِطينَ وَالْمارِقينَ عَنْ اَمْرِكَ، صابِراً مُحْتَسِباً مُقْبِلاً غَيْرَ مُدْبِر لا تَأخُذُهُ فِي اللهِ لَوْمَةُ لائِم حَتّى بَلَغَ في ذلِكَ الرِّضا وَسَلَّمَ اِلَيْكَ الْقَضاءَ، وَعَبَدَكَ مُخْلِصاً وَنَصَحَ لَكَ مُجْتَهِداً حَتّى اَتاهُ الْيَقينُ، فَقَبَضْتَهُ اِلَيْكَ شَهيداً سَعيداً وَلِيّاً تَقِيّاً رَضِيّاً زَكِيّاً هادِياً مَهْدِيّاً.
اَللّـهُمَّ صَلِّ عَلى مُحَمَّد وَعَلَيْهِ اَفْضَلَ ما صَلَّيْتَ عَلى اَحَد مِنْ اَنْبِيائِكَ وَاَصْفِيائِكَ يا رَبَّ الْعالَمينَ.
* "Allah'ım! kendi veline, peygamberinin kardeşine, onun vezirine, habibine, dostuna, sırdaşına, ailesi arasından seçtiğine, vasisine, ayırt ettiğine, kendisine halis olana, eminine, yardımcısına, ona iman eden ailesinin en şereflisine, soyunun babasına, hikmetinin kapısına, onun delilini söyleyene, onun dinine davet edene, onun sünneti üzerinde kala-na, ümmetine halifesine, müslümanların efendisi ve müminlerin emirine, yüzü ak insanların imamına, yarattıklarından birine, seçkin kullarına ve peygamberlerinin vasilerine ettiğin en üstün rahmeti et.
Allah'ım! ben şehadet ederim ki o, peygamber'in -rahmetin onun ve ehl-i beyt'inin üzerine olsun- tarafından üstlendiği şeyi tebliğ etti, koru-ması gereken şeyi gözetti, yanında emanet bırakılan şeyi korudu, senin helalini helal ve haramını iste haram bildi; senin hükümlerini uyguladı; -insanları- senin yoluna davet etti; senin dostlarını sevdi ve düşmanlarınla düşman oldu; senin yolunda ahdini bozanlarla, azgınlarla ve senin emrinden çıkanlarla savaştı; bütün bunları yaparken sabırlı davrandı, senin rızanı göz önünde bulundurdu, sırt çevirmeksizin sana doğru hareket etti. Allah yolunda hiçbir kınayanın kınaması onu engellemedi; nihayet bu konuda senin rıza ve hoşnutluk makamına ulaştı, kazayı sana teslim etti (hükmü sana bıraktı), tam bir ihlasla sana ibadet etti, senin rızan için -insanlara- nasihat etme (hayır dileme) alanında çaba harcadı; nihayet ölüm gelip onu buldu ve onu şehid, saadetli, veli, takvalı, hoşnut, tertemiz, hidayet edici ve hidayet olmuş birisi olarak kendine aldın.
Allah'ım! muhammed ve ehl-i beyt'ine, peygamberlerinden ve vasile-rinden birine ettiğin en üstün rahmetle rahmet et; ey alemlerin rabb'i!"
seyyid, "misbahu'z-zair" kitabında bugün için başka bir ziyaret de nakletmiştir; fakat bu ziyaretin bugüne has olduğu bilinmemekte-dir. bu ziyaret iki ziyaretten oluşmuştur. allame meclisi, bunu "tuhfe" kitabının ikinci ve üçüncü ziyareti olarak kaydetmiştir.
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
-
- Mesajlar: 113
- Kayıt: 28 Eyl 2009, 01:44
Re: Hz. Ali (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...
YA Allah- YA MUHAMMED MUSTAFA- YA ALİYEL MÜRTEZA sen bizi amerikanın kışkırtması İran - Türkiye kardeş ülkelerinin savaşına sürükleme ya hak
- ruhullah
- Mesajlar: 32
- Kayıt: 31 Tem 2007, 22:01
- Konum: üye
Re:
İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Bir gün Ebu Cehil Lanetullahi aleyh: Ben Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’i öldüreceğim, gerçi Abdulmuttalib oğulları onun kanı karşılığında beni öldürseler dahi. Ebu Cehil Lanetullahi aleyh’in etrafındakiler: Eğer böyle bir şey yaparsan Mekke ehline çok büyük bir iyilikte bulunmuş olacaksın ve onlar seni her zaman hatırlayacaklardı dediler. Ebu Cehil Lanetullahi aleyh dedi ki: Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem Kâbe’nin yanında çok secdeye gidiyor, ne zaman oraya gelse secde halindeyken onun kafasını taşla yaracağım. Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem Mescid-ul Haram’a gelip Kâbe’nin etrafında yedi defa tavaf ettikten sonra namaz kılmaya başladı ve secdelerini oldukça uzun yerine getirdi. Ebu Cehil Lanetullahi aleyh bir taş götürerek o hazretin baş tarafından ona doğru yaklaşmaya başladı. İyice yaklaştığında güçlü cüssesi olan bir hayvanın Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in bulunduğu taraftan ağzını açıp kendisine doğru hamle ettiğini gördü, Ebu Cehil Lanetullahi aleyh bu sahneyi görünce korkuya kapılıp elleri titremeye başladı ve taşı ayağının üzerine düşürerek ayağını kırdı. Ebu Cehil Lanetullahi aleyh rengi sararmış, kendisinden geçmiş ve çehresini ter bürümüş bir halde dostlarının yanına geri döndü. Dostları ona: Biz hiçbir zaman seni böyle korkmuş ve vahşete kapılmış olarak görmedik, ne oldu? Ebu Cehil Lanetullahi aleyh: Vay olsun size! Mazeretimi kabul edin, Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e taşla vurmak istediğimde, büyük cüsseli bir hayvanın ağzını açarak beni yutmak için üzerime doğru hamle ettiğini gördüm, korkudan ellerim titremeye başladı ve taş elimden düşürerek ayağımı kırdı.MÜCAHİD yazdı:İMÂM ALİ (A.S)'IN VASİYETLERİ
1- İmâm Ali (a.s)'ın İmâm Hasan (a.s)'a Ve İmâm Hüseyin (a.s)'a Vasiyeti
Hz. Emir-ül Mu'minin Ali (a.s) İbn Mülcem Mürâdî Mel'un tarafından vurulduğunda, ölüm yatağında İmâm Hasan (a.s) ve İmâm Hüseyin (a.s)'a hitaben şöyle vasiyet ettiler:
"İkinize de Allah'tan çekinmeyi, dünya sizi arasa, istese bile onu aramamayı, istememeyi vasiyet ederim. Ona ait bir şeyi elde edemediğiniz, elinizdekini yitirdiğiniz için de hayıflanmayın. Gerçeği söyleyin; âhiret ecri için iş görün; zâlime düşman olun, mazlûma yardımcı kesilin.
İkinize, bütün evladıma, ehlibeytime ve bu yazım kime ulaşırsa ona, Allah'tan çekinmeyi, işlerinizi düzene koymayı, aranızı uzlaştırmayı vasiyet ederim. Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Ceddinizden duydum, derdi ki: "İki kişinin arasını bulmak, bütün (nâfile-sünnet) namazlardan, oruçlardan üstündür."
Allah için, Allah için yetimleri koruyun, bâzı kere aç, bâzı kere tok bırakmayın onları; size tapşırılan haklarını yitirmeyin onların. Allah için komşularınızı görün, gözetin; bu, Peygamber'inizin vasiyetidir; komşular hakkında öylesine tavsiyede bulundu ki onlar da mîrâsa girecekler sandık.
Allah için, Allah için Kur'ân'a riâyet edin; onunla amel etmekte başkaları sizi geçmesin.
Allah için, Allah için namazı bırakmayın; çünkü o, dininizin direğidir. Allah için, Allah için Rabbinizin evininin ziyâretini, haccetmeyi bırakmayın; siz hayatta bulundukça boşlamayın o evi; çünkü o ev, terk edilirse mühlet bile verilmez sizlere; azap gelir çatar. Allah için, Allah için mallarınızla, canlarınızla, dillerinizle Allah yolunda savaşın; birbirinizi dolaşmanızı görüp gözetmenizi, birbirinizin ihtiyâcını gidermenizi, birbirinizden yüz çevirmemenizi, birbirinizden ayrılmamanızı vasiyet ediyorum. İyiliği buyurmayı, kötülükten nehyetmeyi bırakmayın; sonra kötüleriniz başınıza geçer; sonra da duâ edersiniz, icâbet edilmez size.
Ey Abdülmuttalib oğulları, Emir'ül-Mu'minin katledildi deyip Müslümanların kanlarına girmenizi, öç almaya kalkmanızı istemem, sakının bundan. Benim için yalnız beni öldüreni öldürün. Bekleyin hele, onun şu vuruşundan ölürsem, onun bana bir tek vuruşuna karşı siz de ona bir kere vurun; şurasını, burasını keserek eziyete kalkışmayın; çünkü ben, Allah'ın salâtı ona ve soyuna olsun, Rasûlullah'tan duydum; derdi ki:
"Sakının eziyetten, işkenceden, öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa."(1)
2- İmam Hasan (a.s)'a Yazdıkları Vasiyetname
Zaman(ın kahrını) ikrâr eden, ömrü sönmeğe yüz tutan, kadere boyun eğen, dünyayı yeren, ölüler mahallinde yurt edinen, yarın da oradan göçüp gidecek olan fâni babadan; erişilmeyecek şeyleri arzulayan, yok olup gidenlerin yolunu tutmuş olan, zamanın rehini, musibet oklarının hedefi, dünyanın kulu, gurur taciri, ölümün esiri, gam ve hüzünlerin arkadaşı, hastalıklara ve afetlere maruz olan, arzularına mağlup düşen ve ölenlerin yerine halife olan oğluna.
Dünyanın benden yüz çevirip zamanın bana karşı serkeşlik etmesi, ahiretin ise bana yönelmesi; beni, başkasını düşünmekten ve ardımda kalanları hatırlamaktan ve onları önemsemekten alıkoydu. Halkın dertleri değil, yalnızca kendi derdim beni sarınca, artık fikir ve isteğim değişti ve işimin gerçeği bana aydınlandı, bu ise beni şakası olmayan bir ciddiyete ve yalan lekesi dokunmayan bir doğruluğa sevketti. Senin, vücudumun bir parçası, hatta vücudumun bütünü olduğunu gördüm; sana bir musibet gelse bana gelmiş olur, sana ölüm gelip çatsa bana çatmış olur. Bu sebeple, senin işlerin (sorunların), kendi işlerim gibi beni ilgilendirmeğe başladı; onun için ölsem de, kalsam da, yardımcın olsun diye sana bu vasiyetnameyi yazdım.
Oğlum, ben sana Allah'tan çekinmeyi (ilahî takvayı), devamlı olarak Allah'ın emirlerine itaat etmeyi, O'nu anmakla kalbini onarmayı ve O'nun ipine (Kur'ân'a) sarılmayı tavsiye ederim. Eğer ona (Kur'ân'a) sarılırsan, artık seninle Allah arasında ondan daha sağlam bir bağ olamaz!
Kalbini öğütle dirilt; zahitlikle öldür; yakinle (tam inançla) kuvvetlendir; ölümü anmakla alçalt; fani oluşuna ikrar ettir; dünyanın feci olaylarıyla basiret sahibi kıl; zamanın saldırısından, gecelerin ve gündüzlerin kötü geçişinden çekindir. Göçüp gidenlerin haberlerini ona sun, senden öncekilerin başlarına gelenleri hatırlat; onların yurtlarında ve bıraktıkları eserler arasında gez ve ne yaptıklarına, nereye konduklarına ve nereden göçtüklerine bak. Göreceksin ki, onlar dostlarından ayrılmış, gurbet diyarına inmişlerdir. Onların yurduna (geldin mi) şöyle seslen: Ey ıssız diyar, ehlin nerede? Sonra onların kabirlerinin başına git ve şöyle hitap et: Ey çürümüş cesetler ve birbirinden dağılmış organlar, içinde bulunduğunuz bu diyarı nasıl buldunuz?
Ey aziz oğlum, yakında sen de onlardan biri gibi olacaksın; öyleyse konağını ıslah et, ahiretini dünyana satma.
Bilmediğin şey hakkında konuşmayı ve üzerine düşmediği halde söz söylemeyi terket. Sapıklık olacağından korktuğun bir yola girme; çünkü sapıklık şaşkınlığından sakınmak, korkunç belalara duçar olmaktan daha iyidir. Marufu emret ki, maruf ehlinden (iyilerden) olasın. Kötülüğü elinle, dilinle önle ve kötü iş yapanlardan bütün çabanla uzaklaş. Allah yolunda hakkıyla cihat et; bu uğurda hiç bir kınayıcının kınaması seni tutmasın (yolundan alıkoymasın). Nerede olursa olsun, hakka ermek için güçlüklerin en şiddetlilerine korkusuzca atıl. Dinde fakih (anlayış ve kavrayış sahibi) ol; nefsini sabretmeye alıştır. Bütün işlerde Allah'a sığın ki, tam koruyan bir koruyucuya ve tam güçlü bir savunucuya sığınmış olursun. Rabbinden bir şey dilerken ihlaslı ol; çünkü vermek de vermemek de O'nun elindedir. Hayrı çok dile; vasiyetimi iyice anla; önemsemeyerek yanından geçme. Çünkü sözün hayırlısı fayda verenidir. Bil ki, fayda vermeyen bilgide hayır yoktur; neşredilemeyen(2) bilgiden de faydalanılmaz.
Ey oğlum, senin olgun bir yaşa ulaştığını, benim ise zaafımın (günden güne) arttığını görünce, gönlümdekileri sana söylemeden ecelim gelir, yahut bedenimin zayıfladığı gibi görüşümde de bir zayıflık olur, yahut da bazı galip gelen heva ve hevesler veya dünya fitneleri benden önce sana gelip çatar da sen de buyruk dinlemez serkeş deve gibi olursun endişesiyle sana birtakım hasletleri vasiyet etmeye koyuldum. Çünkü gencin kalbi ekilmemiş alana benzer; oraya ne ekilirse tutar, boy atar. Ben de kalbin katılaşmadan ve aklın meşgul olmadan seni edeplendirmeye çalıştım ki, tecrübe edenlerin senin yerine arama ve sınamasını yüklendikleri gerçekleri tam kesin bir kararla karşılayasın. Böylece arama zahmetinden kurtulur, deneme zorluğundan da muaf olursun. İşte bizlerin, peşi sıra gittiğimiz şeylerin (bilgilerin) kendisi sana gelmiş; bazen bize karanlık (ve gizli) olan şeyler sana apaçık ve gün ışığına çıkmıştır.
Ey oğlum, ben her ne kadar öncekiler gibi ömür sürmediysem de, onların yaptıklarına baktım, haberleri hakkında düşündüm, geriye kalan eserlerini gezip gördüm. Öyle ki onlardan biri gibi oldum; hatta onların yaşayışlarından bana ulaşan haberler bakımından onların ilkinden sonuncusuna kadar, onlarla ömür sürmüşe döndüm. Sonuçta, hallerinin durusunu bulanığından, faydalısını zararlısından ayırt ettim; senin için ise her işin en seçkinini, en güzelini seçtim; açık olmayanını senden uzaklaştırdım; senin durumunun şefkatli bir baba olarak beni de ilgilendirdiğini görünce daha genç olup tertemiz bir kalbe ve iyi niyete sahip olduğun bir vakitte seni terbiye etmeye (eğitmeye) karar verdim. Bu uğurda önce Allah'ın kitabını ve te'vilini, İslâm şeriatını ve hükümlerini, helal ve haramını sana öğretmekle başlayıp bundan öteye (başka bir konuya) geçmemeye karar verdim. Sonra insanların, ihtilafa düşmelerine sebep olan heva ve heveslere, onların kapıldığı gibi senin de kapılmandan korktum. İstemediğim halde seni tembih ederek bu konuda da senin işini sağlamlaştırmak, seni helak olmayacağından emin olmadığım bir işe bırakmaktan daha sevimli geldi bana. Allah Teâla'nın seni doğru yolu bulmanda ve maksadına ermende başarıya ulaştırmasını dilerim. Bu nedenle bu vasiyetimi senin için yazdım ve bununla birlikte bu konuyu sağlamlaştırmaya koyuldum.
Ey aziz oğlum, vasiyetimden uyacağın şeylerin bence en sevimlisi, Allah'tan çekinmen, ilahi farizaları eda etmekle yetinmen ve senden önce gelip geçen atalarının ve dindaşlarından salih kişilerin yolunu tutmandır. Çünkü senin bakıp durumunu gözden geçirdiğin gibi onlar da kendi durumlarına bakıp dikkat ettiler; senin düşündüğün gibi onlar da düşündüler; sonra aldıkları netice onları, bildiklerini almaya ve mükellef olmadıkları şeylerden kaçınmaya sürükledi. Ama eğer nefsin, onların bildikleri gibi bilmeden onların sünnetini kabul etmeye hazır olmazsa, bu ilimleri anlama ve öğrenme yoluyla talep et, şüphelere düşerek, husumetleri çoğaltarak değil. Böyle bir işe girişmeden önce Allah'tan bu uğurda yardım iste; seni muvaffak kılması için O'na yönel; seni şüpheye sokacak ve sapıklığa sevk edecek her şüpheli işi terket. Gönlünün arılığa ulaşıp da kabul etmeye hazır bulunduğuna, düşüncenin kâmil olup toplanarak bu yolda tek bir amaca sahip olduğuna yakin ettiğinde sana açıkladığım şeylere bak; eğer sevdiğin şekilde düşüncen henüz halisleşmemişse bilmelisin ki, geceleyin gözü görmeyen kimse gibi bilmeden adım atmaktasın. Bilmeden adım atan ve hakla bâtılı birbirine karıştıran birisi dini dileyen olamaz. Bu durumda el çekip durmak daha doğrudur. Bu konuda ilk ve son sözüm şudur:
Sana kendi ilahımı, senin ilahını, senin ilk ve son babalarının ilahını, göklerin ve yeryüzü ehlinin Rabbini layık olduğu ve sevdiği bir şekilde (makamına layık olan hamt ile) övüp hamt ediyor ve Allah-u Teâla'dan bizim tarafımızdan Peygamber'e, onun Ehl-i Beyt'ine ve bütün peygamberlere, tüm salavat gönderenlerin salavatınca salavat göndermesini niyaz eder ve O'ndan bizi dua etmeye muvaffak kıldığı şeylerde bize olan nimetini, icabetiyle kâmil etmesini dilerim. Çünkü salih işler O'nun nimeti ile tamamlanır.
Ey oğlum, tavsiyelerimi iyice anla. Bil ki, ölümün sahibi yaşayışın da sahibidir; yaratan öldürendir; yok eden tekrar diriltendir; dert veren derdi giderendir. Dünya, Allah'ın nimetler verip ve sınamalara uğratarak, ahirette karşılık vermesi veya Allah Tebareke ve Teâlâ'nın bizim bilmediğimiz diğer birtakım şeyleri takdir etmesinden başka bir şey değildir. Bunlardan biri sana ağır gelirse (iyice tasdik edemediğin takdirde) onu kendi cehaletine hamlet; çünkü sen önce cahil (bilgisiz) olarak yaratıldın; sonra bilgi sahibi oldun. Nice şeyler vardır ki bilemezsin; o konuda şaşkınlığa düşersin; gözün görmez olur da sonra görür, anlarsın. Seni yaratana, sana rızk verene, senin yaratılışını düzgün bir hale getirene sığın, ümidin ve ilgin O'na ve korkun da O'ndan olsun.
Bil ki, ey aziz oğlum, hiç bir kimse noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'tan, bizim Peygamber'imizin salla'llâhu aleyhi ve alih haber getirdiği gibi haber getirmemiştir. Buna göre, bir önder ve bir kurtuluş kılavuzu olarak ona razı ol ve gönül ver.
Ben sana öğüt vermede kusur etmiyorum; sen de her ne kadar dikkat edersen et, benim kadar hayrını görüp anlayamazsın.
Şunu bil ki, ey aziz oğlum, eğer Allah'ın ortağı olsaydı, O'nun da peygamberleri gelirdi sana; O'nun da tasarruf ve kudret eserlerini görürdün; O'nun da sıfatlarını ve işlerini tanırdın. Fakat kendisini vasıflandırdığı gibi O bir Allah'tır; kudretinde ve ilahlığında O'nunla zıddiyet ve husumet edecek bir varlık yoktur; her varlığın yaratıcısı O'dur, rabblik makamı, gönülle veya gözle kavranmaktan çok yücedir. Bunu böyle bildiğinde (Allah'ı böyle tanıdığında) o zaman da senin gibi kadri küçük, kudreti az, aczi çok, Rabbine ihtiyacı fazla olan kişinin nasıl hareket etmesi gerekiyorsa, O'na itaat etmekte, O'ndan korkup gazabından çekinmek hususunda öyle davran. Çünkü O, seni güzel şeylerden başka bir şeye emretmemiş, çirkin şeylerden başka bir şeyden de men etmemiştir.
Ey oğlum, sana dünyaya, dünya ahvaline, onun zevaline, ehlinin ebedi olmayışına (halden hale girişine) dair haberler verdim; ahiretten, ahiret ehli için hazırlanan şeylerden de seni haberdar edip bu konuda örnekler getirdim.
Dünyaya basiretle bakan (ve dünya halini bilen) kimseler yıkık dökük, kıtlık ve darlık içinde olan bir yerden, bayındır ve iklimi iyi olan bir yeri kasdedip yola düşen topluluğa benzerler; onlar sonunda yerleşecekleri geniş, hoş mu hoş olan evlerine varmak için yolun zahmetine katlanırlar, dostların ayrılığına dayanırlar, yolculuğun uyku ve yiyecek sıkıntısı gibi birçok güçlüklerine sabrederler; onlar bunların hiç birisinden herhangi bir acı duymaz ve bu yolculuğun masrafını zarar ve ziyan olarak kabul etmezler. Onlar için kendilerini konaklarına yaklaştıracak şeyden daha sevimli bir şey yoktur.
Dünyaya aldanan kimseler ise verimli, nimeti bol, mâmur bir konaktan, kıtlık ve kupkuru bir yere göç ettirilen topluluğa benzerler. Onlara, önce bulundukları yerden ayrılmak ve ansızın öyle bir yere gelmekten daha korkunç ve kötü bir şey olamaz.
Ben seni çeşitli bilgisizliklerden dolayı, kendini alim bilmemen için daha önceden kınadım ki, bildiğin bir şeyle karşılaştığında onu büyük saymayasın. Çünkü alim bir kimse bildiğini, bilmedikleri şeyler karşısında pek az görür. Bu yüzden kendisini cahil bilip, neticede ilim tahsil etmede daha çok çaba gösterir; daima onu ister, ona ilgi duyar, onu arar durur. İlim ehlinin karşısında mütevazı olup ona yönelir. Susmaya sarılıp, hata yapmaktan çekinir, ondan utanır. Bilmediği bir meseleyle karşılaştığında da onu inkâr etmez; çünkü önceden nefsi kendi cehaletine ikrar etmiştir. Cahil kimseyse bütün cehaletiyle birlikte kendisini alim sayar; reyini yeterli görür; daima alimlerden uzaklaşır; onları ayıplayıp durur; onunla muhalefet edenleri, hata ettin diyerek dışlar; bilmediği her şeyi sapıklık sayar; bilmediği bir meseleyle karşılaştığında onu inkâr ve tekzip eder; cehaleti yüzünden: Ben onu böyle bilmiyorum, böyle olduğuna inanmıyorum, böyle olduğunu sanmıyorum, bu söz de nereden çıktı? der durur. (Bu sözlerle onun batıl olduğunu söylemek ister.) Bütün bunlar kendi görüşüne (yersiz olarak) itimat ettiğinden ve kendi cehaletini pek az tanıdığından ileri gelir. Böylece, bilmediği konularda yanılgıya düştüğü için, sürekli cahilliklerle baş başa kalır ve (yeni) cahillikler arar; hakkı inkâr edip, cehalet içinde şaşırıp kalır; ilim talep etmekten böbürlenerek kaçınır.
Ey oğlum, vasiyetimi iyice anla ve nefsini, kendinle başkaları arasında bir tartı (ölçü) haline getir; kendin için sevdiğin, dilediğin şeyi başkaları için de sev, dile; kendin için istemediğin şeyi onlar için de isteme. Nasıl zulme uğramayı istemezsen, sen de kimseye zulmetme. Nasıl sana iyilik yapılmasını istiyorsan, sen de iyilik et. Başkasında çirkin bulduğun şeyi kendin için de çirkin bul. Diğerlerine davrandığın gibi onların da sana davranmasına razı ol. Bilmediğin şeyi söyleme; hatta bildiğin şeylerin de hepsini açığa vurma. Sana söylenmesini istemediğin şeyi, sen de başkalarına söyleme. Bil ki, kendini beğenmek, hakka ters düştüğü gibi aynı zamanda akılların da afetidir. Doğru yola hidayet edildin mi, Rabbine karşı daha da fazla eğil, huşu et.
Bil ki, önünde uzak mı uzak, çetin mi çetin, korkunç mu korkunç bir yol var; o yol için hazırlıklı olmaktan başka çaren yok. Gücün yettiği kadar azık al ve sırtındaki yükünü hafiflet. Gücünün üstünde olan yükü yüklenme. Yüklenirsen sana ağırlık verir, vebal getirir. Senin azığını yüklenecek ve muhtaç olduğunda sana geri verecek yoksul birisini buldun mu bunu ganimet bil. Durumun iyiyken senden borç isteyen bir kimseyi ganimet bil; ödeme vaktini de darlığa düştüğün zamana bırak.
Bil ki, önünde sarp bir geçit var; istesen de istemesen de o geçitten ya cennete doğru gideceksin ya da cehennemi boylayacaksın. Bu geçitte yükü hafif olanın hali, yükü ağır olandan çok daha iyidir; öyleyse konmadan önce kendine konak hazırla.
Bil ki, dünya ve ahiret hazineleri elinde olan, sana dua etmek için izin vermiş, icabet edeceğini de vaat etmiştir. O, dilediğini vermek için dilemeni emretmiştir; O şefkatlidir. Seninle kendi arasına bir tercüman koymamış, bir perde de çekmemiştir; seni, O'nun katında şefaat edecek birisine dahi muhtaç etmemiştir. Kötü bir iş işlersen, tövbe etmekten men etmemiştir seni; pişmanlık duyup döndükten sonra kınamamıştır seni; azabını hemencecik göndererek cezalandırmamıştır seni. Rezalete yöneldiğin bir yerde seni rezil etmemiştir; işlediğin suç yüzünden seni eleştirip sıkıntıda bırakmamıştır. Rahmetinden de seni ümitsiz kılmamıştır; tövbeyi kabul etmekte de bir zorluk çıkarmamıştır; suçundan vazgeçmeni de hasene saymıştır; yaptığın bir kötülüğü bir günah saymış; işlediğin iyiliği ise on kat olarak hesaplamıştır. Tövbe kapısını ve işe yeniden başlamayı yüzüne açık bırakmıştır. İstediğin vakit (O'nu çağırdığında) sesini ve gizlice yalvarıp yakarmanı duyar. İhtiyacını O'na söylersin; gönlündekini O'na açarsın, dertlerini O'na dökersin; işlerinde O'ndan yardım dilersin; halktan gizli tuttuğun sırları O'na açıp söylersin. Hazinelerinin anahtarını senin eline vermiştir; o halde, istemede ısrar et; çünkü kendisinden dilemeye izin vermekle rahmet kapısını yüzüne açık bırakmıştır. Dilediğin vakit dua ile hazinelerinin kapılarını açarsın; öyleyse ısrarla iste; icabeti gecikirse de ümidini kesmemelisin; çünkü bağış isteğe göredir. Bazen istemenin (duanın) uzayıp, verilenin daha da artması için duanın icabeti geciktirilir. Bazen de bir şey istersin, verilmez; fakat hemencecik, yahut bir müddet sonra (bu dünyada veya ahirette) ondan daha hayırlısı verilir veya daha hayırlısını vermek için o istediğin şey verilmez, geciktirilir. Nice şeyler var ki, sen istersin onu; fakat verilirse dinin elden gider. O halde sana yararı dokunacak, güzelliği sana kalacak ve günahı senden giderecek şeyleri istemelisin. Mal sana kalmaz; sen de ebedi olarak mala sahip olamazsın. Çok yakın bir zamanda, Kerim olan Allah'ın affettiğinin dışında, yaptığın iyi veya kötü işin neticesini görürsün.
Bil ki, sen ahiret için yaratıldın, dünya için değil. Fenâ için var edildin, beka için değil. Ölüm için varsın, yaşamak için değil. Ansızın sökülüp atılacağın ahiret için azık toplaman gereken bir konakta ve ahirete varacak bir yoldasın. Sen kaçanın kurtulamayacağı, er geç bir gün gelip çatacağı ölüm için bir avsın; kötü bir işteyken, daha kendi kendine, o işten tövbe etmem gerekir, deyip dururken ölümün gelip, tövbeyle aranı açarak ansızın seni helak etmesinden kork.
Ey oğlum, ölümü çok an; birden bire ölümden sonra düşeceğin hali hatırla, onu hep gözünün önünde bulundur ki, silahını kuşandığın, kemerini bağladığın bir halde bulsun seni; ansızın gaflet halinde üst olmasın sana. Ahireti, onda olan nimetleri, şiddetli azaplarını çok an; çünkü bu, gönlünü dünyadan koparır ve onu senin gözünde küçültür.
Allah dünyayı sana tanıtmıştır. Dünya da kendi sıfatlarını sana bildirmiştir ve kötülüklerini açığa vurmuştur. Sakın dünya ehlinin dünyaya yapışıp köpek gibi ona saldırmaları aldatmasın seni. Zira dünya ehli, havlayan köpekler ve (av peşinde koşan) yırtıcı canavarlardır; (o leş için) birbirine hırlarlar, (birbirlerini ısırırlar,) güçlü olan zayıfı, büyüğü de küçüğünü yer. Dünya, kendi ehlini doğru yoldan saptırmış, körlük yoluna sürmüştür; gözlerini, doğru yolu görmesinler diye örtmüştür. Böylece dünyanın şaşkınlıklarında şaşırıp kalmışlar, fitnesinde gark olmuşlardır; onu kendilerine Rab edinmişler; o da onlarla oynamıştır. Böylece dünya ile oyalanıp ötesini unutmuşlardır.
Ey oğlum, dünya ayıplarının çirkinleştirdiği kimselerden olma sakın. Dünya ehlinin bir kısmı, ayakları bağlı; diğer bir kısmı da başı boş salıverilmiş hayvanlardırlar. Bunlar akıllarını yitirmişler; sarp bir vadide kendilerini sürüp götüren bir çobanı olmayan, afete uğramış hayvanlar örneği belirsiz bir yola düşüp gitmekteler. Hele azıcık bekle, karanlık (ölümün ulaşmasıyla) açılsın; güya (görü-yorum) kervan gelmiş, koşanın da dönmesi beklenir.
Bil ki, bineği geceyle gündüz olan bir kişi, dursa bile götürülecektir. Allah, dünyanın yıkılmasından, ahiretin de mamur olmasından başka bir şey dilememiştir.
Oğlum, dünyada, Allah'ın senden ilgi göstermemeni dilediği şeylere karşı zahitlik yapıp gönlünü ondan çek; zaten dünya böyle bir amele layıktır. Eğer dünya hakkındaki nasihatimi kabullenmiyor isen, iyice bil ki dileğine ulaşamazsın, ecelinden kaçamazsın; sen, senden önce gidenlerin yolundasın. Öyleyse arzuları azalt; kazancı (amellerini) güzelleştir; çünkü nice istek ve arzular vardır ki eldekinden, avuçtakinden eder insanı; her arayan bulamadığı gibi orta yolu seçen bir kimse de muhtaç olmaz. Nefsini bütün aşağılıklardan üstün tut, seni arzulara doğru çekse bile; çünkü hiç bir şey izzeti nefsinden kaybettiğinin yerini tutamaz. Allah seni hür yaratmıştır, başkasına kul olma. Şerle ulaşılan hayır, hayır değildir. Güçlükle ulaşılan kolaylık da kolaylık değildir.
Tamah bineğinin seni harekete geçirmesinden sakın; çünkü o, seni helak suyunun başına götürür. Gücün yettikçe Allah'la arana bir nimet sahibi sokma (başkalarının sana minneti olmasın); çünkü sen, ancak kendi payını alacaksın, nasibine ulaşacaksın. Her şey O'ndan olmakla beraber, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'tan gelen az, halktan gelen çoktan daha üstündür. Gerçi hiç bir şey O'nunla kıyaslanamaz ama, eğer sultanların bağışını, alçak kimselerden istenilen bağışla ölçsen ve kıyas etsen göreceksin ki, onların az bağışı sana iftihar ve yüceliktir. Alçak kimselerden kopardığın çok şey ise sana bir ârdır (utançtır). İşinde orta halli ol ki, sonunda methedilesin. Dininden, ırzından en küçük bir şeyi bile hiç bir değer karşısında satmaya kalkışma. Gerçek aldanmış kimse, Allah'tan alması gereken payda aldanan kimsedir. Dünyadan sana geleni al, senden yüz çevireniyse terk et. Bunu yapmazsan (en azından) talebinde güzel davran.
Dinini tehlikeye düşüreceğinden korktuğun kimseyle oturup kalkma; sultandan uzak dur; kendi kendine, ne zaman kötü bir şey görürsem ondan uzak olurum, diyerek şeytanın hile ve aldatmalarından emin olma. Çünkü senden önce helak olan Müslümanlar, kıyamete inandıkları halde, bu yoldan helake düştüler. Eğer onlara açıkça, ahiretini dünyaya sat, deseydin, asla kimse bunu kabul etmeye hazır olmazdı. Fakat şeytan bazen hile yoluyla az bir dünya malı sunarak insanı helake sürükler; Allah'ın rahmetinden ümidini kesip, mutlak bir ümitsizliğe salıverinceye kadar onu tedricen bir kötülükten diğer bir kötülüğe götürür; nihayet insan İslâm ve ahkâmına olan muhalefetleri için çeşitli gerekçeler bulmaya koyulur. Eğer nefsin dünya sevgisi ve sultana yaklaşmakta ısrar eder de olgunlaşmanı sağlayan benim men ettiğim şeylere muhalefet eder isen, en azından dilini koru; çünkü sultanlara, öfkelendiklerinde güvenilmez; onların haberlerini sorma, işlerini araştırma, sırlarını açıp söyleme; onların işine çok karışma.
Susmaktan pişmanlık duyulmaz. Susmakla elden çıkanı telafi etmek, konuşmakla kaybolanı temin etmekten daha kolaydır. Kaptakini, ağzını sımsıkı bağlayarak muhafaza etmek ve elinde bulunanı korumak, başkasının elinde bulunanı istemekten, bence, daha hoştur.
Güvenilmeyen kimseden bir söz nakletme; sonra yalancı çıkarsın; yalancılıksa alçaklıktır. Yetecek kadar bir rızıkla tutarlı olmak, israfla harcanan çok maldan daha yeterli gelir sana. Olgunca bir ümitsizlik, insanlardan bir şey istemekten daha hayırlıdır. Herhangi bir meslekle (çalışıp kazanmakla) iffetli olmak, fisk-u fücurla mesrur olmaktan daha hayırlıdır. Herkes kendi sırrını daha güzel korur. Nice çok çalışan vardır ki, bu çalışma ona zarar verir. Kim çok söz söylerse sayıklar; kim düşünürse basirete erer. İnsanın saadetlerinden birisi de salih arkadaştır. Hayır sahipleriyle eş-dost ol ki, onlardan biri olasın. Kötülük ehlinden çekin ki, onlardan uzak olasın.
Kötü zan sana galip gelmesin; çünkü seninle dostunun arasında sulh-u sefayı baki bırakmaz. Bazen su-i zanna, ihtiyatlı olmaktır denilir; oysa su-i zan ne kötü bir yemektir. Zulmün en kötüsüyse zayıfa zulmetmektir. Kötü iş, ismi gibi kötüdür. Felakete (sevilmeyecek şeylere) boyun eğmek, kalbin zayıflığını gösterir. Yumuşaklığın sertlik sayıldığı yerde, sertlik de yumuşaklık olur. Çoğu zaman ilaç, dert ve hastalık olur; dert de ilaç ve derman olur. Olur ki, nasihatçi olmayan öğüt verir; kendisinden öğüt istenen de öğüt isteyeni aldatır. Arzulara kapılıp bel bağlamaktan sakın; çünkü onlara bel bağlamak, ahmaklığın sermayesidir; sahibini dünya ve ahiret hayrından alıkor. Ateşin odunla alevlendirilip saflaştırıldığı gibi, gönlünü edeple alevlendirerek saflaştır. Gece karanlığında odun toplayan veya selin oraya buraya sürüklediği çerçöp gibi olma. Nimete küfran etmek alçaklıktır; cahille düşüp kalkmak ise uğursuzluktur.
Akıl, tecrübeleri bellemek ve onları unutmamaktır. En hayırlı tecrübe, sana öğüt veren tecrübedir. Yumuşak ahlak, soyluluk ve büyüklüktendir. Fırsatı üzüntüye sebep olmadan değerlendir. Azim ve irade, ileri görüşlülüktendir. Gevşeklik mahrumiyete sebep olur. Her isteyen, isteğini elde edemez; her binen (gurbete giden) geri dönüp gelemez. Azığı zayi etmek fesattandır. Her işin bir sonu vardır. Nice az vardır ki, çoktan daha bereketlidir, daha verimlidir. Takdir edilen sana gelir ulaşır. Ticarete girişen tehlikeye atılmıştır. Kadri ve değeri olmayan yardımcıda hayır yoktur. İşini, hile ve aldatma üzerine kurma. Hikmet bulan yücelir, büyür. Anlamaya çalışanın ilmini çoğaltır. Hayır sahiplerini ziyaret etmek, kalpleri ihya eder. Zaman bineği sana ram olduğu (uyduğu) müddetçe onunla uzlaş ve ondan payını al. İnat bineğinin sana isyan etmesinden sakın. Günah işlediğinde onu tövbeyle hemencecik mahvet.
Seni emin bilene, o sana hıyanet etse bile, hıyanet etme; o senin sırrını açsa bile, sen onun sırrını açma. Az bir şeyi, çoğalması ümidiyle elden çıkarma. İstemene bak, nasip olan yetişir. (İhtiyaçtan) fazla olanı al; güzel bir şekilde ihsan et, bağışta bulun; halka güzel söz söyle. Şu söz ne de hikmetli, lafzı az ama manası çok: Kendin için sevdiğin şeyi halk için de sev, kendin için sevmediğin bir şeyi onlar için de sevme. Bir kimsenin hakkında acele davranırsan, çoğu zaman pişman olur veya ihsan edersin. (Pişmanlık veya ihsan etmenle sonuçlanan acele davranışlardan kaçın.)
Bil ki, verdiği söze bağlı kalmak ve haremini (ailesini) savunmak, asalet ve cömertliktendir. Yüz çevirmek nefret etmenin göstergesidir; çok mazeret getirmek de cimriliğin alâmetidir. Bazen güler bir yüzle kardeşinden (herhangi bir şeyi) esirgemen ona asık bir suratla bağışta bulunmandan daha iyidir. Sıla-i rahim (yakınlara iyilik etmek ve onları ziyaret etmek) cömertliktendir. Akrabalarınla ilişkiyi kestiğinde artık kim sana ümit edebilir veya senin ilişkine güvenebilir? Bağışı esirgemek, ilişkiyi kesmenin bir göstergesidir.
Kardeşin senden ilişkisini kestiğinde onunla ilişki kurmaya, yüz çevirdiğinde lütufta ve ricada bulunmaya, cimrilik yaptığında bağışta bulunmaya, uzaklaştığında yakınlaşmaya, sert davrandığında yumuşak davranmaya, suç işlediğinde de sen onun kölesiymişsin, o da veli nimetinmiş gibi ondan özür dilemeye kendini zorla. Bu dediklerimi, yerinden başka bir yerde yapmaktan, yahut ehil olmayanlara bu çeşit muamele etmekten sakın.
Dostuna düşman olan bir kimseyle dostluk kurmaya çalışma; çünkü dostunla düşman olmuş olursun. Hile de yapma; çünkü bu alçak kimselerin ahlakıdır. İster hoşlansın, ister hoşlanmasın, sen kardeşinin hayrını iste. Her haliyle onunla yardımlaş, nereye giderse onunla beraber git, ağzına toprak serpse bile onu cezalandırmayı düşünme. Düşmanına erdem ve faziletle muamele et (bağışla onu), bu zafere ulaşmaya daha uygundur. Güzel ahlakla kendini halkın şerrinden kurtar. Öfkeni yut, sonuç bakımından bundan daha tatlı, bundan daha lezzetli bir yutma görmedim ben. Şüphe üzerine kardeşinle ilişkini kesme; gönlünü almaksızın ondan ayrılma. Sana sert davranana karşı yumuşak ol, belki o da yumuşar. İlişkiyi kurduktan sonra kesmek, kardeşlikten sonra cefa etmek, dostluktan sonra düşmanlık yapmak, güvenene hıyanet etmek, ümit edenin ümidini kesmek, itimat edene hile yapmak ne de kötüdür. Kardeşinden kopmaya mecbur kalırsan, kendinden onun yanında bir iyilik bırak ki, bir gün dönmek istediğinde rahatça dönebilesin. Senin hakkında iyi zan besleyenin zannını gerçekleştir. Aranızdaki dostluğa güvenerek kardeşinin hakkını zayi etme, çünkü hakkını zayi ettiğin kişi artık kardeşin değildir senin. Aile fertlerine karşı kötü kişi olma. Sana ilgi göstermeyene sen de ilgi gösterme. Sana gönül bağlayan ve yönelen kimse muaşeret etmeye layık olursa onu terk etme.
Sakın kardeşinin ilişkiyi kesmekteki gücü, senin onunla ilişki kurmaktaki gücünden daha çok, kötülük yapmaktaki kuvveti senin ona iyi davranmaktaki kuvvetinden daha fazla, cimrilikteki gücü senin bağış ve cömertlikteki gücünden daha güçlü ve kusur etmekteki kudreti senin iyilik etmekteki gücünden daha ziyade görünmesin. Sana zulmedenin zulmü, gözünde büyümesin; zira o kendi zararına ve senin faydana çalışmaktadır. Seni sevindirene kötülük etmen, yerinde bir iş değildir. Rızık iki kısımdır, bir rızık var ki sen onu ararsın, bir rızık da var ki o seni arar, sen ona varmasan da o sana gelir.
Ey oğlum, şunu bil ki, zaman halden hale girmekte ve birçok hadiselerle doludur. Sakın kınamaları sert ve halkın nezdinde özürleri az olan kimselerden olma. İhtiyaç zamanında alçalmak, zenginlikte de azarlamak ne kötü huydur. Dünyadan nasibin, ahiretini bayındır ettiğin kadardır. Öyleyse yerinde infak et, başkalarına hazinedar olma. Eğer elinden çıkana hayıflanacaksan, sana ulaşmayan her şey için hayıflan dur. Henüz olmayan, gelip çatmayan şeyi olup bitenden anla; çünkü işler hep birbirine benzer. Hiç bir veli nimete nankörlük etme; çünkü nankörlük küfrün en alçak mertebelerindendir. Özür kabul eden ol. Tuzağa düşmedikçe ibret almayan, nasihatten faydalanmayanlardan olma. Çünkü akıllı kişi edeple öğütlenir; hayvanlarsa kötekle. Hakkını tanıyan kimsenin, ister büyük adam olsun, ister küçük, hakkını tanı.
Sabır ve (Allah'a) kesin iman ve güven ile dertleri kendinden uzaklaştır. Ilımlılığı bırakan sapar. Kanaat insan için güzel bir saadettir. İnsanın en kötü arkadaşlarından biri de hasettir. Ümitsizlikte tefrit (kusur) vardır (ümitsiz adam işten çok çabuk el çeker). Cimrilik kınanmaya yol açar. Eş, dost, soy-soptur. Dost, sen yokken dostluk şartını yerine getiren kimsedir; heva ve heves körlükle ortaktır (her ikisi de hakikati teşhis etmeye engeldir). Şaşkınken duraklamak (bir nevi) başarıdır. Yakin, üzüntüyü çok güzel gideren bir şeydir. Yalan söylemenin sonu, kınanmaktır. Selâmet (kurtuluş), doğruluktadır; yalan söylemenin sonucu, sonuçların en kötüsüdür. Nice uzak vardır ki yakından da yakındır; nice yakın da vardır ki, uzaktan da uzaktır.
Garip, dostu olmayan kimsedir. Kötü zanlı olup, dostlarını elinden çıkarma. Nefsini zararlı şeylerden koruyan, şifa bulur. Haktan çıkan, sıkıntıya düşer. Kendi haddini bilenin değeri baki kalır. İkramda bulunmak ne güzel bir huydur. Alçaklıkların en alçağı güçlü olduğunda zulüm etmektir. Hayâ (ar-edep), her güzel şeye bir vesiledir. Tutunacak en sağlam kulp, takvadır. Tutunacağın sebeplerin en kuvvetlisi, seninle Yüce Allah arasındaki sebeptir. Huzursuzluğunu gideren, seni minnet altına almıştır. Kınamakta aşırı gitmek, inatçılık ateşini körükler. Nice hastalar kurtulmuş ve nice sağlam (sıhhati yerinde) olanlar ölmüştür. Tamahın (ümidin) insanı helak ettiği yerde, ümitsizlik zaferdir. Her ayıp açılmaz, her fırsat ele geçmez. Görenin yoldan saptığı ve körün ise doğru yolu bulduğu çok olur. Her arayan bulacak ve her ihtiyat eden kurtulacak diye bir şey yoktur.
Kötülüğü daima geciktir; çünkü istediğin vakit onu yapmaya koşabilirsin. Sana ihsan edilmesini seviyorsan, başkalarına ihsan et. Kardeşine onda var olan her özelliğiyle tahammül et. Çok kınama; zira çok kınamak kin doğurur ve insanı nefret etmeye sürükler. Kabul etmesini ümit ettiğin kimseden, özür dile. Cahilden uzak kalmak, akıllıya yaklaşmakla eşittir. Sert davranmamak, keremdendir. Zamanıyla inatlaşan ve zıt giden helak olur. Kınanılan sinirlenir. İntikam alan, ne kadar da zulmedene yakındır. Hile yapan (ahdi bozan), vefasızlığa daha layıktır. İhtiyatlı davranan insan kayarsa kayması, çok şiddetli olur. Yalan söyleme hastalığı, hastalıkların en çirkinidir. Fesat (savurganlık), çok serveti yok eder; iktisatlı olmak, azı çoğaltır. Azlık (kimsesizlik veya yoksulluk), zillettir. Ana-babaya iyilik yapmak, karakterin yüceliğindendir. Kayma, acele etmekle beraberdir. Sonucu pişmanlık olan lezzette hayır yoktur. Akıllı kişi, tecrübelerden ibret alan kimsedir.
Hidayet, kalbin körlüğünü giderir. Dil aklın tercümanıdır. İhtilafla, itilaf (ülfet) olmaz. İyi komşuluk, komşunun halini sormaktır. Orta halli olan, helak olmaz. Zahit olan, fakir olmaz. İnsanı kendisine tanıtan onun batınıdır. Nice kimseler kendi kabrini kazıyor (ölüme doğru gidiyor). Güveni, ümitle değişme. Korkulan her şey zarar vermez. Nice şakalar vardır ki, ciddiye dönüşür. Zamandan emin olan, onun hıyanetine uğrar. Zamana böbürleneni (onun sünnet ve kurallarına uymayanı), zaman alçaltır. Zamana öfkelenen kendisini zelil ve yere sürülmüş görür. Ona sığınan ise yardımsız kalır. Her ok atanın oku hedefe varmaz. Buyruk sahibi değişti mi zaman da değişir. Aile fertlerinin en hayırlısı, sana yeterli olanıdır. Şaka kin doğurur. Nice aşırı istekleri olan vardır ki, amacına ulaşamaz.
Din için doğru bir yakin, baş mesabesindedir. İhlasın kemali, günahlardan çekinmektir. En güzel söz, amelin tasdik ettiği sözdür. Selâmet (kurtuluş), doğrulukla beraberdir. Dua, rahmetin anahtarıdır. Yola düşmeden arkadaşı, eve girmeden de komşuyu sor. Dünyayı göçüp gidilecek bir menzil bil. Sana karşı çıkana tahammül et. Özür dileyenin özrünü kabul et. Halkın suçlarını affetmeyi âdet edin. Kimseye sevmediği bir haberi ulaştırma. Kardeşine, sana isyan etse bile itaat et; ona yaklaş, senden kopsa bile. Kendini cömert olmaya alıştır. Her huyun en iyisini kendin için seç; çünkü hayır, bir âdettir. Başkalarından nakletsen bile çirkin ve güldüren bir söz söyleme. Hak senden alınmadan önce, kendin hakkı ver.
Sakın kadınlarla istişâre etme; onların reyleri zayıf, azimleri ise gevşektir. Onların (yabancılarla muaşeret etmelerini) önlemekle gözlerini (namahremlere) kapat. Zira hicap (örtü arkasında korunmaları), hem senin için hem de onlar için daha iyidir. Onların evden dışarı çıkmaları, güvenilmeyen kimseleri eve sokmandan daha kötü değildir. Onların senden başka bir kimseyi tanımamalarını başarabilirsen öyle yap. Onları aşacak bir işe koşturma. Bu onların hali için daha uygundur, onların huzurunu daha iyi korur, kalplerini daha çok rahatlatır, güzelliklerini daha da sürekli kılar. Çünkü kadın çiçektir (koklanır), kahraman değil. Kadını kendi yüceliğinden başka bir yüceliğe yüceltme; onu kendisinden başkasına şefaatçi etme; (böyle yaptığın takdirde) onun hedefi uğrunda sana buğzeder. Hanımlarla çok yalnız oturma; çünkü seni bıktırırlar, ya da senden bıkarlar. Tüm gücünü onlara karşı kullanma; çünkü seni güçlü gördükleri halde hatalarından geçmen, tüm gücünü kullanıp da zaafını görmelerinden daha iyidir. Kıskanılacak yerden başka kıskançlığa kalkışma; çünkü bu onların (kadınların) doğrusunu da eğriltebilir; fakat işlerini sağlama bağla (onları başı boş bırakma). Bir günah gördüğünde, ister küçük olsun, ister büyük, itirazda bulun; cezalandırmaktan sakın; zira günahı büyük, kınamayı ise küçük (değersiz) kılmış olursun.
Köleleri iyi terbiye et, onlara az sinirlen, günahları dışında onları çok kınama. Biri günah işlerse iyi bir şekilde vazgeç. Çünkü affetmek aklı olan kimse için dayak atmaktan daha etkilidir. Akıllı olmayan kimselere sataşma ve kısastan çekin. Onlardan her birini yapabileceği işle görevlendir ki, işleri birbirlerine bırakmasınlar (hizmetten kaçmasınlar). Akrabalarına iyilik et; çünkü onlar uçtuğun kanatların, döneceğin aslındır (kökündür); onlarla düşmana saldırırsın; onlar kıtlık günü azıktır; öyleyse onların iyilerine iyilik et; hastalarını ziyaret et; onların işlerine ortak ol; zorluklarında kolaylık göster. Bütün işlerinde Allah'tan yardım dile; zira O en yeterli yardımcıdır.
Seni dininde ve dünyanda Allah'a ısmarlıyorum. Dünyanda da, ahiretinde de O'ndan sana hayırlar dilerim. Allah'ın selamı ve rahmeti üzerine olsun.(3)
3- İmâm Ali (a.s)'ın İmam Hüseyin (a.s)'a Vasiyeti
Ey oğlum, zenginlikte ve fakirlikte ilahi takvayı sahiplenmeyi, hoşnutlukta ve öfkede hakkı söylemeyi, refahta ve yoksullukta orta halli olmayı, dost ve düşmana adaletle davranmayı, neşeli ve halsiz olduğunda amel etmeyi, darlıkta ve genişlikte Allah'tan razı olmayı sana tavsiye ediyorum. Ey oğlum, arkasında cennet olan bir kötülük (şer), kötülük değildir; (nitekim) arkasında cehennem olan iyilik de (hayır da) iyilik değildir. Cennetten başka her nimet küçüktür, ateşten başka her bela ise afiyettir.
Ey oğlum, bil ki, kendi ayıbını gören, başkalarının ayıbıyla meşgul olmaz. Takva elbisesinden sıyrılıp çıkan, hiç bir elbiseyle kendisini (ayıplarını) örtemez. Allah'ın verdiği paya razı olan, elden çıkana üzülmez. Zulüm kılıcını kınından sıyıran, onunla öldürülür. Kardeşine kuyu kazan, kendi kazdığı kuyuya düşer. Başkalarının ayıbını açan kimsenin ailesinin ayıbı açılır. Kendi hatasını unutan, başkalarının hatasını büyük görür. Zor işleri (vesilesiz) yüklenen, helak olur. Kendisini suyun girdabına (tehlikeli yerine) atan, gark olur. Kendi fikrini beğenen, sapar. Kendi aklını yeterli gören, kayar. Halka böbürlenen, zelil olur. Alimlerle oturup kalkan, saygı görür. Ayak takımından olan kimselere karışan, küçümsenir. Halka karşı akılsızlık eden, sövülür. Kötü yerlere giden, töhmete maruz kalır (kötülükle suçlanır). Şaka yapan küçümsenir (ona saygısızlık yapılır). Bir işi çok yapan, onunla tanınır. Sözü çok olanın, yanlışı çok olur; yanlışı çok olanın, utancı azalır; utancı azalanın, çekinmesi azalır; çekinmesi azalanın, kalbi ölür; kalbi ölen kişi de ateşe girer.
Ey oğlum, kim halkın ayıplarını görür (onları kınar), fakat kendisi o işleri yaparsa ahmağın ta kendisidir. Tefekkür eden, ibret alır; ibret alan inzivaya çekilir; inzivaya çekilen de salim kalır. İsteklerden vazgeçen hür olur. Hasedi terk edenin, halkın yanında sevgisi çok olur.
Ey oğlum, mu'minin izzeti, halktan müstağni olmasındadır (ihtiyacını halka iletmemesindedir). Kanaat, tükenmeyen bir maldır. Ölümü fazla anan, dünyadan az bir mala razı olur. Söz söylemeyi amelden sayan kişinin, sözü azalır; ancak yararı olan sözü söyler.
Ey oğlum, doğrusu cezadan korkup günahtan sakınmayan, sevaba ümit besleyip tövbe ve iyi amelde bulunmayan kimseye şaşarım.
Ey oğlum tefekkür nur, gaflet zulmet, tartışmak (cedelleşmek) ise sapıklık doğurur. Mutlu, başkalarından öğüt alan kimsedir. Edep, en iyi mirastır. Güzel ahlak, en iyi arkadaştır. Akrabalarla ilişkiyi kesmekte bereket (bolluk) olmadığı gibi, fısk-u fücurda da zenginlik olmaz.
Ey oğlum, afiyet on kısımdır; dokuz kısmı, Allah'ın zikri hariç, susmaktadır; bir kısmı ise akılsız kimseler ile oturup kalkmamaktır.
Ey oğlum, kim toplantılarda Allah'a isyan elbisesine bürünürse, Allah onu zelil eder. Kim ilim talep ederse, alim olur.
Ey oğlum, ilmin başı, yumuşak davranmak, afeti ise kabalık ve sertliktir. Musibetlere sabretmek, iman hazinelerindendir. İffetlilik fakirliğin ziyneti; şükürde bulunmak ise zenginliğin ziynetidir. Çok görüşmek, usandırıcıdır. Birisini denemeden güvenmek, ihtiyata aykırıdır. İnsanın kendisini beğenmesi, aklının az olduğunun göstergesidir.
Ey oğlum, nice bakış vardır ki, teessüf ve düşmanlık doğurur ve nice söz vardır ki nimeti elden çıkarır.
Ey oğlum, İslâm'dan daha üstün bir şeref, takvadan daha güzel bir keramet (fazilet), vera'dan (çekinmekten) daha sağlam bir kale, tevbeden daha üstün bir şefaatçi, afiyetten daha güzel bir elbise, zaruri olan azığa razı olmaktan fakirliği daha çok giderecek bir mal yoktur. Kifaf edecek (yetecek-yaşatacak) bir mal ile yetinen, rahatlığa çabuk kavuşur ve asayiş bulur.
Ey oğlum, aşırı istek, zorluğun anahtarı ve meşakkat bineği olup günaha batmaya çeker. Aç gözlülük ve oburluk, bütün ayıpları içerir. Başkalarında olup da sevmediğin özellikler, öğüt alman için sana yeter. Kardeşinin senin üzerindeki hakkı, senin onun üzerindeki hakkın kadardır. Akıbetini düşünmeden bir işe girişen, kendisini felaketlere atmış olur. Amelden önce düşünmek, insanı pişmanlıktan korur. Çeşitli görüşleri araştıran, hatalı olan yerleri hemen teşhis eder. Sabır, yoksulluğa karşı bir siperdir. Cimrilik, miskinliğin elbisesidir. Aşırı istek, fakirliğin alametidir. Şefkatli yoksul, şefkatsiz zenginden daha iyidir. Her şeyin bir azığı vardır; ölümün azığı ise insan oğludur.
Ey oğlum, günahkârı (Allah'ın rahmetinden) ümitsiz etme. Nice günaha tutulan kimse vardır ki, (yıllarca günahtan sonra) akıbeti hayırla sonuçlanmıştır. Nice ibadete koyulan kimse de vardır ki ömrünün sonunda bozgunculuk yaparak cehenneme varmıştır; cehennem ateşinden Allah'a sığınırım.
Ey oğlum, nice isyan eden kimse vardır ki, kurtuluşa ermiş ve nice amel eden kimse de vardır ki, helak olmuştur. Doğruluğu, dürüstlüğü isteyen ve ona yönelen kimseye, zorluluklar ve sıkıntılar kolay gelir. Nefsin kemale ve hidayete ermesi, ona karşı muhalefet etmektedir. Her geçen saat, insanın ömrünü kısaltır. Yazıklar olsun zalimlere, hükmedenlerin en üstünü ve gizli sırları bilen Allah'ın azabından.
Ey oğlum, kulların hakkına tecavüz etmek, kıyamet için ne kötü bir azıktır. Her yudum suda boğulma ve her lokmada ise tıkanma tehlikesi vardır. Bir nimet elden çıkmadıkça başka bir nimete erişilmez. Rahatlık meşakkate, fakirlik nimete, ölüm hayata, hastalık da sıhhate ne kadar da yakındır. Ameli, ilmi, sevgisi, buğzu, alması, vazgeçmesi, konuşması, susması, fiili ve sözü (yani bütün önemli işleri) Allah için halis olan kimseye ne mutlu. İlmiyle amel edip çalışan, ölümün ansızın gelmesinden korkup hazırlıklı olan, istediklerinde (halka) nasihat eden, aksi takdirde susan, sözü doğru olan ve susması cevap veremediğinden olmayan alime ne mutlu. Mahrumiyete, kimsesiz kalmaya, isyan etmeye duçar olan ve başkalarına hoş görmediği şeyi kendisine hoş gören ve yaptığı işi başkalarına ayıp bilen kimseye de yazıklar olsun.
Oğulcağızım, bil ki, yumuşak sözlü olan kimse, muhakkak sevilir. Allah-u Teâla, seni hidayette muvaffak eylesin ve kendi kudreti ile seni itaat ehlinden kılsın. Çünkü O'dur bağışlayan ve Kerim olan."(4)
4- İmâm Ali (a.s)'ın İnsanlara Vasiyeti
"Allah kulları, sizi terk edecek olan şu dünyayı sizin de terk etmenizi vasiyet-tavsiye ederim; onun sizi terk etmesini dilemeseniz de, sevmeseniz de o, bedenlerinizi yıpratacaktır; isterseniz siz, onun yenilenmesini, gençleşmesini dileyin. Bir yola koyulan, yürür-gider, derken varacağı yere varır-ulaşır. Kim vardır ki gelecek gün, ona gelip çatmasın. İnsanı dünyada sürüp götüren, insanı dileyip çeken ölüm, sonunda insanı dünyadan ayırır. Dünyanın yüceliğine, dünya ile övünmeye rağbet etmeyin; onun süsüne-püsüne, onun nimetlerine aldanmayın. Derdinden, mihnetinden acıklanmayın. Onun yüceliği de biter-gider; onunla övünmek de bir gün gelir, yiter. Ziyneti de zevâl bulur; nimetleri de yok olur; derdi de sona erer, mihneti de biter. Dünyadaki her müddetin sonu gelir. Dünyada her diri, sonunda yok olur. Aklınız varsa evvel geçenlerden ibret almaz mısınız? Geçip giden atalarınıza bakmaz mısınız? Görmez misiniz ki içinizden göçüp gidenler gitmekteler; yerlerine kalanlar da durmamaktalar. Görmez misiniz ki dünya ehli, akşamı eder, sabahı bulur çeşitli hallerde:
Ölen vardır, onlardan, ağlanır ona; bir başkası vardır, başsağlığı verilir ona, birisi derde uğramıştır, öbürü gider, dolaşır onu; halini-hatırını sorar. Bir başkası tasını-tarağını toplar, âhirete göçer. Biri dünyayı ister, ölümse onu istemektedir; öbürü gaflete düşmüştür; fakat ondan gaflet eden yoktur; geçip gidenin ardından kalan da geçip gitmektedir.
Kendinize gelin de kötü işlere girişeceğiniz zaman anın lezzetleri yıkıp yok edeni, özlemleri bulandıranı, direkleri kırıp geçireni ve hakkını yerine getirmek, nimetleriyle ihsanlarının sayılmasına imkân bulunmayanın şükrünü edâ etmek için Allah'tan yardım dileyin."(5)
5- İmâm Ali (a.s)'ın İnsanlara Bir Başka Vasiyeti
"Ey Allah'ın kulları, size Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Sizi dünyadan sakındırırım. Çünkü onun sakinleri göçebe, mukimleri kaçmaktadır. Dünya, halkıyla birlikte sanki bir geminin güvertesinde batıp-çıkmakta, dalgaların içinde fırtınalar kırıp- geçirmekte, onları; kurtulan kurtulana, boğulan boğulana... Kimileri dalgaların göbeğinde kurtulmuş, rüzgar etekleriyle onları sürüklüyor, kıyılara taşıyıp götürüyor. Boğulanlar derinlere gitmiyor, kurtulanlar helak olmuyor!
Allah'ın kulları, bilmelisiniz ki şu anda; diller işliyor, bedenler sağlam, azalar yerli yerinde. Şu hayatta, dalaletten hidayete geçilen alan çok geniş, zaman işlemekte. Ölüm gelip çatmadan ve iş işten geçmeden önce üzerinize ölümün ineceğini hak bilin. Ölümün gelişini yatarak beklemeyin."(6)
6- İmâm Ali (a.s)'ın Kendi Katili Hakkındaki Vasiyeti
Senetli bir rivâyette şöyle nakledilmiştir: "Hz. Ali (a.s) İbn Mülcem tarafından darbe aldıktan sonra, onun hakkında şöyle vasiyet etti: "Ona yedirin, içirin ve esiriniz olduğu müddetçe ona iyi davranın. Eğer ben yaşarsam, kendim kanımın velisiyim; istersem affederim, istersem kısas yaparım. Eğer ölürsem ve siz onu (kanıma karşılık) öldürürseniz, onu musle yapmaktan (burnunu, kulağını vs. kesmekten) kaçının."(7)
İmâm Ali (a.s), Hz. İmâm Hasan (a.s)'a şöyle buyurdu: "Ey Hasan, katilimin gözlerini açık bırakın; benim yediğimden ona da yedirin ve benim içtiğimden ona da içirin! Eğer ben yaşarsam, kendi hakkıma daha evlayım (ne yapacağımı kendim bilirim) ve eğer ölürsem, ona sadece bir darbe vurun ve onu musle yapmayın (organlarını kesmeyin); zira ben Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu duydum: '"Sakının eziyetten, işkenceden, öldüreceğiniz kuduz köpek bile olsa."(8)
___________________
1 -Nehc-ül Belâğa, Mektup: 47, Ravzat-ül Vâizîn, s.136, Tuhef-ul Ukûl, s.135 (cüzi farklarla).
2 - Nehc-ül Belağa'da: "öğrenilmesi hakka uygun olmayan" şeklinde geçer.
3- Nehc-ül Belâğa, Mektup: 31, Bihar-ül Envâr, c.77, s.196, Tuhef-ül Ukûl, s.68.
4- Tuhef-ü Ukûl, s.88, Bihâr-ül Envâr, c.77, s.236.
5- Nehc-ül Belâğa, Hutbe: 99.
6- Nehc-ül Belâğa, Hutbe: 188.
7 - İhkâk-ül Hak, c.8, s.569.
8 - El-Fusûl-ül Mie, c.5, s.490, El-Fusûl-ül Muhimme, s.136.
Kaynak: El-Sakibi fil Menakib s. 110, Bihar-ul Envar c. 17 s. 258
şimdi bizim aramıza yola boyun veren gelsin,hakikatı dogruları gercekeleri bilen gelsin.
kişi halden anlayıca
dogruları dinleyince
üstüne yol ugrayınca
ayrılmayıp duran gelsin
kişi halden anlayıca
dogruları dinleyince
üstüne yol ugrayınca
ayrılmayıp duran gelsin
- ruhullah
- Mesajlar: 32
- Kayıt: 31 Tem 2007, 22:01
- Konum: üye
Re: Hz. Ali (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...
İmam Ali Aleyhisselam şöyle buyurdu: Bir gün Ebu Cehil Lanetullahi aleyh: Ben Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’i öldüreceğim, gerçi Abdulmuttalib oğulları onun kanı karşılığında beni öldürseler dahi. Ebu Cehil Lanetullahi aleyh’in etrafındakiler: Eğer böyle bir şey yaparsan Mekke ehline çok büyük bir iyilikte bulunmuş olacaksın ve onlar seni her zaman hatırlayacaklardı dediler. Ebu Cehil Lanetullahi aleyh dedi ki: Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem Kâbe’nin yanında çok secdeye gidiyor, ne zaman oraya gelse secde halindeyken onun kafasını taşla yaracağım. Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem Mescid-ul Haram’a gelip Kâbe’nin etrafında yedi defa tavaf ettikten sonra namaz kılmaya başladı ve secdelerini oldukça uzun yerine getirdi. Ebu Cehil Lanetullahi aleyh bir taş götürerek o hazretin baş tarafından ona doğru yaklaşmaya başladı. İyice yaklaştığında güçlü cüssesi olan bir hayvanın Hz. Resulullah Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’in bulunduğu taraftan ağzını açıp kendisine doğru hamle ettiğini gördü, Ebu Cehil Lanetullahi aleyh bu sahneyi görünce korkuya kapılıp elleri titremeye başladı ve taşı ayağının üzerine düşürerek ayağını kırdı. Ebu Cehil Lanetullahi aleyh rengi sararmış, kendisinden geçmiş ve çehresini ter bürümüş bir halde dostlarının yanına geri döndü. Dostları ona: Biz hiçbir zaman seni böyle korkmuş ve vahşete kapılmış olarak görmedik, ne oldu? Ebu Cehil Lanetullahi aleyh: Vay olsun size! Mazeretimi kabul edin, Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem’e taşla vurmak istediğimde, büyük cüsseli bir hayvanın ağzını açarak beni yutmak için üzerime doğru hamle ettiğini gördüm, korkudan ellerim titremeye başladı ve taş elimden düşürerek ayağımı kırdı.
Kaynak: El-Sakibi fil Menakib s. 110, Bihar-ul Envar c. 17 s. 258
Kaynak: El-Sakibi fil Menakib s. 110, Bihar-ul Envar c. 17 s. 258
şimdi bizim aramıza yola boyun veren gelsin,hakikatı dogruları gercekeleri bilen gelsin.
kişi halden anlayıca
dogruları dinleyince
üstüne yol ugrayınca
ayrılmayıp duran gelsin
kişi halden anlayıca
dogruları dinleyince
üstüne yol ugrayınca
ayrılmayıp duran gelsin
-
- Mesajlar: 259
- Kayıt: 09 Ağu 2010, 15:35
Re: Hz. Ali (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...
Hendek Savaşı'nda Hz. Ali (a.s)
Müslümanları ortadan kaldırma hususunda Kureyşlilerin kesin bir başarısızlıkla karşılaştıkları inkâr edilemez bir gerçek olarak gözlerinin önünde duruyordu. Ama cahiliye inadı ve küfürde ısrar bu amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik hareketler gerçekleştirmeye itiyordu onları.
Kureyş Müslümanlara bitirici bir darbe vurmak amacıyla bir kez daha hazırlıklara başladı. Bu amaçla diğer cahiliye mensubu kabileler ile ve de Yahudîler ile ittifaklar yapıldı. Nihayet sayıları on bini buldu. Bu on binlere Ebu Süfyan (l.a) komutanlık ediyordu. (1) Hz. Peygamber'in (s.a.a) uyguladığı savunma savaşı stratejisi ve taktiğiyle karşılaştıklarında müşriklerin öfkesi ve kini bir kat daha arttı. Peygamber'imiz (s.a.a) bu hususta ashabıyla istişare etmişti. Hz. Selman-i Farisî Medine'nin etrafında hendek kazmayı önermişti. Öte yandan Müslümanlarla savaşmak ve İslâm'ın işini nihai olarak bitirmek üzere toplanan müttefiklerin, hiziplerin yüreklerindeki heyecan, hamaset, sayı ve donanım çokluğuna aldanıp gururlanma duygusu frenlenecek gibi değildi.
Bazı Kureyş atlıları hendeğin kimi dar noktalarından karşı tarafa geçmeyi başardılar. Bu atlılarla Müslümanlar aynı zeminde karşı karşıya gelmiş bulunuyorlardı. Müslümanların korkuları bir kat daha arttı. Hz. Ali bazı Müslümanlarla birlikte ileri çıktı ve Kureyşlilerin atlarını geçirdikleri gediği kapattı.
Amr b. Abduved, er meydanına çıktı ve Müslümanlara meydan okudu. Naraları karşısında Müslümanların sesi soluğu kesildi. Başlarının üzerinde kuş varmış gibi donup kaldılar. Herkes derin bir düşünceye dalmış, bu savaşçı hakkında binlerce hesap yapıyordu.
Resulullah (s.a.a), "Bunun karşısına çıkacak biri var mı?" dedi. Hz. Ali, "Ben varım, ya Rasulallah!" dedi. Resulullah (s.a.a) onu oturttu. Amr, ikinci ve üçüncü kez karşısına çıkacak er istedi. Hz. Ali'den başka ona cevap verecek kimse çıkmadı. Her seferinde de Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'yi oturtuyordu. (2) Daha sonra Peygamber'imiz (s.a.a) Hz. Ali'nin başına kendi sarığını sararak, kendi kılıcını kuşandırarak ve kendi zırhını giydirerek Amr'ın karşısına çıkmasına izin verdi. Ardından ellerini kaldırarak şöyle dedi: "Allah'ım! Ubeyde'yi Bedir günü, Hamza'yı da Uhud günü aldın. Bu da kardeşim ve amcamın oğlu Ali'dir. Beni yalnız başıma bırakma ve sen mirasçıların en hayırlısısın." (3)
Hz. Ali savaş meydanına çıktı. O çıkmadan önce Resulullah (s.a.a) şöyle demişti: "İmanın tamamı küfrün tamamının karşısına çıktı."(4)
Hz. Ali, Amr'a doğru ilerlerken Allah'ın yardımına olan derin inancı kalbini doldurmuştu. Amr'a gelince, Hz. Ali'nin onun karşısına çıkması kendisi için tam bir sürprizdi. Bu bakımdan Amr, Hz. Ali'yle vuruşma hususunda tereddüt geçirdi. Hz. Ali dedi ki: "Ey Amr! Sen cahiliye içindeyken şöyle derdin: Bir kimse beni üç şeye çağırırsa, bunlardan en azından bir tanesini kabul ederim, derdin." Amr, "evet" dedi.
Hz. Ali dedi ki: "Ben seni, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmeye davet ediyorum. Senin âlemlerin rabbine teslim olmanı istiyorum." Dedi ki: "Bunu geç." Hz. Ali dedi ki: "Kabul etseydin, senin için hayırlı olurdu."Ardından şöyle dedi: "Geldiğin yere geri dön." Amr, "hayır!" dedi, "Kureyş kadınları dünya durdukça bunu anlatıp dururlar." Hz. Ali dedi ki: "Atından in, vuruşalım."
Hz. Ali'nin bu sözlerine öfkelendi Amr, atından indi ve geri dönmeyeceğinin bir göstergesi olarak atını öldürdü. Sonra Hz. Ali'ye doğru yöneldi. İki savaşçı vuruşmaya başladı. Amr Ali'ye bir kılıç indirdi. Ali kalkanı aracılığıyla bu darbeyi savuşturdu. Ardından Hz. Ali boynuna bir kılıç indirdi ve Amr kanlar içinde böğürerek yere yığıldı. Onun yere yığıldığını gören Hz. Ali tekbir getirdi. Onun arkasından Müslümanlar da tekbir getirdiler. Vuruşma Amr'ın yere yıkılmasıyla son bulmuştu. Yanındaki arkadaşları gördüklerinin dehşetinden kaçıp gittiler. Hz. Ali onların ardına verdi. Bu sırada Nevfel b. Abdullah hendeğe düştü. Ali de hendeğe atlayıp onu öldürdü. (5)
Müttefikler bu ağır darbeyi dehşet içinde seyrettiler. Gözlerine inanamadılar. Çünkü bir kimsenin Amr b Abduved'i öldürmeye cesaret edebileceğini beklemiyorlardı. Artık yüreklerine derin bir korku düşmüştü. Hiç kimse böyle bir saldırıyı, meydan okumayı tekrarlamaya cesaret edemedi. Ancak Medine'yi bir süre daha muhasara altında tutmaya devam ettiler. Nihayet Allah onların hezimete uğramalarını takdir etti. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) başka bir taktik uygulamaya başlamıştı.
Hz. Ali (a.s) Hendek Savaşı'na katılanlar arasında bir kaç özelliği ve üstün meziyetiyle belirginleşti:
1- Amr ve arkadaşlarının geçtikleri gediği kapatmaya çalışması. Bu, savaş meydanında ortaya çıkan beklenmedik olaylar karşısında çabuk ve isabetli karar verip bunu derhal tatbik etme yeteneğinin somut bir göstergesiydi.
2- Amr'ın karşısına çıkması ve onu öldürmesi. Müslümanlar onun karşısına çıkmaktan çekiniyorlardı. Resulullah (s.a.a) Ali'nin konumunu ve meziyetini vurgulamak maksadıyla şöyle buyurmuştu: "Ali'nin Hendek Savaşı'nda Amr'ın karşısına çıkması, bütün ümmetimin kıyamet gününe kadar işlediği bütün amellerden daha üstündür." 6
3- Savaş boyunca üstün bir cesaret ve kuvvet örneği sergilemesi. Bu özelliğini, Amr ile beraber gelip hendeği aştıktan sonra hezimete uğrayıp kaçanları, onlar atlı kendisi yaya olduğu hâlde kovalamasında görebiliyoruz.
4- Savaş boyunca sergilediği birçok davranışı itibariyle yüksek ahlâktan göz kamaştırıcı örnekler verdi. Bu, Resul'ün ve risaletin yüceliğini ortaya koyuyordu. Bu örnek davranışlardan biri, Araplar arasında pahalı ve sağlam bir zırh olarak ün salmış Amr'ın zırhını almamasıdır.
5- Amr'ı ve Nevfel'i öldürmesi, hezimete uğrayıp kaçan diğerlerini de kovalaması, karşılarında Kureyş ve müttefiklerinin muazzam ordusunu görüp korkuya kapılan Müslümanların yeniden kendilerine güvenmelerini, öte yandan, rüzgar ve soğukla boğuşan Kureyşlilerin de hezimete uğramalarını, bir daha saldırı cesaretini kendilerinde bulamamalarını sağladı.
6- Bütün bunlardan sonra Hz. Ali'nin (a.s) eriştiği en büyük şeref, teke tek vuruşmaya çıkarken Peygamberimizin (s.a.a) onun hakkında söylediği şu sözdür: "İmanın tamamı küfrün tamamının karşısına çıktı." (7)
Hidayet önderleri 2 (Hz. Ali (a.s))
_______________________________________________
1- es-Siret'ül-Halebiyye, 2/631.
2- es-Sîret'ün-Nebeviyye, İbni Hişam, 3 / 224; Tarih-i Taberî, 3 / 172; el-Kâmil Fi't-Tarih, 2 / 180; es-Es-Sîret'ül-Halebiyye, 2 / 318
3- Mevsuat'ut-Tarih'il-İslâmî, 2 / 491-492; Şerh-u Nehc'il-Belâğa, 19 / 61'den naklen. bk. el-Menakıb, Harezmî, 144; es-Es-Sîret'ül-Halebiyye, 2 / 318
4- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 19 / 61; Yenabi'ul-Mevedde, bab:23; İbn-i Mesuddan rivayet edilmiştir. Mîlanî de "Kâdetuna" adlı eserin 2 / 108. sayfasında Dimyerî'den, Hayat'ul-Heyevan 1 / 248'den rivayet eder. Fadl b. Ruzbehan'dan şöyle rivayet edilir. "Bu sahih bir hadistir. Görüşü sakat ve imanı zayıf olanlardan başkası bu hadisi inkâr edemez. Ancak bu, Ali'nin (a) imamlığına dair bir nas olarak kabul edilemez."
5- Tarih-u Dimaşk, 1 / 150. Ayrıca bk. Mevsuat'ut-Tarih'il-İslâmî, 2 / 495
6- Müstedrek, Hâkim, 3 / 32, Tarih-u Dimaşk'ın dipnotlarından (1 / 155) naklen. Feraid'üs-Simtayn, 1 / 255, Hadis: 197
7- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 19 / 61
Müslümanları ortadan kaldırma hususunda Kureyşlilerin kesin bir başarısızlıkla karşılaştıkları inkâr edilemez bir gerçek olarak gözlerinin önünde duruyordu. Ama cahiliye inadı ve küfürde ısrar bu amaçlarını gerçekleştirmeye yönelik hareketler gerçekleştirmeye itiyordu onları.
Kureyş Müslümanlara bitirici bir darbe vurmak amacıyla bir kez daha hazırlıklara başladı. Bu amaçla diğer cahiliye mensubu kabileler ile ve de Yahudîler ile ittifaklar yapıldı. Nihayet sayıları on bini buldu. Bu on binlere Ebu Süfyan (l.a) komutanlık ediyordu. (1) Hz. Peygamber'in (s.a.a) uyguladığı savunma savaşı stratejisi ve taktiğiyle karşılaştıklarında müşriklerin öfkesi ve kini bir kat daha arttı. Peygamber'imiz (s.a.a) bu hususta ashabıyla istişare etmişti. Hz. Selman-i Farisî Medine'nin etrafında hendek kazmayı önermişti. Öte yandan Müslümanlarla savaşmak ve İslâm'ın işini nihai olarak bitirmek üzere toplanan müttefiklerin, hiziplerin yüreklerindeki heyecan, hamaset, sayı ve donanım çokluğuna aldanıp gururlanma duygusu frenlenecek gibi değildi.
Bazı Kureyş atlıları hendeğin kimi dar noktalarından karşı tarafa geçmeyi başardılar. Bu atlılarla Müslümanlar aynı zeminde karşı karşıya gelmiş bulunuyorlardı. Müslümanların korkuları bir kat daha arttı. Hz. Ali bazı Müslümanlarla birlikte ileri çıktı ve Kureyşlilerin atlarını geçirdikleri gediği kapattı.
Amr b. Abduved, er meydanına çıktı ve Müslümanlara meydan okudu. Naraları karşısında Müslümanların sesi soluğu kesildi. Başlarının üzerinde kuş varmış gibi donup kaldılar. Herkes derin bir düşünceye dalmış, bu savaşçı hakkında binlerce hesap yapıyordu.
Resulullah (s.a.a), "Bunun karşısına çıkacak biri var mı?" dedi. Hz. Ali, "Ben varım, ya Rasulallah!" dedi. Resulullah (s.a.a) onu oturttu. Amr, ikinci ve üçüncü kez karşısına çıkacak er istedi. Hz. Ali'den başka ona cevap verecek kimse çıkmadı. Her seferinde de Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'yi oturtuyordu. (2) Daha sonra Peygamber'imiz (s.a.a) Hz. Ali'nin başına kendi sarığını sararak, kendi kılıcını kuşandırarak ve kendi zırhını giydirerek Amr'ın karşısına çıkmasına izin verdi. Ardından ellerini kaldırarak şöyle dedi: "Allah'ım! Ubeyde'yi Bedir günü, Hamza'yı da Uhud günü aldın. Bu da kardeşim ve amcamın oğlu Ali'dir. Beni yalnız başıma bırakma ve sen mirasçıların en hayırlısısın." (3)
Hz. Ali savaş meydanına çıktı. O çıkmadan önce Resulullah (s.a.a) şöyle demişti: "İmanın tamamı küfrün tamamının karşısına çıktı."(4)
Hz. Ali, Amr'a doğru ilerlerken Allah'ın yardımına olan derin inancı kalbini doldurmuştu. Amr'a gelince, Hz. Ali'nin onun karşısına çıkması kendisi için tam bir sürprizdi. Bu bakımdan Amr, Hz. Ali'yle vuruşma hususunda tereddüt geçirdi. Hz. Ali dedi ki: "Ey Amr! Sen cahiliye içindeyken şöyle derdin: Bir kimse beni üç şeye çağırırsa, bunlardan en azından bir tanesini kabul ederim, derdin." Amr, "evet" dedi.
Hz. Ali dedi ki: "Ben seni, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmeye davet ediyorum. Senin âlemlerin rabbine teslim olmanı istiyorum." Dedi ki: "Bunu geç." Hz. Ali dedi ki: "Kabul etseydin, senin için hayırlı olurdu."Ardından şöyle dedi: "Geldiğin yere geri dön." Amr, "hayır!" dedi, "Kureyş kadınları dünya durdukça bunu anlatıp dururlar." Hz. Ali dedi ki: "Atından in, vuruşalım."
Hz. Ali'nin bu sözlerine öfkelendi Amr, atından indi ve geri dönmeyeceğinin bir göstergesi olarak atını öldürdü. Sonra Hz. Ali'ye doğru yöneldi. İki savaşçı vuruşmaya başladı. Amr Ali'ye bir kılıç indirdi. Ali kalkanı aracılığıyla bu darbeyi savuşturdu. Ardından Hz. Ali boynuna bir kılıç indirdi ve Amr kanlar içinde böğürerek yere yığıldı. Onun yere yığıldığını gören Hz. Ali tekbir getirdi. Onun arkasından Müslümanlar da tekbir getirdiler. Vuruşma Amr'ın yere yıkılmasıyla son bulmuştu. Yanındaki arkadaşları gördüklerinin dehşetinden kaçıp gittiler. Hz. Ali onların ardına verdi. Bu sırada Nevfel b. Abdullah hendeğe düştü. Ali de hendeğe atlayıp onu öldürdü. (5)
Müttefikler bu ağır darbeyi dehşet içinde seyrettiler. Gözlerine inanamadılar. Çünkü bir kimsenin Amr b Abduved'i öldürmeye cesaret edebileceğini beklemiyorlardı. Artık yüreklerine derin bir korku düşmüştü. Hiç kimse böyle bir saldırıyı, meydan okumayı tekrarlamaya cesaret edemedi. Ancak Medine'yi bir süre daha muhasara altında tutmaya devam ettiler. Nihayet Allah onların hezimete uğramalarını takdir etti. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) başka bir taktik uygulamaya başlamıştı.
Hz. Ali (a.s) Hendek Savaşı'na katılanlar arasında bir kaç özelliği ve üstün meziyetiyle belirginleşti:
1- Amr ve arkadaşlarının geçtikleri gediği kapatmaya çalışması. Bu, savaş meydanında ortaya çıkan beklenmedik olaylar karşısında çabuk ve isabetli karar verip bunu derhal tatbik etme yeteneğinin somut bir göstergesiydi.
2- Amr'ın karşısına çıkması ve onu öldürmesi. Müslümanlar onun karşısına çıkmaktan çekiniyorlardı. Resulullah (s.a.a) Ali'nin konumunu ve meziyetini vurgulamak maksadıyla şöyle buyurmuştu: "Ali'nin Hendek Savaşı'nda Amr'ın karşısına çıkması, bütün ümmetimin kıyamet gününe kadar işlediği bütün amellerden daha üstündür." 6
3- Savaş boyunca üstün bir cesaret ve kuvvet örneği sergilemesi. Bu özelliğini, Amr ile beraber gelip hendeği aştıktan sonra hezimete uğrayıp kaçanları, onlar atlı kendisi yaya olduğu hâlde kovalamasında görebiliyoruz.
4- Savaş boyunca sergilediği birçok davranışı itibariyle yüksek ahlâktan göz kamaştırıcı örnekler verdi. Bu, Resul'ün ve risaletin yüceliğini ortaya koyuyordu. Bu örnek davranışlardan biri, Araplar arasında pahalı ve sağlam bir zırh olarak ün salmış Amr'ın zırhını almamasıdır.
5- Amr'ı ve Nevfel'i öldürmesi, hezimete uğrayıp kaçan diğerlerini de kovalaması, karşılarında Kureyş ve müttefiklerinin muazzam ordusunu görüp korkuya kapılan Müslümanların yeniden kendilerine güvenmelerini, öte yandan, rüzgar ve soğukla boğuşan Kureyşlilerin de hezimete uğramalarını, bir daha saldırı cesaretini kendilerinde bulamamalarını sağladı.
6- Bütün bunlardan sonra Hz. Ali'nin (a.s) eriştiği en büyük şeref, teke tek vuruşmaya çıkarken Peygamberimizin (s.a.a) onun hakkında söylediği şu sözdür: "İmanın tamamı küfrün tamamının karşısına çıktı." (7)
Hidayet önderleri 2 (Hz. Ali (a.s))
_______________________________________________
1- es-Siret'ül-Halebiyye, 2/631.
2- es-Sîret'ün-Nebeviyye, İbni Hişam, 3 / 224; Tarih-i Taberî, 3 / 172; el-Kâmil Fi't-Tarih, 2 / 180; es-Es-Sîret'ül-Halebiyye, 2 / 318
3- Mevsuat'ut-Tarih'il-İslâmî, 2 / 491-492; Şerh-u Nehc'il-Belâğa, 19 / 61'den naklen. bk. el-Menakıb, Harezmî, 144; es-Es-Sîret'ül-Halebiyye, 2 / 318
4- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 19 / 61; Yenabi'ul-Mevedde, bab:23; İbn-i Mesuddan rivayet edilmiştir. Mîlanî de "Kâdetuna" adlı eserin 2 / 108. sayfasında Dimyerî'den, Hayat'ul-Heyevan 1 / 248'den rivayet eder. Fadl b. Ruzbehan'dan şöyle rivayet edilir. "Bu sahih bir hadistir. Görüşü sakat ve imanı zayıf olanlardan başkası bu hadisi inkâr edemez. Ancak bu, Ali'nin (a) imamlığına dair bir nas olarak kabul edilemez."
5- Tarih-u Dimaşk, 1 / 150. Ayrıca bk. Mevsuat'ut-Tarih'il-İslâmî, 2 / 495
6- Müstedrek, Hâkim, 3 / 32, Tarih-u Dimaşk'ın dipnotlarından (1 / 155) naklen. Feraid'üs-Simtayn, 1 / 255, Hadis: 197
7- Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'l-Hadid, 19 / 61
"İlmin cevherini ehlinden men etmeyin, ilmin cevherinin ehline zulmetmiş olursunuz. İlmin cevherini ehlinden olmayanlara vermeyiniz, aksi takdirde ilmin cevherine zulmetmiş olursunuz."
İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)
İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)
-
- Mesajlar: 259
- Kayıt: 09 Ağu 2010, 15:35
Re: Hz. Ali (a.s)'ın Hayatı, Fazileti...
Hayber Savaşı'nda Hz. Ali (a.s)
Hudeybiye barış antlaşması imzalanınca Peygamber'imiz, İslâm risaleti açısından Kureyş'ten ve Arap Yarımadası'nın diğer bölgelerinde şirk inancı üzere kalan diğer kabilelerden yana kendini güvenceye almış oldu. Çünkü antlaşmanın maddeleri Müslümanların kefesinin ağır basmasını sağlayacak nitelikteydi.
Bunun yanında Müslümanların gücü donanım ve sayı bakımından gittikçe artıp gelişiyordu. Birçok insan İslâm'a yönelmişti. Araplar, onca inadına, azgınlığına ve gücüne rağmen Kureyş'in gücünün kırıldığını fark etmişlerdi. İslâm'ı güç kullanarak ortadan kaldırmaya yönelik plânlarının işe yaramadığını görmüşlerdi. Bu yüzden, Kureyş'in barış antlaşmasına imza atması bir tür teslim oluş olarak algılanıyordu.
Geride fitne çıkaran, kargaşaya sebep olan, nifak ve kalleşliği temsil eden bir güç kalmıştı. Medine dışındaki Yahudiler. Peygamber'imiz (s.a.a), dışarıdan destek alarak düşmanca bir tutum içine girebilirler endişesiyle onları sürekli kontrol ediyordu. Çünkü Yahudilerin tarihi kalleşliğin, antlaşmaları bozmanın örnekleriyle doludur. Bu yüzden Peygamber'imiz (s.a.a) Yahudilerin kalesi konumundaki Hayber üzerine yürümeye karar verdi. Ashabına en kısa sürede savaşa hazırlanmalarını emretti. Hazırlıklar tamamlandı ve Peygamber'imiz (s.a.a) Medine'den yola çıktı. Sancağı Hz. Ali'ye verdi. Hayber'e doğru durmadan yol aldı. Hayber'e vardıklarında karanlık çökmüştü. Hayber halkı böyle bir olaydan haberdar değildi. Sabah olunca evlerinden çıktıklarında Peygamber'in (s.a.a) ordusunu karşılarında gördüler. Bunun üzerine geri dönüp kalelerine kapandılar. Peygamber'imiz (s.a.a) kaleyi kuşatma altına aldı ve onları sıkıştırdı. Kalenin çevresinde iki taraf arasında kanlı çarpışmalar oldu. Peygamber'imiz (s.a.a) bazı kaleleri ele geçirdi. Kuşatma ve çatışmalar bu şekilde yirmi küsur gün kadar sürdü. Ama diğer bazı kaleler inatla direniyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) sancağını Ebu Bekir'e vererek onu kalelerin üzerine gönderdi. Ebu Bekir bir sonuç alamadan geri döndü. İkinci gün sancağı Ömer'e vererek saldırmasını emretti. O da arkadaşı gibi bir sonuca varmadan geri döndü. Bu arada o arkadaşlarını, arkadaşları da onu korkaklıkla suçluyorlardı. Sancağı kendi elleriyle birine verip de bir sonuç alınmadan geri dönülmesi, ya da birini bir hedefe gönderip de onun yenilmiş, bozguna uğramış olarak geri dönmesi Peygamber'imize (s.a.a) ağır geldi. Bunun üzerine derin anlamlar içeren, yüce olgulara işaret eden tarihî bir söz söyledi: "Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki, o Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de onu sever. Döne döne vuruşur, asla düşmana sırt çevirip kaçmaz. Allah onun önünü açar. Cebrail sağında ve Mikail de solunda olur."(1)
Herkes başını kaldırıp boynunu uzattı. Bütün herkesin dileği bu sözlerle kendisinin kast edilmiş olmasıydı. Hatta Ömer b. Hattab şöyle demişti: "O günden başka hiçbir zaman emirlik istememiştim. O gün bayrağın bana verilmesini temenni etmiştim."(2)
Gün ağarınca Peygamber'imiz (s.a.a) kalktı ve bayrağın getirilmesini istedi. İnsanlar tutmuş bekliyorlardı. Sonra Hz. Ali'yi (a.s) çağırdı. Orada bulunanlar dediler ki: "Ya Resulallah, gözleri ağrıyor." Buyurdu ki: "Onu çağırın." Seleme b. Evka' gitti ve gözleri ağrıdığı için yürümekte güçlük çeken Hz. Ali'nin elinden tutup onu Peygamber'in (s.a.a) yanına getirdi. Hz. Ali gözlerini sargı ile bağlamıştı. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'nin başını kucağına aldı, sonra eliyle ağzının suyunu alıp onun gözlerine sürdü. O anda daha önce hiç ağrımıyormuş gibi sapasağlam oldu. Sonra Peygamber'imiz (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle dua etti: "Allah'ım! Sıcakta ve soğukta ona yardımcı ol." (3)
Sonra demir zırhını ona giydirdi ve kendi kılıcı olan Zülfikar'ı beline bağladı, sancağı eline vererek kaleye doğru gönderdi. Ona şu tavsiyede bulundu: "Onların topraklarına varıncaya kadar yola devam et. Sonra onları İslâm'a davet et ve Müslüman olmaları durumunda Allah'ın kendilerinin üzerinde ne gibi haklarının oluşacağını bildir. Nefsimi elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, bir adam senin yol göstericiliğinle hidayete ererse veya Allah, senin yol göstericiliğinle birini hidayete erdirirse bu, senin için kızıl develerinin olmasından daha hayırlıdır."
Seleme şöyle der: Hz. Ali yola çıktı. Allah'a yemin ederim ki, seğirterek yürüyordu ve biz de arkasından koşuyorduk. Nihayet sanacağını kalenin dibindeki bir taş yığınının ortasına dikti. Kalenin burcunda bir Yahudî onu fark etti: "Kimsin sen?" dedi. "Ben Ali b. Ebu Talib'im." dedi.
Yahudi arkadaşlarına dönüp şöyle dedi: "Musa'ya indirilene andolsun, yenildiniz." (4)
Daha sonra kaledekilerden bazıları onunla teke tek vuruşmak üzere kalenin dışına çıkmaya başladılar. İlk olarak dışarı çıkan kişi, cesaretiyle nam salmış Merhab'ın kardeşi Haris'ti. Haris'i gören Müslümanlar geri çekildiler. Hz. Ali ise yerinden sıçrayıp Haris'in karşısına çıktı. Şiddetli bir vuruşma yaşandı. Sonunda Hz. Ali (a.s) onu öldürdü. Yahudiler bozguna uğrayarak kaleye geri döndüler. Daha sonra Merhab çıktı. Üst üste iki zırh giymiş, iki kılıç kuşanmış ve başına iki sarık birden bağlamıştı. Elinde ise çatallı bir mızrak vardı.
O ve Hz. Ali birbirlerine karşılıklı olarak birer darbe indirdiler. Hz. Ali bir darbe indirdi. Başının üzerine yerleştirdiği taş parçasını ve miğferi parçaladı ve kafasını ikiye ayırdı. Kılıç azı dişlerine kadar batmıştı. Yahudiler savaşçıları Merhab'a olanları görünce, bozguna uğramış olarak kaleye geri döndüler ve kapıları üzerlerine kilitlediler.
Hz. Ali (a.s) kapıya yöneldi ve kapıyı açıncaya kadar zorladı. İnsanların çoğu kalenin etrafındaki hendeğin öbür tarafında bulunuyorlardı ve onunla birlikte karşı tarafa geçmemişlerdi. Hz. Ali kalenin kapısını kavradı ve yerinden söktü. Onu hendeğin üzerine bir köprü gibi yerleştirdi. Ardından Müslümanlar kapının üzerinden karşı tarafa geçtiler. Kaleyi ele geçirip sayısız ganimetler elde ettiler. (5)
Rivayet edilir ki, daha sonra, Hz. Ali'nin tek başına yerinden söküp köprü gibi hendeğin üzerine koyduğu bu kapıyı yerinden oynatmak için kırk kişi uğraşmışlarsa da kapıyı yerinden oynatamamışlar.
İbn-i Amr şöyle der: Biz, yüce Allah'ın Hayber'i Hz. Ali (a.s) aracılığıyla bize açmasına şaşırmadık. Ama Hz. Ali'nin tek başına kale kapısını yerinden sökmesine, kapıyı arkaya doğru fırlatmasına şaşırdık. Nitekim kırk kişi birden kapıyı yerinden oynatmak için uğraştıysalar da başaramadılar. Bu olay Peygamber'imize (s.a.a) haber verilince, şöyle buyurdu: "Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ona kırk tane melek yardım ediyordu."
Rivayete göre Hz. Emir'ül-Müminin (a.s) Sehl b. Huneyf'e gönderdiği bir mektupta şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim ki, Hayber kalesinin kapısını yerinden sökmem, sonra onu arkaya doğru fırlatmam bedenimin gücüyle ve beslenmenin bana verdiği hareket kabiliyetiyle gerçekleştirmedim. Bilâkis beni, melekûtî bir güç ve nefsimi aydınlatan rabbimden gelen bir nurla bunu gerçekleştirdim. Benim Ahmed (Hz. Peygamber) karşısındaki konumum, ışığın ışık karşısındaki konumu gibiydi."(6)
__________________________________________________________________________
1-Tarih-i Taberî, 2 / 300; Tarih-u Dimaşk, İbn-i Asakir 1 / 166, Tercumet'ul-İmam Ali; Tezkiret'ül-Havass, İbn-i Cevzi el-Hanefî, 32; Sîret'ul-Halebiye 3 / 37
2- Tezkiret'ül-Havass, s.32
3- Tarih-i Taberî, 2 / 301; el-Kâmil, İbn-i Esir, 2 / 220; Feraid'üs-Simtayn, 1 / 264
4- A'yan'uş-Şia, 1 / 401
5- Tarih-i Taberî, 2 / 103; el-İrşad, Şeyh Müfid, s.114 böl. 31, bap: 2; Bihar'ul-Envar, 21 / 16
6- el-Emali, Şeyh Saduk, hadis: 10
Hudeybiye barış antlaşması imzalanınca Peygamber'imiz, İslâm risaleti açısından Kureyş'ten ve Arap Yarımadası'nın diğer bölgelerinde şirk inancı üzere kalan diğer kabilelerden yana kendini güvenceye almış oldu. Çünkü antlaşmanın maddeleri Müslümanların kefesinin ağır basmasını sağlayacak nitelikteydi.
Bunun yanında Müslümanların gücü donanım ve sayı bakımından gittikçe artıp gelişiyordu. Birçok insan İslâm'a yönelmişti. Araplar, onca inadına, azgınlığına ve gücüne rağmen Kureyş'in gücünün kırıldığını fark etmişlerdi. İslâm'ı güç kullanarak ortadan kaldırmaya yönelik plânlarının işe yaramadığını görmüşlerdi. Bu yüzden, Kureyş'in barış antlaşmasına imza atması bir tür teslim oluş olarak algılanıyordu.
Geride fitne çıkaran, kargaşaya sebep olan, nifak ve kalleşliği temsil eden bir güç kalmıştı. Medine dışındaki Yahudiler. Peygamber'imiz (s.a.a), dışarıdan destek alarak düşmanca bir tutum içine girebilirler endişesiyle onları sürekli kontrol ediyordu. Çünkü Yahudilerin tarihi kalleşliğin, antlaşmaları bozmanın örnekleriyle doludur. Bu yüzden Peygamber'imiz (s.a.a) Yahudilerin kalesi konumundaki Hayber üzerine yürümeye karar verdi. Ashabına en kısa sürede savaşa hazırlanmalarını emretti. Hazırlıklar tamamlandı ve Peygamber'imiz (s.a.a) Medine'den yola çıktı. Sancağı Hz. Ali'ye verdi. Hayber'e doğru durmadan yol aldı. Hayber'e vardıklarında karanlık çökmüştü. Hayber halkı böyle bir olaydan haberdar değildi. Sabah olunca evlerinden çıktıklarında Peygamber'in (s.a.a) ordusunu karşılarında gördüler. Bunun üzerine geri dönüp kalelerine kapandılar. Peygamber'imiz (s.a.a) kaleyi kuşatma altına aldı ve onları sıkıştırdı. Kalenin çevresinde iki taraf arasında kanlı çarpışmalar oldu. Peygamber'imiz (s.a.a) bazı kaleleri ele geçirdi. Kuşatma ve çatışmalar bu şekilde yirmi küsur gün kadar sürdü. Ama diğer bazı kaleler inatla direniyordu. Hz. Peygamber (s.a.a) sancağını Ebu Bekir'e vererek onu kalelerin üzerine gönderdi. Ebu Bekir bir sonuç alamadan geri döndü. İkinci gün sancağı Ömer'e vererek saldırmasını emretti. O da arkadaşı gibi bir sonuca varmadan geri döndü. Bu arada o arkadaşlarını, arkadaşları da onu korkaklıkla suçluyorlardı. Sancağı kendi elleriyle birine verip de bir sonuç alınmadan geri dönülmesi, ya da birini bir hedefe gönderip de onun yenilmiş, bozguna uğramış olarak geri dönmesi Peygamber'imize (s.a.a) ağır geldi. Bunun üzerine derin anlamlar içeren, yüce olgulara işaret eden tarihî bir söz söyledi: "Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki, o Allah ve Resulü'nü sever, Allah ve Resulü de onu sever. Döne döne vuruşur, asla düşmana sırt çevirip kaçmaz. Allah onun önünü açar. Cebrail sağında ve Mikail de solunda olur."(1)
Herkes başını kaldırıp boynunu uzattı. Bütün herkesin dileği bu sözlerle kendisinin kast edilmiş olmasıydı. Hatta Ömer b. Hattab şöyle demişti: "O günden başka hiçbir zaman emirlik istememiştim. O gün bayrağın bana verilmesini temenni etmiştim."(2)
Gün ağarınca Peygamber'imiz (s.a.a) kalktı ve bayrağın getirilmesini istedi. İnsanlar tutmuş bekliyorlardı. Sonra Hz. Ali'yi (a.s) çağırdı. Orada bulunanlar dediler ki: "Ya Resulallah, gözleri ağrıyor." Buyurdu ki: "Onu çağırın." Seleme b. Evka' gitti ve gözleri ağrıdığı için yürümekte güçlük çeken Hz. Ali'nin elinden tutup onu Peygamber'in (s.a.a) yanına getirdi. Hz. Ali gözlerini sargı ile bağlamıştı. Resulullah (s.a.a) Hz. Ali'nin başını kucağına aldı, sonra eliyle ağzının suyunu alıp onun gözlerine sürdü. O anda daha önce hiç ağrımıyormuş gibi sapasağlam oldu. Sonra Peygamber'imiz (s.a.a) Hz. Ali'ye şöyle dua etti: "Allah'ım! Sıcakta ve soğukta ona yardımcı ol." (3)
Sonra demir zırhını ona giydirdi ve kendi kılıcı olan Zülfikar'ı beline bağladı, sancağı eline vererek kaleye doğru gönderdi. Ona şu tavsiyede bulundu: "Onların topraklarına varıncaya kadar yola devam et. Sonra onları İslâm'a davet et ve Müslüman olmaları durumunda Allah'ın kendilerinin üzerinde ne gibi haklarının oluşacağını bildir. Nefsimi elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, bir adam senin yol göstericiliğinle hidayete ererse veya Allah, senin yol göstericiliğinle birini hidayete erdirirse bu, senin için kızıl develerinin olmasından daha hayırlıdır."
Seleme şöyle der: Hz. Ali yola çıktı. Allah'a yemin ederim ki, seğirterek yürüyordu ve biz de arkasından koşuyorduk. Nihayet sanacağını kalenin dibindeki bir taş yığınının ortasına dikti. Kalenin burcunda bir Yahudî onu fark etti: "Kimsin sen?" dedi. "Ben Ali b. Ebu Talib'im." dedi.
Yahudi arkadaşlarına dönüp şöyle dedi: "Musa'ya indirilene andolsun, yenildiniz." (4)
Daha sonra kaledekilerden bazıları onunla teke tek vuruşmak üzere kalenin dışına çıkmaya başladılar. İlk olarak dışarı çıkan kişi, cesaretiyle nam salmış Merhab'ın kardeşi Haris'ti. Haris'i gören Müslümanlar geri çekildiler. Hz. Ali ise yerinden sıçrayıp Haris'in karşısına çıktı. Şiddetli bir vuruşma yaşandı. Sonunda Hz. Ali (a.s) onu öldürdü. Yahudiler bozguna uğrayarak kaleye geri döndüler. Daha sonra Merhab çıktı. Üst üste iki zırh giymiş, iki kılıç kuşanmış ve başına iki sarık birden bağlamıştı. Elinde ise çatallı bir mızrak vardı.
O ve Hz. Ali birbirlerine karşılıklı olarak birer darbe indirdiler. Hz. Ali bir darbe indirdi. Başının üzerine yerleştirdiği taş parçasını ve miğferi parçaladı ve kafasını ikiye ayırdı. Kılıç azı dişlerine kadar batmıştı. Yahudiler savaşçıları Merhab'a olanları görünce, bozguna uğramış olarak kaleye geri döndüler ve kapıları üzerlerine kilitlediler.
Hz. Ali (a.s) kapıya yöneldi ve kapıyı açıncaya kadar zorladı. İnsanların çoğu kalenin etrafındaki hendeğin öbür tarafında bulunuyorlardı ve onunla birlikte karşı tarafa geçmemişlerdi. Hz. Ali kalenin kapısını kavradı ve yerinden söktü. Onu hendeğin üzerine bir köprü gibi yerleştirdi. Ardından Müslümanlar kapının üzerinden karşı tarafa geçtiler. Kaleyi ele geçirip sayısız ganimetler elde ettiler. (5)
Rivayet edilir ki, daha sonra, Hz. Ali'nin tek başına yerinden söküp köprü gibi hendeğin üzerine koyduğu bu kapıyı yerinden oynatmak için kırk kişi uğraşmışlarsa da kapıyı yerinden oynatamamışlar.
İbn-i Amr şöyle der: Biz, yüce Allah'ın Hayber'i Hz. Ali (a.s) aracılığıyla bize açmasına şaşırmadık. Ama Hz. Ali'nin tek başına kale kapısını yerinden sökmesine, kapıyı arkaya doğru fırlatmasına şaşırdık. Nitekim kırk kişi birden kapıyı yerinden oynatmak için uğraştıysalar da başaramadılar. Bu olay Peygamber'imize (s.a.a) haber verilince, şöyle buyurdu: "Nefsim elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ona kırk tane melek yardım ediyordu."
Rivayete göre Hz. Emir'ül-Müminin (a.s) Sehl b. Huneyf'e gönderdiği bir mektupta şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim ki, Hayber kalesinin kapısını yerinden sökmem, sonra onu arkaya doğru fırlatmam bedenimin gücüyle ve beslenmenin bana verdiği hareket kabiliyetiyle gerçekleştirmedim. Bilâkis beni, melekûtî bir güç ve nefsimi aydınlatan rabbimden gelen bir nurla bunu gerçekleştirdim. Benim Ahmed (Hz. Peygamber) karşısındaki konumum, ışığın ışık karşısındaki konumu gibiydi."(6)
__________________________________________________________________________
1-Tarih-i Taberî, 2 / 300; Tarih-u Dimaşk, İbn-i Asakir 1 / 166, Tercumet'ul-İmam Ali; Tezkiret'ül-Havass, İbn-i Cevzi el-Hanefî, 32; Sîret'ul-Halebiye 3 / 37
2- Tezkiret'ül-Havass, s.32
3- Tarih-i Taberî, 2 / 301; el-Kâmil, İbn-i Esir, 2 / 220; Feraid'üs-Simtayn, 1 / 264
4- A'yan'uş-Şia, 1 / 401
5- Tarih-i Taberî, 2 / 103; el-İrşad, Şeyh Müfid, s.114 böl. 31, bap: 2; Bihar'ul-Envar, 21 / 16
6- el-Emali, Şeyh Saduk, hadis: 10
"İlmin cevherini ehlinden men etmeyin, ilmin cevherinin ehline zulmetmiş olursunuz. İlmin cevherini ehlinden olmayanlara vermeyiniz, aksi takdirde ilmin cevherine zulmetmiş olursunuz."
İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)
İmam Hz. Cafer-i Sadık (a.s)