İran-Abd görüşmeleri, güdülen hedefler

Cevapla
Hasan Akça
Mesajlar: 1745
Kayıt: 05 May 2008, 22:02

İran-Abd görüşmeleri, güdülen hedefler

Mesaj gönderen Hasan Akça »

Aşağıdaki yazıyı Rast haberden aldım aynen aktarıyorum



İRAN-ABD GÖRÜŞMELERİ, GÜDÜLEN HEDEFLER
21/02/2009



Yusuf Z.Yılmaz

İran ve ABD arasında görüşme başlatmakla hangi hedefler güdülmektedir? Gerçekten görüşmek istiyorlar mı? Yoksa her iki ülke cumhurbaşkanının görüşmeye dair demeçleri arkasında başka hesaplar mı yatıyor? Eğer görüşme eğiliminde samimiyseler bundan nasıl bir sonuç beklemekteler? Görüşmeye gerçekten ihtiyaç var mı? Varsa hangisi daha çok ihtiyaç duymaktadır? Görüşmeye ne zaman başlanabilir ve hangi konular görüşme masasına yatırılır? Ve bunun gibi daha nice soruya cevap verilmediği sürece tarafların ve müttefiklerinin İran- ABD görüşmlerinden beklentileri ve kaygıları doğru düzgün anlaşılamaz.



Otuz yıla yakın bir süredir aralarında doğrudan diplomatik ilişkiler bulunmayan İran ve ABD gibi biri bölgesel ötekisi küresel iki güç arasında görüşmeler başlatılması oldukça doğaldır kuşkusuz. Çünkü bir birinin varlığını resmen tanıyan bu iki ülke arasında, devletler düzeyinde olmasa da özel sektör, üniversiteler ve STK’lar düzeyinde ekonomik-ticari ve kültürel- bilimsel alış veriş, türistik seferler aralıksız devam etmektedir zaten. Ayrı bir ifadeyle İran ile israil arasında görüşme yapmak ile İran ile ABD arasında görüşme yapılmasını bir birinden ayırmak gerekir. Çünkü İran, İsrail’in varlığını kabul etmemekte ve bunun için İran vatandaşlarının İsrail’e gitmek de dahil İsrail rejimi ve vatandaşlarıyla her türlü ilişkisini yasaklamış bulunmaktadır. Halbuki ABD konusunda durum farklıdır. Diplomatik ilişkiler kesik olmasına rağmen her gün binlerce İran ve -az sayıda da olsa- ABD vatandaşı karşılıklı olarak bu iki ülkeye seferler yapmakta, ikamet etmekte, üniversitelerinde okumakta, medeni, ticari ve ekonomik ilişkilerde bulunmaktalar.



İki ülke arasında üçüncü ülkeler aracılığıyla sınırlı diplomatik ilişkiler de mevcutken, görüşmelerle bu ilişkileri doğrudan ve yeniden kurmak mı istiyorlar acaba? Bu son soruya verilecek cevap şu ki, iki ülke ilişkilerinde 20. yüzyılın ikinci yarısından , özellikle de son otuz yıldan beri ortaya çıkan hadiseler ve bu iki ülkenin bugün geldikleri durum dikkate alındığında ilişkilerin yeniden düzenlenmesi sanıldığı kadar kolay değildir.



Geçen yüzyılın başlarında ve ortalarında patlak veren iki dünya savaşı arasında İran üzerinde güçlü bir sulta kurmuş olan İngiltere, 2. dünya savaşından sonra yavaş yavaş nüfuzunu kaybetmiş ve İran’da petrolün millileştirilmesiyle sonuçlanan halk ayaklanması ardından ülkeden kaçan Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin 1953’de CIA tarafından gerçekleştirilen darbeyle yeniden İran’a döndürülmesiyle bu rolünü ABD’ye kaptırmıştı.



İmam Humeyni(r.a) liderliğinde İslam İnkılabının zafere ulaştığı 1979 yılına kadar geçen sürede İran’ı başta Sovyetler Birliği olmak üzere komşularına karşı bir üs olarak kullanan ABD, bu ülke üzerinde askeri, siyasal,ekonomik ve kültürel açılardan tam bir sulta kurmuş ve hepsinden önemlisi bölgenin jandarması olarak adlandırdığı şahlık rejimini İsrail için en güvenilir müttefik haline getirmişti.



Ortadoğuda böyle bir üssünü kaybeden ABD 1979-2009 yılları arasında geçen 30 yıl boyunca İran’a karşı askeri darbe, hava saldırısı, İran’ın ABD’deki onlarca milyar dolarlık mal varlığını bloke etme, Saddam rejimi aracılığıyla savaş açma, askeri-ekonomik ambargo, komşu ülkeleri işgal ederek bu ülkeyi kuşatma, menfi propaganda, bilimsel faaliyetlerini engelleme, BM Güvenlik konseyi gibi kontrolü altındaki uluslararası kuruluşları bu ülkeye karşı kullanma da dahil yüzlerce komplo düzenleyen ABD ve bütün bu komplo ve baskıları etkisiz hale getiren İran arasında görüşmeler başlatma düşüncesini bu çerçevede değerlendirdiğimizde ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır.



ABD’nin İran aleyhindeki bu baskı ve komploları aralıksız olarak sürdürülmekte iken Barack Obama’nın, İran’la doğrudan ve ön şartsız görüşme başlatmaya dair açıklamaları ne anlama gelmektedir?! Kaldı ki geçen 30 yıllık sürede görüşmelerin başlatılmasına şart koşan taraf hep İran olmuştur. 1980’li yıllarda İran’ın bloke edilen mal varlığını serbest bırakması, Saddam rejimine desteğini kaldırması, iç işlerine karışmaması ve yeni komplolar kurmayacağını ispatlaması karşılığında ABD ile görüşme yapmaya ve doğrudan diplomatik ilişkiler kurmayı incelemeye alabileceğini öne süren İran, aradan geçen süre içerisinde işgal altındaki topraklarını kurtarmış, yeniden ekonomik yapılanma sürecini tamamlamış, bilimsel- teknolojik sahada güçlü adımlar atmış, yerli savunma sanayisini kurmuş ve hatta silah ihraç edecek duruma gelmiş ve Ortadoğuda nüfuz sahibi bir ülke konumuna gelmişken ABD ile görüşmeye niçin istekli olsun ki?



ABD’ye gelince; İslam İnkılabının zaferinden sonra başta Ortadoğu olmak üzere dünya sathında ubuheti, yenilmezlik imajı yıkılan, duraklama dönemine giren ABD, son yıllardaki saldırgan siyasetleri sonucu tarihinin belki de en kötü dönemini yaşamakta, son ekonomik krizle birlikte kırılganlığı artmış ve imparatorluğu dağılma dönemine girmişken İran’la görüşmeye daha çok ihtiyaç duymaktadır.



ABD’nin İran’la görüşme isteğinin temel sebebi ise Ortadoğu’da öne çıkan son durumdur. İslam İnkılabı’nın bölge halklarına şırınga ettiği, İslami hüviyyet ve istiklal ruhu meyvalarını yavaş yavaş vermeye başlarken bölge halkları arasında ABD’ye olan düşmanlık son yıllarda tavan yapmış durumda, Batı’nın İslam ülkelerinin kalbine yerleştirdiği gayri meşru çocuğu İsrail’in varlığı ve hayatını sürdürmesi tehlikeye girmişken İran’ın gücünü görmezlikten gelmenin doğuracağı zararlar ABD’yi derinden korkutmaktadır.



Artık İslam inkılabını yenilgiye uğratmaktan umudunu kesmiş olan Batı ve onun temsilcisi rolündeki ABD, yukarıdaki veriler ışığında bölgedeki uğursuz çıkarlarını korumak, İsrail ve bölgedeki kukla rejimlerin iktidarını bir süre daha sağlamak ve bölgeden tamamen kovulmamak için İran’la görüşme masasına oturmaktan başka çaresi bulunmadığı sonucuna varmış bulunuyor. Çünkü İran’a askeri saldırı düzenlemek, İran’ın nükleer programını durdurmak, ambargo uygulayarak bu ülkeyi teslim olmaya zorlamak siyasetlerinin işlevini kaybettiğini Batı çok iyi anlamış bulunuyor. Bu durumda değer ölçüsü zor-kuvvet olan Batı uygarlığının temsilcisi ABD, kıramadığın bileği öpeceksin sonucuna varmıştır diyebiliriz. Bu karar Barack Obama’nın kişisel tavrı olmaktan ziyade ABD ve topyekün Batı’nın varmış olduğu sonuçtur denilebilir.



En zayıf döneminde bile ABD ile doğrudan ilişkilere sıcak bakmayan İran’ın son yıllarda ticari ilişkilerinde Çin gibi yeni partnerler bulmuş, komşularıyla yakın ticari ilişkiler kurmuş, başta ABD olmak üzere Batı’ya olan dış ticaret bağımlılığını en aza indirgemişken ABD başkanının görüşme isteğine olumlu cevap vermesinin sebepleri ne olabilir acaba?



İran, gayri meşru saydığı İsrail rejiminden başka bütün ülkelerle, bu cümleden olarak ABD ile karşılıklı saygıya dayalı dış siyaseti çerçevesinde, kendi ve İslam dünyasının çıkarları doğrultusunda görüşmeye oturmak ve ilişkiler kurmakta bir beis görmemekle birlikte görüşmelere başlamak veya reddetmek konusunda bir takım kaygı ve çekinceleri de bulunmaktadır.



<!--[if !supportLists]-->· <!--[endif]-->İran’ı görüşme masasına çekerek İslam dünyasındaki istiklal ruhunu zayıflatmak. Yıllardır Batı’ya karşı direnen İran’ın da nihayet teslim olduğu propagandasını yaymak suretiyle bölgedeki direniş güçlerini umutsuzluğa ve teslime zorlamak, direnişin değil de uzlaşmanın bölge halkları lehine olduğu komplosunu uygulamak. Çünkü Filistin ve Lübnan direnişinin son yıllardaki zaferleri dikkate alındığında Batı emperyalizminin bölgedeki temsilcisi İsrail’in varlığı ciddi olarak tehlikeye girmişken ve Batı destekli gerici krallıklar, şeyhlikler, göstermelik cumhuriyetlerin varlığı İslami uyanış karşısında ciddi olarak tehdit edilmekteyken İran’ın uzlaşmaya çekildiği düşüncesinin güçlü siyonist medya tarafından bölge halklarına empoze edilmesi Müslüman halklar nezdinde bir takım olumsuz etkiler bırakabilir.



<!--[if !supportLists]-->· <!--[endif]-->Buna karşılık ABD’nin görüşme teklifine olumsuz cevap verilmesinin de İran ve İslam İnkılabı açısından bir takım sakıncaları olabilir. Medya gücünü elinde bulunduran ABD, sürdüreceği propagandalarla kendisinin bölge barışı için zeytin dalı uzatmasına rağmen bölgede barış ve huzur istemeyen tarafın İran olduğunu yaymak suretiyle İran’ı bölge halkları ve hükümetleri nezdinde tehlike unsuru olarak tanıtmaya devam edecektir. Bölgenin kukla rejimleri de zaten ABD’nin bu tavrını tekrarlayıp durmakta, İran’ı, gizli niyetler taşımak ve yayılmacı bir siyaset izlemekle suçlamaktadırlar. İran’ın, Sünni kökenli Filistin Direniş hareketlerini desteklemesini bile uydurma “Şii hilali” projesi çerçevesinde değerlendiren ve İran destekliyor diye Filistin İslami Direnişinin İsrail tarafından ortadan kaldırılmasına dair siyasal fetvalar vermekten çekinmeyen halk desteğinden yoksun bu kukla rejimler, bu durumda ABD sultası altında ve saflarında bulunmaya dair bahane bulmuş olacaklardır.



<!--[if !supportLists]-->· <!--[endif]-->Her ne kadar İran’ın dış siyasetinin ana hatlarını belirleyen ve ABD ile görüşmeler başlatılması gibi ciddi bir konuda son sözü söylecek olan İnkılap lideri Ayetullah Hamanei’dir. Ancak ABD’nin muhatabı durumundaki Ahmedinejad hükümetinin - Batı emperyalizmi ve İsrail karşısındaki net tavrı ortadayken- İran’da Haziran ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar muhaliflerine propaganda bahanesi vermemeye özen gösterdiği de dikkatlerden kaçmamaktadır. ABD’nin teklif ettiği görüşmeleri Hazirandaki seçimlerden önce başlatmayacağı ve İran’ın da buna hazır olmadığı ortadayken, görüşmelerde Ahmedinejad muhalifi çevreleri tercih ettiğini ilan etmesi ve Ahmedinejad muhaliflerini desteklediğini dolaylı olarak açıklaması da ABD’nin niyetlerini ortaya koyması açısından önemlidir. Zaten çalmadan oynayan İran içerisindeki liberal kesimler böylece Batı’nın-kendi ifadeleriyle dünyanın- kendilerini tercih etmesinden haz duymakta ve bunu seçim aracı olarak kullanmaktan çekinmemektedirler.



ABD ile İran arasında başlatılmak istenen görüşmelerin ana konularına gelince; daha açıklanmamış olmakla birlikte her iki ülke konuya kendi çıkarları açısından bakmakta ve sonuç almak istemektedir.



ABD her şeyden önce bölgede girmiş olduğu bataklıktan çıkmak isterken bir yandan terkedeceği bölgeleri İran’a kaptırmamayı öte yandan bu konuda İran’dan destek görmeyi amaçlamaktadır. Irak ve Afganistan bunun en açık örnekleridir.
Ortadoğu’da artık İran’ın görüşüne başvurmaksızın sözde barışa ulaşamıyacağı sonucuna varan ABD bir yolunu bulup İran’ı sözde barış- gerçekte uzlaşma- görüşmelerine çekmeyi ve böylece İsrail’in varlığını garanti altına almayı planlamaktadır.
İran’ın nükleer programı ve bilimsel/teknolojik ilerlemelerini Batı için çeşitli açılardan tehlike olarak gören ABD, birtakım teşvikler sunmak suretiyle İran’ı uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurmaya razı etmeye çalışacak, eğer bunda başarılı olamazsa- ki olamayacağı kesin- İran’ın uzlaşmaz olduğu propagandası yaparak BM Güvenlik Konseyi de dahil kontrolü altında bulundurduğu uluslararası ve bölgesel kuruluşları İran’a karşı yeniden harekete geçirecektir.
ABD’nin bölgesel siyasetlerinde köklü değişikliklere gitmediği takdirde bu görüşmelerden her hangi olumlu bir sonuç alınamıyacağına inanan İran, böyle görüşmelere pek ihtiyaç duymamakla birlikte ilk planda kendi aleyhinde sürdürülen uzlaşmaz, uluslararası toplumu saymaz propagandalarını etkisiz hale getirmeyi, hakkındaki olumsuz imajı silmeyi planlamaktadır. Yoksa İran’ın İsrail’in varlığını kabul etmesi, İslami direniş hareketlerini desteklemekten vazgeçmesi, Batı lehine uzlaşma görüşmelerine katılması, nükleer programını durdurması vb. imkansız olup ortaya çıkış felsefesi ve ağır birtakım değerler ödeyerek otuz yılldır izlediği siyasi çizgisinden vazgeçmek anlamına gelir ki, bu da şimdiki İran makamlarının istemedikleri ve isteseler bile cesaret edemiyecekleri bir konudur.
İran görüşmelerin karşılıklı saygı temelinde başlatılması ve sürdürülmesini istemektedir. Bunun anlamı, kendi hükümetine, devlet nizamına, izlediği siyasetlere, bilimsel/teknolojik programlarına saygı gösterilmesi, bölgesel ve uluslararası bir oyuncu olarak tanınması ve iç işlerine karışılmaması demektir. ABD’nin İran’ın bu haklı taleplerini kabul etmesi emperyal siyasetlerinden vazgeçmesi demek olup, bu da Barack Obama’nın karar verebileceği bir konu değildir.


Yukarıda anlatmaya çalıştığımız gerçekler dikkate alındığında ABD- İran görüşmelerinden sonuç alınması uzak bir ihtimaldir ve bu iki ülke arasındaki ilişkilerde köklü değişimler beklemek en azından önümüzdeki yıllarda mümkün görünmemektedir.
Cevapla

“Dış Siyaset (Politika)” sayfasına dön