1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

İmam Muhammed mehdi (a.f)

Gönderilme zamanı: 30 Oca 2008, 16:54
gönderen KARAPAPAK MURAT
Onikinci ve son imâm olan, Hz.İmâm Muhammed Mehdî, Hicri 255. yılı Şaban ayının 15. gününde Samarra kentinde dünyaya gelmişlerdir. Babaları, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, anneleri Nercis Hatun’dur.

İsimleri, cedleri Hz.Peygamber’in mübarek isimleri, künyeleri mübarek künyeleridir. Lâkapları; “Sâhib’üz Zamân (Zamânın Sâhibi), Sâhib’üd Dâr (Yurdun Sâhibi), Kaaim (Ayakta duran, kıyâm eden), Hüccet (Reddi mümkün olmayan kesin delil), Hâtim (Hatmeden, sona erdiren) Muntazar (Beklenen), Nahiyet’ül Mukaddese (Kutlanmış yön), Hâdi (Hidâyete sevk eden)” ve “Mehdî (Hidâyete ermiş)” tir. En meşhur lâkapları ise; “Sâhib’üz-Zamân” ve “Hüccet” dir.

Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy, Hz.İmâm Muhammed Mehdî’den bahsederlerken;
“Zuhûr edip, zulümle, cevirle dolmuş olan yeryüzünü eşitlikle, adâletle dolduruncaya kadar adını anmak helâl de değildir” buyurmuşlardır.

Hz.İmâm Mûsâ-i Kâzım da buyurmuşlardır ki;
“Doğumu insanlardan gizli tutulur; üstün ve yüce Allah, cevirle, zulümle, dolmuş olan yeryüzünü, onun vasıtasıyla eşitlikle, adâletle dolduruncaya kadar da adını anmak helâl olmaz.”

Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin Hak’ka kavuşmalarından sonra, zamanın imâmından, isminden ve mekanından sorulan soruya;“İsmiyle anılırsa yayılır; mekânını bilirlerse bulunur” tarzında cevap gelmiştir.

Onikinci İmâm’dan el yazılarıyla ve sefirler vasıtasıyla gelen emirlerde de; mübarek adlarının anılmaması, kesin olarak buyrulmuştur.

Hz.İmâm Muhammed’ül Takiyy’nin kızları, Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin halaları Hakime Hatun, Onikinci İmâm Sahib’ül-Emir’in doğumlarını şöyle anlatır:
“İmâm Hasan’ül Askerî bana, bu gece bizde iftar et, Şâban ayının 15. gecesi ve bu gece Allah, Hüccetini izhâr edecek” diye haber gönderdiler.
Evlerine gittim, kendilerine; “Anneleri kim?” diye sordum. “Nercis” buyurdular. Ben; “Kendisinde doğum alâmeti görmüyorum” dedim.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî:
“Gerçek, benim dediğimdir” buyurdular.
Nercis geldi, bana; “Seyyidem” diye hitab etti ve ayaklarımı çıkarmak istedi.
Ben, kendisine engel oldum; “Seyyidem sensin” dedim.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî bu sözümü duyunca;
“Allah sana hayırla mükâfat etsin hala” dediler.
Ben, Nercis’e;“Allah sana bu gece bir çocuk ihsân edecek ki, dünyanın da efendisi olacak, âhiretin de” dedim. Nercis utangaç bir halde oturdu. Ben; namaz kıldım, iftar ettim; biraz yattım uyudum. Gece namazına kalktım, sonra tekrar yattım. Derken korkarak uyandım, Nercis uyuyordu; biraz sonra o da uyandı; gece namazını kıldı; sonra yattı. Henüz bir doğum alâmeti olmadığı için âdeta tereddüte düştüm.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî odalarından;
“Hala can vaad edilen vakit yaklaşmakta; acele etme” diye seslendiler.
Ben; “Elif-Lâm-Mim ve Yâ-sin sûrelerini” okudum. O anda Nercis korkarak uyandılar. Koşup yanına gittim;“Allah korusun seni, doğum mu var?” diye sordum.
Nercis; “Evet” dedi. Kendisini bağrıma bastım.
Hz.İmâm Hasan’ül Askerî;
“Kadir sûresini oku hala” buyurdular. Tanyeri ağarırken Onikinci İmâm, dünyayı şereflendirdiler.

Sâhib’üz Zamânı, doğumlarından sonra; babaları Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’nin âhirete intikallerinden önce, yakınlarından birçok kişi görmüş, kendileriyle görüşmüştür. Hz.İmâm Hasan’ül Askerî’de; onu yakınlarına göstermişler, müjdelemişler, o cümleden olarak; “Sahibiniz budur” buyurmuşlardır.

Birçok ünlü hadîs kitaplarında bu konu şöyle anlatılır:
“Son zamanda, yeryüzü cevir ve zulümle dolduğu vakit, Resûlullah’ın soylarından ve Hz. Fâtıma’nın evlâdından «Mehdî»nin zuhûr edip, âlemi; adâletle, eşitlikle dolduracağı” hakkında birçok hadîs mevcuttur.

Ümeyye ve Abbas oğulları zamanlarında, hattâ daha da sonraki devirlerde;
İslâm’a hükmeden, dîni siyâsete alet haline getiren, halîfeliği kendilerine meşru bir hak olarak tanıtan kişilerin, onların temsil ettikleri iktidarlara karşı kıyâm edenlerin yahut onların kudretlerini ellerine alıp onlar gibi hükmetmek isteyenlerin hemen hepsi, Mehdî hadîslerine dayanmışlar, kendilerini Mehdî tanıtmaya çalışmışlar yahut da taraftarları bu yolu tutmuşlardır.

Ehl-i Sünnet de Mehdî’nin zuhûrunu kabul ederler. Bunun en kesin delili de; Kenya’dan Ebû Muhammed adlı bir zâtın, Mekke-i Mükerreme’deki “Rabıtat’ül-Âlem’il-İslâmi Cemiyeti”ne, Mehdî hakkında gönderdiği yazılı soruya, cemiyet tarafından verilen tafsîlâtlı cevapta söyle denilmektedir.

Hicaz bilginlerinin reylerini de bildiren bu cevapta:
“Kıyamet alâmetlerinden olmak üzere zuhûr edeceği, Mekke’de Rükün’le Makam, yâni Kâ’be-i Muazzama’yla, Hacer’ül-Esved arasında kendisine bey’at edileceği bildirilen ve hadîslerde, sayıları oniki olarak buyurulan ve yine zuhûruyla küfür ve zulümle dolmuş bulunan yeryüzünü, adâletle, eşitlikle dolduracağı, bütün âleme hükmedeceği, 7 yıl hüküm süreceği, kendisinden sonra, Îsâ Peygamber’in de ineceği, Deccâl’in öldürüleceği anlatılan Mehdî’nin, bir gerçek olup buna inanmanın lüzûmundan” îzâh olunmaktadır.

Cevâbın devamında:
“Mehdî’nin zuhûruna îman etmenin Ehl-i sünnet vel cemâat inançlarından bulunduğu, bunu; ancak sünneti bilmeyen, yahut inançta bid’at ehli olan kişinin inkâr edeceği” söylenerek son bulmaktadır.

Gaybet:
Hz.Hüccet’in iki gaybetleri, yani gizlenişleri vardır; birinci gizlenişleri doğdukları anda başlar, Hicri 328. yılı Şaban ayının 15. gününe kadar sürer. Bu müddet içinde Onikinci İmâm’ı, babaları Hz.İmâm Hasan’ül Askerî, ashâbın ileri gelenlerine göstermişler; “Kendilerinden sonra Allah hücceti ve ümmetin İmâm’ı olacaklarını” bildirmişlerdir.
Bir çok kişi de çeşitli münâsebetlerle Onikinci İmâm’ı görmüşlerdir. Ancak bu görüşler hikmetinden dolayı ânî olmuştur. “Küçük gizleniş çağı” denen ve 73 yıl süren bu müddet içinde, “Sâhib’üz Zamân”la Şîa arasında, yine kendilerinin emirleriyle birbirlerini istihlâf eden dört kişi, Sefirlik hizmetini görmüşlerdir. Bunlar; Dört Nâib, Dört Sefîr anlamlarına gelen “Nüvvâb-ı Erbaa, Süferâ-yı Erbaa”diye anılırlar.
Zuhur Alâmetleri:
Hz.İmâm Muhammed Mehdî’nin gaybetleri, îman ehli için bir imtihandır. Gerçek inanç ehli onun varlığına inanır.

“İbâdetin en üstünü, darlıktan kurtuluşu, ferahlığa çıkışı beklemektir ve Allah’ın kudretiyle, lûtfuyla kurtulmayı, ferahlığa kavuşmayı bekleyiş ibâdettir” Hadîs-i şerifleri gereğince; gerçek îman ve inanç ehli; “Hz.İmâm Muhammed Mehdî’nin zuhûruyla genişliğe feraha çıkmayı, îman ve İslâm’ın bütün dünyaya hakim olmasını bekler; îmanlarında şüphe ehli olanlar ise, ümitsizliğe eleme düşer, inkâra yönelir.”

Hz.Peygamberimizin Hadîs-i şeriflerinde; “Ehl-i Beyt” imâmlarının beyânlarında zuhûr alâmetleri de bildirilmiştir.

Bu alâmetlerde Hz.İmâm Muhammed Mehdî’nin;
“Yalanın, inançsızlığın hüküm sürdüğü, rüşvetin, faizin helâl bilindiği, namazın yittiği, iyiliği buyurmanın, kötülüğe engel olmanın imkânı kalmadığı, haram olan şeylerin hepsinin de helâl tanındığı, zulmün yayıldığı, müminlerin ümitsizliğe elemlere düştükleri, Kur’ân’dan yalnız ders, İslâm’dan yalnız ad kaldığı, kan dökmenin önemsiz sayıldığı bir zamanda, zuhûr edip, âlemi adâletle yeniden ihyâ edecektir.”

Bunlar zuhûrun küçük alâmetleridir ve hepsi de hemen hemen belirmiştir.

“Hz.İmâm Muhammed Mehdî’den önce Mehdîlik davası güdenler çıkacak; «Nefs-i Zekiyye (Temiz kişi)» denen biri, Mekke-i Mükerreme’de, Rükün’le Makam arasında şehit edilecek, bulaşıcı hastalıklarla birçok kişi telef olacak, halkın yarısından fazlasını kırıp geçiren savaşlar kopacak, «Süfyâni» denen bir zalim çıkacak, Mekke’yle Medine arasındaki Beydâ çölünde adamlarıyla yere batacak, Ramazan ayında; uyuyanları uyandıracak, uyanıkları korkutacak şiddetli bir ses onu bildirecek, Güneşle Ay bir biri ardınca tutulacak ve Mehdî zuhûr edecek.”

“Hz.İmâm Muhammed Mehdî zuhûr edince; «Bedir savaşında bulunanların sayısınca üçyüz onüç kişi, Kabe-i Muazzama’nın dibinde, kendilerine bey’at eyleyecek, sonra bütün îman ehli ona uyacak, gökten Îsâ Peygamber inecek, namazda ona uyacak, Deccâl denen ve zulmün yalanın mümessili olan kişi öldürülecek, İslâm bütün gerçekliğiyle, adâletiyle âleme yayılacaktır. »”