Fatih sultanın Türklere bakışı
Gönderilme zamanı: 16 Mar 2007, 10:51
FATİH SULTANIN TÜRKLERE BAKIŞI
İstanbul’un fethinden sonra kendilerine iş sahası açılacağını ve saygınlık göreceklerini düşünen Türkmenler iş, güç sahibi olmak hevesiyle akın akın İstanbul’a gelirler. Fakat bekledikleri ilgiyi göremezler. Fatih Sultan Mehmet başta Kapadokya, Pontus bölgesi olmak üzere Sırbistan, Mora ve Karaman’dan İstanbul’a ahali göçürür. İstanbul’a göçürülenlerden yalnızca Karamanlılar Türk’tür. Karaman’dan gelen Türklerin önemli bir bölümü umduklarını bulamadıklarından bir süre sonra onlar da geri döner. Ayrıca İstanbul, Selanik’le birlikte bir süre sonra yoğun bir Yahudi göçü de almaya başlar.
Devletteki en mutevazi görevler bile devşirmelere ve gayrimüslimlere verilir. Şehrin işçi ihtiyacı da Türkler dışından karşılanır. Hatta Fatih’in vezir-i azamı olan Rum Mehmet Paşa, İstanbul’a gelen Türklerden ağır vergiler alarak İstanbul’un Türkleşmesini önler. Bu politika, yine Rum asıllı iki vezir-i azam İshak ve Mahmut Paşalar zamanında da devam eder. Bu ve benzeri uygulamalar Anadolu’da yaşayan Türkleri çok üzer.
Metin Kazancı makalesinde, Anadolu insanının devletiyle didişmesinin, devletle halk arasındaki kopukluğun başlangıcının bu dönemlere kadar uzandığını söyler ki, doğrusu ilginç bir yaklaşımdır. Anadolu insanına taşralı muamelesi yapan zihniyetin günümüzde etkisini ne ölçüde kaybettiği de ayrı bir konudur.
Akşemseddin Fatih’e küstü mü?
İstemedikleri ve beklemedikleri gelişmelerden sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Türkmenler Anadolu’ya geri dönmeye başlar. Anadolu’da çoğunluğu saran küskünlük, bir süre sonra kızgınlığa dönüşür. Fatih’e çocukluğundan beri çok emeği geçmiş olan hocası, aynı zamanda sekiz yıl seyhülislamlık yapan Molla Gürani başta olmak üzere Akşemsettin, Molla Hayrettin, Molla Ayas gibi bir çok alim, olup bitene üzülerek İstanbul’u terk eder. Halil İnalcık’a göre, yaşananlar karşısında üzüntüye kapılan Akşemsettin İstanbul’u terk ederek memleketi Göynük’te inzivaya çekilir ve orada ölür.
Metin Kazancı bu noktada oldukça ilginç saptamada bulunur. Anadolu’da İstanbul’a ve Osmanlı’ya küs geniş bir kitlenin oluşması, başta Karaman olmak üzere Orta Anadolu’nun çok zor denetim altına alınabilmesine, Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’yu egemenliği altına almakta oldukça zorlanmasına, bölge halkının iki de bir başkaldırmasına zemin hazırlar.
Kazancı, o dönemde yaşanan olayları yalnızca Alevi-Sünni ayrımıyla açıklamanın yetersiz kalacağını söyler. Nitekim Fatih’in vefat ettiği 1481 yılına kadar Batıda Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan gibi halkı Hıristiyan olan topraklar Osmanlı topraklarına kolayca dahil edilirken, Adana, Malatya, Diyarbakır gibi halkı Müslümanlardan oluşan yerlerin Osmanlı egemenliğine alınamasını ve Osmanlı Devleti’nin bu bölgelerde hakimiyet kurmakta zorlanmasını, bölge halkının Osmanlı’ya olan güveninin sarsılmasına bağlar.
Kazancı’ya göre, Fatih Sultan Mehmet ile başlayan bu tatsız olaylar daha sonra yıllarca sürecek halk-devlet ilişkilerindeki aksaklık ve yanlışlıkların da temelini oluşturur. Kurtuluş Savaşı ile birlikte Türkiye’nin mukadderatının İstanbul’a bırakılamayacağı ilkesi benimsenmiş, daha sonra da Cumhuriyetle birlikte bunun gerekleri yavaş yavaş yerine getirilmiştir. Yani Anadolu İstanbul’ dan intikam alma fırsatını ancak Cumhuriyetle birlikte yakalayabilmiştir. 1950’den sonra İstanbul’a yaşanan büyük göç ise, 500 yıl gecikmeyle de olsa bir hakkın teslimi gibidir.
Görüyorsunuz, tarihi değerlendirirken sadece savaşlar tarihi olarak bakmamak gerekiyor. Özünde insanı barındıran psiko-sosyal boyutları da var hadiselerin. Tarihi iyi okuyabilirsek, günümüzdeki birçok sosyal sorunu da daha kolay çözme fırsatı elde etme şansımız var gibi görünüyor. Öyle değil mi?
Not:Yazı Prof.Dr.Osman Özsoydan alıntıdır.
İstanbul’un fethinden sonra kendilerine iş sahası açılacağını ve saygınlık göreceklerini düşünen Türkmenler iş, güç sahibi olmak hevesiyle akın akın İstanbul’a gelirler. Fakat bekledikleri ilgiyi göremezler. Fatih Sultan Mehmet başta Kapadokya, Pontus bölgesi olmak üzere Sırbistan, Mora ve Karaman’dan İstanbul’a ahali göçürür. İstanbul’a göçürülenlerden yalnızca Karamanlılar Türk’tür. Karaman’dan gelen Türklerin önemli bir bölümü umduklarını bulamadıklarından bir süre sonra onlar da geri döner. Ayrıca İstanbul, Selanik’le birlikte bir süre sonra yoğun bir Yahudi göçü de almaya başlar.
Devletteki en mutevazi görevler bile devşirmelere ve gayrimüslimlere verilir. Şehrin işçi ihtiyacı da Türkler dışından karşılanır. Hatta Fatih’in vezir-i azamı olan Rum Mehmet Paşa, İstanbul’a gelen Türklerden ağır vergiler alarak İstanbul’un Türkleşmesini önler. Bu politika, yine Rum asıllı iki vezir-i azam İshak ve Mahmut Paşalar zamanında da devam eder. Bu ve benzeri uygulamalar Anadolu’da yaşayan Türkleri çok üzer.
Metin Kazancı makalesinde, Anadolu insanının devletiyle didişmesinin, devletle halk arasındaki kopukluğun başlangıcının bu dönemlere kadar uzandığını söyler ki, doğrusu ilginç bir yaklaşımdır. Anadolu insanına taşralı muamelesi yapan zihniyetin günümüzde etkisini ne ölçüde kaybettiği de ayrı bir konudur.
Akşemseddin Fatih’e küstü mü?
İstemedikleri ve beklemedikleri gelişmelerden sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Türkmenler Anadolu’ya geri dönmeye başlar. Anadolu’da çoğunluğu saran küskünlük, bir süre sonra kızgınlığa dönüşür. Fatih’e çocukluğundan beri çok emeği geçmiş olan hocası, aynı zamanda sekiz yıl seyhülislamlık yapan Molla Gürani başta olmak üzere Akşemsettin, Molla Hayrettin, Molla Ayas gibi bir çok alim, olup bitene üzülerek İstanbul’u terk eder. Halil İnalcık’a göre, yaşananlar karşısında üzüntüye kapılan Akşemsettin İstanbul’u terk ederek memleketi Göynük’te inzivaya çekilir ve orada ölür.
Metin Kazancı bu noktada oldukça ilginç saptamada bulunur. Anadolu’da İstanbul’a ve Osmanlı’ya küs geniş bir kitlenin oluşması, başta Karaman olmak üzere Orta Anadolu’nun çok zor denetim altına alınabilmesine, Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’yu egemenliği altına almakta oldukça zorlanmasına, bölge halkının iki de bir başkaldırmasına zemin hazırlar.
Kazancı, o dönemde yaşanan olayları yalnızca Alevi-Sünni ayrımıyla açıklamanın yetersiz kalacağını söyler. Nitekim Fatih’in vefat ettiği 1481 yılına kadar Batıda Sırbistan, Yunanistan ve Bulgaristan gibi halkı Hıristiyan olan topraklar Osmanlı topraklarına kolayca dahil edilirken, Adana, Malatya, Diyarbakır gibi halkı Müslümanlardan oluşan yerlerin Osmanlı egemenliğine alınamasını ve Osmanlı Devleti’nin bu bölgelerde hakimiyet kurmakta zorlanmasını, bölge halkının Osmanlı’ya olan güveninin sarsılmasına bağlar.
Kazancı’ya göre, Fatih Sultan Mehmet ile başlayan bu tatsız olaylar daha sonra yıllarca sürecek halk-devlet ilişkilerindeki aksaklık ve yanlışlıkların da temelini oluşturur. Kurtuluş Savaşı ile birlikte Türkiye’nin mukadderatının İstanbul’a bırakılamayacağı ilkesi benimsenmiş, daha sonra da Cumhuriyetle birlikte bunun gerekleri yavaş yavaş yerine getirilmiştir. Yani Anadolu İstanbul’ dan intikam alma fırsatını ancak Cumhuriyetle birlikte yakalayabilmiştir. 1950’den sonra İstanbul’a yaşanan büyük göç ise, 500 yıl gecikmeyle de olsa bir hakkın teslimi gibidir.
Görüyorsunuz, tarihi değerlendirirken sadece savaşlar tarihi olarak bakmamak gerekiyor. Özünde insanı barındıran psiko-sosyal boyutları da var hadiselerin. Tarihi iyi okuyabilirsek, günümüzdeki birçok sosyal sorunu da daha kolay çözme fırsatı elde etme şansımız var gibi görünüyor. Öyle değil mi?
Not:Yazı Prof.Dr.Osman Özsoydan alıntıdır.