Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Ebu Hasaneyn
Mesajlar: 383
Kayıt: 13 May 2009, 03:47
Konum: Hatay'lıyız Hak Muhammed Ali'ye Can feda'yız

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen Ebu Hasaneyn »

anlasilan sen bu isi uzatacaksin sanirim bos'sun neyse sen kopyalayiver ben sonra analiz ederim :mrgreen:
LA İLAHE İLLALLAH (celle celelehu) - MUHAMMEDEN (sallallahu aleyhi ve alihi vesellem) RESULULLAH - ALİYYEN (aleyhisselam) EMİR-EL MÜ'MİNİN VELİYULLAH -(KURTULUŞ YOLU) Allah (c.c) Hz.MUHAMMED (s.a.a.v) Hz.12 HAK İMAMLAR (a.s)
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Kureyş’in İki Putuna(!) Lanet Rivâyeti

Hz. Ali (a.s) kunutta sürekli olarak bu duayı okur ve şöyle buyururdu(!); “Her kim kunutta sürekli olarak bu duayı okursa peygamberle birlikte Bedir, Uhut ve Huneyn‘de binlerce ok atmış gibidir.”

“Allâhumme salli alâ Muhammed ve Âl-i Muhammed ve accil ferecehum velan edâehum.

Allah’ım! Kureyş’in iki putuna lanet et ve iki cibtine ve o iki tağutuna ve o iki yalancısına ve iftiracısına ve o ikisinin iki kızına da. O ikisi senin emrine karşı çıktılar, vahyini inkâr ettiler, nimetlerine karşı çıkıp inkar ettiler ve resulüne isyan ettiler. Dinini değiştirdiler, kitabını tahrif ettiler, hükümleri tatil ettiler, farzları iptal ettiler, ayetlerinde zındık oldular. Senin velilerine düşman oldular, düşmanlarına ise dost oldular, şehirlerini harap ettiler, kullarını fesada ittiler. Allah’ım! O ikisine lanet et, onlara tabi olanlara da, onların dostlarına ve taraftarlarına ve o ikisini sevenlere de. Nübüvvet evini harap ettiler, kapısını kırdılar, çatısını çökerttiler, üstünü altına getirdiler, içini dışına getirdiler. Evin halkına hakaret edip saldırdılar. O ev halkının yardımcılarını sürdüler, evdeki çocukları öldürdüler, minberdeki vasiyi ve ilminin varisini oradan indirdiler, imametine karşı çıkıp inkar ettiler ve o ikisi Rablerine şirk koştular.

Allah’ım! Onların günahlarını çoğaltıp büyült, onları sonsuza dek sağer cehennemine at, bilir misin nedir sağer? Ne öldürüp yok eder, ne de diri tutar.

Allah’ım! Onlara işledikleri münkerler kadar lanet et. Ve gizledikleri hak kadar. Yükselttikleri minberler kadar. Düşman oldukları müminler kadar. Dost edindikleri münafıklar kadar. Eziyet ettikleri veliler kadar. Sürgünden getirttikleri kovulmuşlar kadar. Dışladıkları sadıklar kadar. Yardım ettikleri kâfirler kadar. Kahrettikleri imam kadar. Değiştirdikleri farzlar kadar. İnkâr ettikleri eserler kadar. Geriye bıraktıkları şer izleri kadar. Döktükleri kanlar kadar. Değiştirdikleri haberler ve hükümler kadar. Bidat koydukları küfürler kadar. Gizlemeye çalıştıkları yalanları kadar. Gasp ettikleri miraslar kadar. Çaldıkları ganimetler kadar. Yedikleri haramlar kadar. Helal saydıkları humuslar kadar. Temelini attıkları batıllar kadar. Yaydıkları adaletsizlik ve zulüm kadar. Gizledikleri vaatler kadar. Yerine getirmedikleri ahitler kadar. Helal ettikleri haramlar kadar. Haram ettikleri helaller kadar. Gizledikleri nifaklar kadar. Yaydıkları zulümler kadar. Gizledikleri hıyanet ve vefasızlıkları kadar. Yardıkları karınlar kadar. Kırdıkları kaburgalar kadar. Düşürdükleri çocuklar kadar. Sıkıştırdıkları bedenler kadar, vurdukları tokatlar kadar, hürmetsizlik ettikleri hicaplar kadar. Dağıttıkları ve zulmettikleri toplumlar kadar, söndürdükleri ocaklar kadar. Alçalttıkları yüce insanlar kadar. Yücelttikleri alçaklar kadar. Engelledikleri haklar kadar. Karşı çıktıkları İmam kadar. Allah’ım! O ikisine lanet et. Tahrif ettikleri âyetler sayısınca. Terk ettikleri farzlar kadar. Değiştirdikleri sünnetler kadar. Tatil ettikleri hükümler kadar. Men ettikleri kanunlar kadar. Bozdukları dostluklar ve akrabalıklar kadar. Gizledikleri şehadetler kadar. Zayi ettikleri vasiyetler kadar. Bozdukları yeminler kadar. Batıl ettikleri davalar kadar. İnkar ettikleri açık deliller kadar. Yaptıkları ve yaptırdıkları hileler kadar. Ettikleri hıyanetler kadar. Akabe’de ki gibi düzenledikleri suikastlar kadar. Akabe’de ki yuvarladıkları taşlar kadar. Yaptıkları sahtekarlıkları kadar. Hıyanet ettikleri emanetler kadar. Allah’ım! Bu ikisine gizlide de, açıkta da lanet et. Sonsuza kadar, çokça, daima, her zaman, sürekli lanet et. Öyle ki sonu asla gelmesin, sayısı da asla bitmesin. Başlayan ve sonu gelmeyen lanetler gönder. Allah’ım! Onlara da lanet et ve yardımcılarına ve onları sevenlere ve dost edinenlere, onlara teslim olanlara ve onlara meyledenlere, onların lehinde delil getirmeye çalışanlara, onların sözlerine iktidâ edenlere ve onların ahkâmını tastikleyip onaylayanlara da lanet et. Sonra dört kez şöyle de; Allah’ım! Onlara öyle bir azap gönder ki, bütün cehennem ehli o azaptan amanda olmayı dilesin. Kabul et ey Âlemlerin Rabbi!” 1

Allah’ım sana sığınırız İmam Ali’nin diliyle yalan konuşanlardan. Allah’ım sana sığınırız müslümanların arasını böylesi hâince rivâyetlerle açmaya çalışanların şerrinden. Allah’ım sana havâle ederiz İmam’ı böylesi zulümlerine âlet edenleri.

Birilerinin (ikilinin ve kızlarının), ‘İmam Ali’nin Kunutta Ettiği Duâ’ adı verilen uydurmadaki şeyleri çoğunlukla yapmış olmaları, İmam Ali adına böyle bir yalan uydurmayı mı gerektirir? İnancımız haklı olunan konularda İmamlarımız adına yalan rivayetler düzmeye izin mi verir?

Bu uyduruğu nakledenler ve kabul edenler, acaba bu tür rivayetlerle İmam Ali’yi ve İmam’ın takipçilerini ne kadar riyâkâr ve korkak kimseler olarak lanse ettiklerinin, İslam ümmetinin arasına nasıl bir nifak tohumu ektiklerinin farkındalar mı?

Kunutunda Rabbine yönelerek böylesi bir beddua yüklü yakarış yapan, lanet eyledikleri ile karşılaştığında onlarla zâhirende olsa ‘İslam üzere olmak ortak paydası’ ile bulunmanın verdiği hukuk içerisinde nasıl teşriki mesaide bulunabilir? İnsan yüreğinde bu denli düşmanlık beslediği kimselere karşı ilişkilerinde bunu zâhir eylemez mi? Ne insafsızlık bu? Ne yalan bu? Nasıl bir zulüm İmam adına!?

Hem bakınız nasıl bir kaynak? Hangi tarihte yazılmış? O zaman kadar neden kimse böyle bir duayı İmam Ali’den nakletmemiş? Kim bilir kimin emriyle, hangi İslam düşmanının dürtüklemesiyle eser kaleme alınmış?

Böylesi iğrenç ve fitne kokan şeylere göre itikat sahibi olanların sonra da kalkıp; ‘İslam Kardeşliği, Vahdet, Müslümanların Birliği, Tekfîr Hastalığını Yok Etme, Sünnîler de Kardeşlerimizdir, Şii-Sünnî Kardeştir, Biz Ehli Beyt Dostları Şiileri Neden Hak Mezhep Olarak Görmüyorsunuz?… vs.’ gibi terâneleri, tekerlemeleri, yakınmaları inandırıcı olamaz. Bu tavır olsa olsa; ‘Yalancılık, sahtekarlık, riyakârlık, çirkin takıyye, dürüst olmamak ve yüzsüzlük’ olarak adlandırılabilir. Ve bu yaklaşımın da Kurân ve Ehli Beyt’e yürekten bağlı olan kimselerle bir ilgisi olamaz. 2

***

Yukarıda verdiğimiz bir kaç örnek tetkik edilirken görüldüğü ve anlaşıldığı üzere tahkîk ehli mümin-müslümanlar olarak bizlerin rivayetlere yaklaşırken çok uyanık olmamız ve ebedî saadetimizi düşünerek çok dikkatli davranmamız gerekmektedir. Ki İblis’e oyuncak, pay olmayalım.

Bizler Rabbimizin; akla ve düşünmeye çokça dikkat çekmesinden nasiplenmiş müminler olarak bütün rivâyetleri enine-boyuna, yüzeyine-derinlemesine ele alıp değerlendirelim. Ve şu noktalara azâmî dikkat edelim;

Bir rivâyetin metninde geçen kelimeler-kavramlar nasıl anlaşılmaya müsaittir?
Metin hangi sahih eserlerde geçmektedir?
Metini nakleden raviler ve senedin sağlamlığı ne ölçüdedir?
Sahih adı verilen eserler de geçse dahi metin olarak Kurân’a uygun mudur?
Metin Kurân ve akıl çerçevesinde nasıl tefsir edilebilir?
Metni tefsir etme imkanı yoksa uygun bir tevil ve yorum yapılabilir mi?
İslam’ın temel inanç ve düşüncesi çerçevesinde tefsir ve tevili mümkün değil ise başka bir yaklaşım sergileyebilir miyiz?
Metine ekleme, ya da metinden çıkartma yapılmış olabilir mi?
Metnin ara yerlerine (Kurân’ın bir çok ayetine meâl verirken yapıldığı ve yapılması gerektiği üzere) takdir ifadeleri varsayarak ona göre meallendirebilir miyiz? Nasıl?
Metnin ravileri olanlar naklettikleri söze ne kadar uygun davranmışlardır?
Rivâyet Resûlullâh efendimizden ise, yüz bini aşkın sahabîden neden birkaç kişi rivâyeti nakletmiş olabilir? Peygamberin çok önemli bir konuyu birkaç kişiye özel söylemiş olması mesajı tebliğ etme sorumluluğu ile bağdaşır mı?
Bu söz aynı kalıplar ile Ehli Beyt taraftarları olduğu herkesçe malum olan seçkin sahabîlerden nakledilmiş midir? Ehli Beyt İmamlarının bu kalıpla bir sözü var mıdır sahih Ehli Beyt kaynaklarında?
Ehli Beyt’in yeminli düşmanları rivayetler düzerek Ehli Beyt’in nur yolunu karartmaya çalışmış olabilirler mi? Vs. vs…

Bilindiği gibi, her konuda
Sözün kendisi önemlidir.
Sözü nakledenler önemlidir.
Sözü söyleyen kişi önemlidir.
Sözü söyleyenin kastı önemlidir.
Sözün nasıl anlaşıldığı önemlidir.
Söze söyleyenin verdiği mana önemlidir.
Sözün oturduğu zemin ya da pratik önemlidir.
Hepsinden de önemlisi sözün Kurân’a uygunluğu önemlidir.
Sözün Ehli Beyt Kaynaklarındaki yeri ve sağlamlığı-sıhhati önemlidir.
Söz hakkında ilim ehli usûlî alimlerin kritiği (raviler, sened ve mana tenkidi-cerh ve tadîl) önemlidir.

Her türlü ikaz-uyarı ve Kurânî buyruklara rağmen bu ve benzeri sözleri, rivayetlerin tartışılmaz(!) sağlamlığı(!) ve kaynak eserlerin mutlak ittifakı(!) ile mutlak kabul edilebilir görenler bu durumda akıllarını biraz olsun kullanarak bu ve benzeri sözleri Kurân ölçeği içerisinde tevil etmeli, olur-olmaz manalar ve yorumlarla Yüce İslam’ın uygun göreceği bir noktada durmalıdırlar. Aksi halde son pişmanlık fayda vermez. İlahî azaba düşüldüğünde; ‘ben rivayetlere bağlandım, ya rabbi beni felan raviler yanılttı, filan eserlerin arkasından gittik onlar bizi yanıltmışlar, şu şairlerin, yazarların, büyüklerin peşinden-izinden gitmemiz bizi bu noktaya getirdi. Bizi affet onlara da şiddetle azap eyle… vb.’ gibi laflar söyleriz de Rabbimizin Kitabında belirttiği üzere, 3 Rabbimiz de şöyle mukâbelede buyurur; “Ey cin ve insanlar topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve sizi bu gününüzle karşılaşmaktan korkutan peygamberler-resuller gelmedi mi? …” [Enâm (6): 130] “O gün zâlimlere özür dilemeleri fayda vermez. Artık onlar için lanet vardır. Ve yurdun-barınağın kötüsü onlarındır.” [Mümin/Ğâfir (40): 52]


1- Misbahi Kefemi
2- Yine buna benzer bir uyduruk naklin de; Fazıl Derbendi; İksîrul İbâdet Fî Esrâriş Şehâdet, c. 1, sh: 3-12, Allâme Meclisi; Bihârul Envâr, c. 45, sh: 328 eserlerinde yer aldığı söylenmektedir. Güya, Ömer b. Hattab’ın Muaviye’ye mektubu imiş. Bu iki esere kadar yüzlerce yıldır böyle bir şeyden bahseden olmamış bu mübarekler(!) ya vahiyle haberdâr olmuşlar böyle bir mektuptan veya… Hangi bir yalan hakkında yazalım, çizelim? Önümüze gelenlere dürüstçe, müslümanca, objektif ve Kurân gözlüğü ile bakalım, aklımız kullanalım yeter. Allah’ın ne büyük nimetidir akıl, bilene…
3- “(Onlar) O gün (Kıyâmette) ateş içinde çevrilirlerken ‘Eyvah bize! Keşke Allah’a (Kurân’a) itaat etseydik, peygambere de (sahih sünnete) itaat etseydik’ diyecekler. Ve; ‘Rabbimiz! Gerçekten biz reislerimize (Sâdâta) ve büyüklerimize uyduk da, onlar bizi hak yoldan saptırdılar.’
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Başkalarına Çuvaldız, Kendimize İğne Yok mu? Her Ekolu Eleştiririz, Ama Eleştirilmez miyiz?

“İnsanlara iyilik etmelerini emrediyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz? Ve kitabı okumaktasınız siz. Aklınız mı yok, düşünmez misiniz?” [Bakara (2): 44]

Kendimiz dışındakileri eleştireceğiz, onların hatalarını, eksiklerini ortaya dökeceğiz, onları hakka, adâlete, kendi eserleri üzerinde dakik düşünmeye çağıracağız, kaynaklarında geçen şeyleri sorgulamaya, Kurân ile tartmaya, sahtesini gerçeğinden ayırt etmeye davet edeceğiz, ama kendimize gelince…

Bu davet başkalarına iyi olanı emretmektir haklı olarak. Peki, Rabbimizin buyurduğu gibi kendimizin kendimize karşı iyilik yapma görevimiz yok mu? Hatta bu görevi kendimize yönelik olarak yerine getirmemiz öncelikli değil mi?

Evet, her zaman olduğu gibi muhaliflerimizin eserlerinde ‘nerede hata bulabiliriz, hangi sözü olmadık yere çekebiliriz de çürütebiliriz...’ mücâdelesi veririz. Ancak; ‘kendi eserlerimiz’ dediğimiz kitaplar üzerinde ise maalesef bırakın açık aramayı, çelişkileri görmeyi, âdeta anlamamakta inat eder, gözümüze batan ifrat, çelişki ve Kurân’a apaçık zıtlıkları bile görmezlikten geliriz. Gözlerimizi yumarak âdeta üç maymunu oynarız. Oysaki hayat bir tiyatro sahnesi değildir. Âlimlerimizin hatasını görmemek, âlim bildiklerimizi ve eserlerini tartışılmaz kılmak Tevhîd inancımızı zedeleyeceği gibi, uzun vadede mektebimize de zarar verir ve Allâh’ın kullarının bu berrak kaynaktan içmelerinin önünde bir set olur, engel olur, perde olur.

Oysaki başta Peygamber Efendimiz (s.a.a) olmak üzere Ehli Beyt’in tüm fertleri bizleri buyruklarını kabul etme noktasında Kurân’ı mihenk almamız konusunda şiddetle uyarmışlardır: İşte Konu Hakkında Bir Demet Sahih Hadis-Buyruklar:

Hz. Peygamber efendimiz(a.s) buyurdular; “Kim benim adıma yalan konuşursa cehennemdeki yerine hazırlansın.” 1

İmâm Mûsâ Kâzım buyurdular; “... Her şey Allâh’ın Kitâbı’nda ve Nebî’nin sünnetinde mevcuttur.” 2

İmâm Cafer Sâdık buyurdular; “Her şey Kurân’a ve Sünnet’e döndürülür. Her hangi bir hadîs(!) de Allâh’ın kitâbına uygun değilse, o, uydurma bir sözdür. (hadistir)” 3

İmam Cafer Sâdık (a.s.) buyurdular; “Kurân’a uymayan hadis (olduğu iddia edilen sözler) süslü birer yalandır.” 4

Resûlullâh (s.a.a); “Ey insanlar! Benden size ulaştırılan hadîsler Kurân’a uygun ise onu ben söylemişimdir. Şayet Kurân’a aykırı sözler benim ağzımdan nakledilirse, bunu biliniz ki ben Kurân’a aykırı söz söylemem” 5 buyurmuş.

İmâm Cafer Sâdık da; “Bütün rivâyetleri Kurân mihengine vurunuz. O’na uygun olanlara sarılınız. Kurân’a ters düşenleri ise reddediniz. Zîrâ, ne Resûlullâh (s.a.a.) ne de biz Ehli Beyt, Kurân’a aykırı sözler söylemeyiz” 6 buyurmuşlardır.

Ve yine; “Onlar ki ahbâr ve ruhbânı (din adamlarını) Allâh’tan gayrı Rabler edindiler...” [Tevbe (9): 31] âyeti sorulduğunda İmâm Cafer Sâdık’ın; “Vallâhi onlar, din adamları için ne oruç tuttular, ne de namaz kıldılar. Onlar din adamlarına ibâdet etmediler, din adamlarına ibâdete çağrılmadılar. Ancak, din adamları onlara helâli harâm, harâmı da helâl kıldılar, onlar da din adamlarına bu hükümlerinde tâbî olmak sûretiyle, farkına varmadan, şuursuzca ibâdet etmiş ve onları Allâh’tan gayrı Rabler edinmiş oldular” 7 şeklindeki açıklamasının farkında olarak, bizlere ulaşan rivâyetleri, Kurân mihengine vurup, Kurân süzgecinden geçirerek rehber ediniriz. Ki bilmeden âlimlerimizi Allah’tan gayrı Rabler edinmiş olanlardan olmayalım.


1- Usûlu Kâfi: c: 1 sh: 80, Men lâ yahduruhul fakîh: c: 3 sh: 372, c: 4 sh: 264, Müslim, Zühd, 72.
2- Kuleynî: Usûlu Kâfî: c: 1 sh: 80 İlmin fazileti kitâbı, Furû-u Kâfî: c: 6 sh: 58, 60, Tehzîb: c: 8 sh: 55, İstibsâr: c: 3 sh: 288
3- Kuleynî: Usûlu Kâfî: c: 1 sh: 89 İlmin fazileti kitabı
4- Usûlu Kâfî Tercümesi, c:1, s: 91. (Dârul Hıkem Yayınları)
5- Usûlu Kâfî: c: 1 sh: 89
6- Usûlu Kâfî: c:1 sh: 9, 88, 89
7- Usûlu Kâfî: c: 1 sh: 68, 69
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Haklı Tenkit ve Eleştirilerden Örnekler…

Burada, âlimlerimizin Ehli Beyt kaynakları dışındaki kaynaklarda yer alan veya inancımıza uygun görmedikleri rivayetleri nasıl enine-boyuna, en ince ayrıntısına kadar incelemeye tabi tuttuklarına, ama kendi eserlerimizdeki nakillere veya sırf ‘inancımızdandır’ denilen kabullere mutâbık varsayılan rivâyetlere ise (Kurân’a da açıkça ters düştüğü halde) nasıl yüzeysel ve yumuşak ve ğayrı âdil yaklaştıklarına birkaç örnek vereceğiz…

Sözüm ona güya İmam Ali; “Yemin olsun, Allah Teâlâ Ebû Bekir’in adını gökten ‘Sıddîk’ olarak indirdi! Ebû Bekir, Allah’ın kendisine Cibril ve Muhammed’in diliyle ‘Sıddîk’ adını verdiği birisidir” 1 diye buyurmuş.

İmam Ali’ye âit olduğu iddia edilen bu sözün bir Ehli Beyt yolu bağlılarınca haklı olarak nasıl kritik edilmiş olduğuna bir göz atalım:

“… Ümmetin asıl sıddîkına söylettirilen bu sözlerin hiçbirisinin aslı esası yok. Birinci rivâyetin ardından Hâkim “Seneddeki Muhammed b. Süleymân es-Sâ’ıdî şayet meçhul birisi olmasaydı, sahih olduğuna hükmedecektim.” diyor, Şamlı Zehebî de aynen onaylıyor.

İkinci rivâyetin senedinde ise Hilâl b. Alâ er-Rakkî’nin babası Alâ b. Hilâl var. Hadisçiler bunun çok zayıf bir râvî olduğunda ittifak halinde. 2 Diğer taraftan Ebû Sinân Saîd b. Sinân eş-Şeybânî ise sadûk ama hâfızası zayıf birisi. 3

Demek ki bu rivâyetin Hz. İmam ile yakından uzaktan ilgisi yok. Tamamen düzmece!...” 4

El-Hak yaklaşım da doğrudur. Sonuç da doğrudur. İlim budur. Adâlet budur. İnsaf budur. Ehli Beyt Yolu yaklaşımı budur.

Peki, bu tavrı, bu yaklaşımı neden Ehli Beyt kaynaklarındaki hadislere uygulamayız? Ve neden Ehli Beyt’in faziletini gündeme getiren rivayetlere aynı yaklaşımla yaklaşmayız?

Yukarıda haklarında çok şeyler söylediğimiz-yazdığımız rivayetler hakkında neden Ehli Beyt âlimleri bu yaklaşımla bir kritik yapmazlar? Var mı bir yürekli Ehli Beyt âlimi o rivayetleri başta Kurân’ın muhkem âyetleri ile tartacak ve aynı zamanda sened, râviler vs. vs. yönünden de Ehli Beyt âlimine yakışır tarzda değerlendirecek ve Ehli Beyt ilminin ne olduğunu dünya âleme gösterecek?

Sorarız şimdi: Bu çifte standart, hak mı, adâlet mi, insaf mı, İslam ahlâkı mı, Ehli Beyt ahlâkı mı, insanlık mı? Bu hakkı tavsiye etmek mi? Bu başkalarına iyiliği emredip kendini unutmak değil mi? Bu; ‘Ele verir telkını, kendi yutar salkımı’ sözünün pratiği değil mi?

Ya da biz, Rabbimizin Kitab’ında naklettiği üzere; Ehli Kitap’tan bazılarının; “… Ümmîler (Kitap Ehli olmayanlara-bizden olmayanlara-halka-avama-bilgisizlere-câhillere yaptığımız haksızlıklardan dolayı) üzerimize bir vebal (sorumluluk yükleme) yoktur. …” 5 dedikleri gibi mi demekteyiz muhâliflerimize karşı davranışlarımızda?

Böylesi bir alçaklıktan Rabbimize sığınırız.


1- Hâkim: III, 62
2- 106 nolu hadisimizin durumuna bk.
3- Zehebî, II, 143; İbn Hacer, Tehzîb: II, 316~317, et-Takrîb: I, 290
4- Böylece İbn Hacer el-Heytemî’nin her iki rivâyetin senedi için de “sahih / ceyyid” demesinin (Savâik: 70) tamamen taassuptan kaynaklandığı anlaşılıyor. [Abdulkadir Çuhacıoğlu tarafından hazırlanmış ‘Hz. Peygamberin Dilinden Hz. Ali’ isimli eserden naklen.]
5- Âl-i İmrân: 75
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Bir Rivâyete Güzel Bakış ve Takdir…

“2009 yılı içerisinde bir takım kalemlerin ortaya sürdükleri bir sözde şunlar geçmekte; “Barack Hüseyin Obama (Amerika’nın şu andaki Zenci devlet başkanı) Şii Müslümanların dünyayı fethetmek için bekledikleri Kayıp İmam'ın habercisi 'Vaat edilen Savaşçı' mı?” “Bihârul Envâr” adlı eserde nakledilen bir hadiste Hz. Ali’ye atfedilen şöyle bir söz yer alıyor: “Kıyametten hemen önce, uzun boylu siyah bir adam Batıda iktidarı ele geçirecek. Dünyanın en büyük ordusunu komuta edecek. Üçüncü İmam’dan (Hz. Hüseyin) işaretler taşıyacak. Şiiler onun bizden olduğuna şüphe etmesin.” Buna göre, “İmam Ali bin Ebî Talib, zamanın sonunda, kıyamet yaklaştığında ve kurtarıcı Mehdi'nin dönüşünden hemen önce, 'uzun boylu, siyah bir adam' Batıda iktidarı ele geçirecek. Dünyanın en büyük ordusunu yönetecek. Batının bu yeni yöneticisi, Üçüncü İmam Hüseyin Bin Ali'den işaretler taşıyacak.”

Bu söz hakkında bazı kardeşlerimiz kendilerince bazı yaklaşımlar ortaya koymuş ve enfes bir şekilde sözü sorgulamışlardır.

Böyle bir nakli adı geçen eserde bulamadıklarına değindikten sonra, Özetle demişlerdir ki;

“Böyle veya buna benzer bir hadis olmuş olsa bile, Şia-İslam inancına göre bir hadisin doğruluk ölçüsü Kurân’dır, bir kitapta oluşu değil. İsrailiyat rivayetlerinin, İslam hadis, tarih ve itikat kitaplarına nasıl girdiğini bilmeyen yoktur.”
“Uydurma bir hadisle Şiiliğe karşı karalama kampanyası başlatmış siyonist ve uşaklarının hedeflerinin ne olduğunu anlamayacak kadar basiretsiz olan cahil müslümanlar kime hizmet ettiklerinin farkında değiller.

Haberi yaymakla güdülen hedefler:
-Bu yalan haberi yayarak Şia’daki mehdilik inancının ne kadar boş bir inanç olduğunu ortaya koymak.
- Bu yalan habere inanılmasını sağlayıp bir müddet sonra yalan olduğunu ortaya çıkararak müslümanların mehdilik inancında tahribat yaratmak.
- Ehli Sünnet câmiasına Şia’nın nasıl batıl bir inanca sahip olduğuna inanmalarını sağlayıp Şiilikten uzaklaşmalarını sağlamak.
- Emperyalist siyonistlerin hedeflerine ulaşmalarına engel olan bu dinamik inancının temellerini sarsmak.
- Mehdilik inancına “velayet ve imametin mihveri” olarak inanan şiileri, bu inancın kendi kaynaklarında dahi hurafe bir şekilde nakledildiğine inandırmak.
- Hz. Mehdi’nin zuhurundan önce vuku bulacak olaylar ve zuhur alametlerinin bunun gibi yalan ve uydurma olduğu düşüncesini yaymak.
- Mehdilik inancı hakikatinin öğrenilmesini engellemek.
- Mehdilik inancının, emperyalist ve siyonistlerin oyunlarını bozacak yegane sistem olduğunun anlaşılmasını engellemek.” (Abdullah Muhacir)

Bakınız ne kadar güzel bir bakışla konu ele alınmakta ve haklı olarak Kurân ve Aklı Selim’e ters bir nakil eleştirilmekte ve İslam düşmanlarının bir oyunu olduğu ileri sürülmekte.

Merak ediyoruz, kardeşlerimiz neden bu tavrı Kurân’a ters olan diğer rivayetler konusunda göstermezler? İslam düşmanı güçler ve uzantıları sadece zamanımızda yok ya. Bunlar her zaman diliminde ve her coğrafyada Hak yolunu-Muhammedî İslam’ı dışardan yok etme veya içerden sinsice kirletme uğraşı içinde olmuşlardır. Pak yolu, pis göstermeye uğraşmışlar, Hak Yoluna bağlanacakların önünde set olmaya çalışmışlardır.

İmam Ali ve Ehli Beyt hakkında ğuluv nakilleri ve Kurân dışı rivayetleri de bu noktada ele alarak yukarıdaki maddelerde Mehdî kavramları yerine İmam Ali veya Ehli Beyt kavramlarını koyarak somutlaştırabilir, onlara tatbik edebiliriz.

Tarihteki açık veya örtülü, yeminli İslam-Ehli Beyt düşmanları Kurân dışı rivayetleri mirasımız içine sokuşturarak;

Örneğin:
- İmam Ali hakkında aşırı rivâyetler uydurarak ve yayarak Şia’daki Hz. İmam Ali anlayışının ne kadar boş ve temelsiz bir inanç olduğunu ortaya koymak.
- Önce uydurdukları rivayetlere inanılmasını sağlayıp bir müddet sonra da Kurân’a uygun olmadığını ilim ile ispat ettirerek Şia Müslümanlarının İmam Ali bağlılığında tahribat yaratmak. (Önce bâtıla inandır, sonra Hak inançla birlikte kökten yık ve yok et!)
- Ehli Sünnet camiasına Şia’nın/Ehli Beyt bağlılarının nasıl bâtıl bir inanca sahip olduğuna inanmalarını sağlayıp Ehli Beyt Yolundan/Şiilikten uzaklaşmalarını sağlamak… vs. vs. istemiş olabilirler…

Diğer maddeleri de bu şekilde tatbik eder ve hatta arttırabiliriz… Âkil olanlara…
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

İşte Bir Güzel Yaklaşım Daha…

1- Aşere-i Mübeşşere (Sahabeden On Kişinin Cennetle Müjdelendiğini Bildiren) Hadisi Üzerine;

“Senet Açısından:

1- Evvela bu hadis en muteber hadis kaynağı kabul edilen Buhari ve Müslim’de nakledilmemiştir. Halbuki Ehli Sünnet’ten bir çoğu Buhari ve Müslim’de olmayan bir hadis (aleyhlerinde olduğu zaman) hemen Buhari ve Müslim nakletmediği için hadisin reddine kalkışıyorlar.

2- Bu hadis iki sahabiden nakledilmiştir ki ikisi de bu hadise göre, müjdelenen on kişinin içerisindedir. Birisi Abdurrahman b. Avf, diğeri ise Said b. Zeyd. Bu ise sadakat ve taharetleri başka delillerle sabit olamayan kimseler hakkında, kendilerine yönelik bir tezkiye ve medhiye niteliğini taşıdığını için şüphe ve şaibeye muciptir.

3- Hadisin Abdurrahman kanalıyla sadece bir kişinin babası kanalıyla bir defasında Abdurrahman b. Avf’tan, bir defasında ise direk olarak Resul-i Ekrem’den nakledilmiştir. Bu ise Abdurrahman b. Hamid’in, babası Hamid b. Abdurrahman ez-Zühri'den ettiği rivâyettir.
Bu senet esastan bâtıl bir senettir. Zira Hamid b. Abdurrahman ez-Zuhri evvela sahabî değil, tabîinden olduğu için Resulullah’tan direk nakli söz konusu olamaz; saniyen Abdurrahman b. Avf’tan nakli de doğru değildir; zira bu adam hal tercemesinde kaydedildiği üzere Hicrî 32. yılında, tam Abdurrahman b. Avf’ın vefat ettiği senede veya ondan bir sene sonra dünyaya gelmiştir. (Tehzibüt Tehzib ve diğer Rical kitaplarına bakılsın.)
Böylece bu rivâyetin senedi kopuk bir senet olduğu için muteber sayılmaz.

4- Hadisin nakledildiği diğer sahabi ise Said b. Zeyd’dir.
Bu hadis iki senedle Said’den nakledilmiştir. Hadisin metnine bakıldığında, da görüldüğü gibi Said'in bu hadisi Muâviye zamanında Kûfe’de, Kûfe mescidinde rivâyet nakledilmektedir.

Şimdi evvela sormak lazım, bu kadar aradan zaman geçmesine rağmen neden o güne kadar Said bu hadisi nakletmemiştir. Halbuki Peygamber’den sonra sahabeler, ezcümle hadisteki isimler arasında çıkan ihtilaflar, kavgalar sırasında en çok bu tür hadislere ihtiyaç duyuluyordu. Eğer böyle bir hadis olsaydı hemen herkes ona sarılırdı. Halbuki tarih o zamana kadar böyle bir hadise herhangi birisi tarafından temessük edildiğini nakletmemiştir.

Burada iki ihtimal söz konusu olabilir; birincisi şu ki Said, Hz. Ali'ye (a.s) açıkça yapılan hakaretlere karşı onu savunmanın tek yolunu, onu da o gün kabul gören bazı meşhur sahabilerin de yanına koyarak, cennetlik olduklarını, dolayısıyla hakaret edilmemesi gerektiğini vurgulamakta gördüğü için böyle bir yola başvurmuştur.

Bundan da daha güçlü ihtimal şu ki, Said tarihlerin de yazdığı gibi Kûfe’de bulunduğunda, Muaviye’nin valisinin ve Muaviye taraftarlarının Hz. Ali’ye (a.s) yaptıkları hakaretlere karşı gelmesi, artı Yezid veliaht tayin edildiğinde de biat etmeyip Mervan’la sert tartışmaya girdikten sonra, Muaviye’nin hilelerinden ve başına gelecek tehlikelerden korkarak kendisini bir nebze emniyete almak için bu rivayeti uydurup, ben Ali’yi de, muhaliflerini de seviyorum imajı vermek istemiş olabilir.

Yoksa birbiriyle taban tabana zıt düşünce ve tavırlar sergileyen, hatta birbiriyle savaşan on kişinin hepsinin de cennetlik olması nasıl düşünülebilir?”

Görüyorsunuz ne kadar haklı ve güzel bir eleştiri ile nakil irdelenmekte, yalanlar ortaya serilmekte. Ancak çok merak ediyoruz bu kadar güzel düşünen kardeşlerimiz-dostlarımız neden bu duyarlılığı ve hakperest yaklaşımı kendi eserlerimizdeki bâtıllığı alenî olan sözlere karşı sergilemiyorlar?

Bir Haklı Eleştiri ve Almamız Gereken İbret…

“Bazıları peygamberin dilinden; ‘Ashabım gökteki yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz’ rivâyetini nakletnişlerdir.”

Biz bu rivâyet hakkında önce bu rivâyetin zayıf, itibarsız ve uydurma olduğunu itiraf eden Sünni âlimlerin isimlerini kaynaklarıyla birlikte vereceğiz; daha sonra rivâyetin senetlerini incelemeğe tâbi tutacağız; ardından da hadisin muhtevası üzerinde durmağa çalışacağız

Hadisi Zayıf Bilen Ehli Sünnet Âlimleri olarak burada 29 tane meşhur Ehli Sünnet âliminin hadisi güvenilmez bulduğu kaynaklarıyla verilmekte ve devamla şöyle denilmektedir;

“Burada şunu da hatırlatmamız gerekir ki bu isimleri biz örnek olarak zikrettik; yoksa bu hadisin uydurma veya zayıf olduğunu itiraf eden Sünnî âlimlerin sayısı daha fazladır...”

Ve yine uzun uzadiye ‘Rivâyetin Senedi Üzerine’ başlığı altında rivayetin senedine değinilmekte, ardından senet konusu; “Böylece bu rivâyetin bütün senetlerini incelemiş bulunuyoruz; gördüğünüz gibi bu senetlerin hiç biri sahih değil ve bazısında üç, bazısında iki ve bazısında da en az bir tane zayıf râvî olduğunu bizzat Ehli Sünnet'in kendi ricâl kitaplarına ve ricâl âlimlerinin görüşlerine dayanarak ispatlamış olduk” denilerek bağlanmakta.

Devamla; ‘Rivâyetin Muhtevası Üzerine’ başlığı ile rivayetin tutarsızlığı evvelâ Kurân merkezli olarak eleştirilmekte ve sonrasında sahih hadislere ters düştüğü ve hadis denilen rivayetler arasındaki çelişkilere enfes şekilde dikkat çekilmektedir.”

Allah aşkına tekrar ediyor ve soruyoruz; Bu ince eleyip-sık dokuma işi, rivayetlere Kurân perspektifinden bakış, rivayetler arası çelişkileri görmeye çalışma, senet ve râvi incelemesi niçin Ehli Beyt kaynaklarındaki rivayetlere bu derece uygulanmamakta? Bırakın bu derecede incelemeye tabi tutmayı nerdeyse hiç uygulanmamakta? Ama neden? Ele çuvaldız, ama bize iğne bile yok öyle mi? Elinkiler hep tu-kaka, bizimkiler yunmuş-yıkanmış, pırıl pırıl mı? Bizim kötümüz elin iyisinden iyidir mi yoksa?

Adâlet ve herkese… İnsaf ve herkese… Hakkaniyet ve herkese… Doğru olmak ve herkese…

Resûlullâh (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır; “… Kendisi ile ilgili meselelerde insanlara insaflı-adâletli davranan kimseye müjdeler olsun.” 1

1- Usûlu Kâfî: c: 2, sh: 280 (Dârul Hikem Yayınları) Benzer rivayetler için bakınız: Aynı eser, sh: 280-286
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Özeleştiri; Muhâsebe-i Nefistir. Ve Bu Her Müminin Görevidir...

“Hâlâ mı düşünmezler Kurân'ı Allah katından gayrı bir yerden gelseydi onda, birbirini tutmaz birçok şeyler bulurlardı.” [Nisâ (4): 82]

İşte Kurân’ın diğer bütün kitaplardan farkı! Kâdir-i Mutlak’ın Kelâmı! Her şeyi Bilen’den (c.c) gelen çelişkisiz Kitap! Birbirini tutmaz beyanlardan ve tutarsızlıklardan münezzeh Eser-i İlâhî! Yok ğayrısında böyle bir özellik! Bunun böyle olduğuna bir mümin için hem Kurân tanıklık etmekte ve hem de Kurân dışındaki tüm eserler içerisinde var olan tartışılabilir tutarsız ve zaman içinde yanlışlığı ortaya çıkan sözlere tarih tanıklık etmektedir. Zira beşer unutma hastalığına mübtelâdır. Zira beşerin bilgisi eksiktir. Beşerin ilmi, Mutlak Âlim olan Allah’ın ilmi ile boy ölçüşemez.

Özümüzü hesaba çekmek sade bedensel manada nefsimizi hesaba çekmek değildir. Kişinin; ‘KENDİNİ HESABA ÇEKMESİ’ demek; özümüze bitiştirdiğimiz tüm değerlerimizi; Allah için, Peygamber hürmetine ve İslam’ın-Mekteb’in hatırına öz eleştiriden geçirmek ve sahih olanları çürük olanlardan ayırmak-ayıklamak inanç ve amellerimizi sağlam bir temele oturtmamız demektir. Hak Teâlâ bizden bunu bekliyor ve bu çalışma her Ehli Beyt âşığının öteleyemeyeceği, görmezlikten gelemeyeceği, ihmal edemeyeceği iştir, sâlih ameldir. Özellikle de topluma önderlik etmekte olan Rabbânî âlimlerin boynuna Hakkın yüklediği bir vazife-i azîmedir. Âlimliklerinin gereğini yerine getirmeyenler gözlerindeki perde kaldırıldığında kendilerinin âlimlerden değil, zâlimlerden yazıldığını görürler. Ancak o zaman da iş işten geçmiş olur. Allah cümlemizi bu hâle düşmekten muhâfaza buyura ve bizleri; “Şüphesiz, kulları içinde Allah’tan ancak âlimler (gereği gibi) korkar” [Fâtır (35): 28] ilahî buyruğuna uygun iman eden ve amel eyleyenlerden kıla…

Açık Yanlışa-Çelişkiye, Çok Açık ve Çok Bariz İlginç Bir Örnek…

Ehli Beyt Yolunun Kurân’dan sonra en sahih kaynağı kabul edilen değerli eserin (Usûlu Kâfî) tercümesinin giriş bölümündeki bir alıntı…

“… (Kuleynî) Mehdî’nin (a.s.) elçilerinin dönemine yetişti. Hadisleri kaynağından derledi. Mehdî’nin elçilerinin zamanında el-Kâfî kitabını hazırladı. Çünkü Şiiler kendisinden bütün din ilimleri alanında kâfî gelecek bir eser hazırlanmasını istiyorlardı. Bu eser, bilgi edinmek, aydınlanmak isteyenler için yeterli olmalıydı…” 1

“… Bazı âlimler, Kuleynî’nin el-Kâfî’yi İmam Kâim’e [Mehdî (a.s.)] arz ettiği ve İmam’ın da bu eserin güzel olduğunu belirttiği ve; ‘Şîamız için kâfîdir’ dediği inancındadırlar...” 2

Yukarıdaki sözü ele aldığımızda kendi içindeki açmazlar-çelişkiler nasıl gözlerimizin içine bakıyor! Bu sözde ne var ki çelişki göreceğiz diyebiliriz?

Bahsi geçen sözü aklıselim ile bir miktar değerlendirelim:

Eğer bu söz uydurma ise, bâtıl olduğunda şüphe olmayan bir söz ise, sırf Usulu Kafî’yi değerli kılalım, okuyalım, okutalım diye neden bu tür uydurma sözlere sarılarak bunu eserin gerek tercümesinin girişinde gerekse değişik yerlerde kullanalım, yazalım, çizelim?

Kâfî adlı değerli eserin bu söze ihtiyacı var mıdır? İçindeki (genel olarak söylüyorum) her biri inci-mercan değerindeki sözler Kâfî adlı değerli eseri (doğru anlamak şartıyla) değerli kılmaya, okunulur kılmaya yetmiyor mu?

Hayır, söz haktır ve gerçektir deniliyorsa… Bunu diyenlere sözü tekrar okumalarını önemli tavsiye ederiz. Öyle okunulsun ki, göze gelen harfler, kelimeler ve cümleler sadece gözle değil, sesli okunularak önce kulağa, oradan beyne ve kalbe ulaştırılsın. Karşımızdakine bunu anla demeden önce biz anlayalım.

Kâfî’nin yazılma sebebi olarak; “… Şiiler kendisinden [Kuleynî’den (r.h)] bütün din ilimleri alanında kâfî gelecek bir eser hazırlanmasını istiyorlardı. Bu eser, bilgi edinmek, aydınlanmak isteyenler için yeterli olmalıydı…” ve bundan dolayı da yazıldı’ deniyor.

Söyleyin Allah aşkına; Kâfî, Şiiler için bütün konuların aydınlatılması noktasında yetti mi?

Yetti ise sonrasında yazılan bunca eser niye yazıldı? Yetmedi ise bu laf ne demek oluyor?

İmam Mehdî (a.f.); ‘Bu Şialarımıza kâfîdir’ demiş. Gerçekten Öyle dedi ise…

Kâfi’den sonra hadis kaynakları kaleme alanlar neden İmam Mehdi’yi dinlemediler?

Kâfî, şialara kâfî gelmedi mi de, diğer eserler Usulu Kâfî’den sonra kaleme alındılar hem de onlarca cilt olarak?

Kâfî, kâfî geldi ise diğerleri niye yazıldı, kafî gelmedi ise İmam Mehdî niye böyle boş bir laf etti(!)?

Eğer gerçekten İmam Mehdî (a.f.), Merhum Kuleynî’ye karşı böyle bir söz buyurdu ise, o zaman diğer hadis kaynaklarının müelliflerinin ve bütün bir şia tarihi boyunca ki hadis ve itikad kaynaklarının yazarları bir şekilde İmam Mehdi’ye rağmen çalışmış olmuyorlar mı? Bu açık veya örtülü İmam’a savaş ilanı değil de nedir? İmam bilemedi de onlar daha iyisini mi biliyorlar? Masum, ‘kâfidir’ diyecek biz ise eylemlerimizle; ‘Ey İmam bizi bağışla, ama hiç de dediğin gibi olmadı bu iş, yetmedi bize “Kafî” dediğin eser!’ demiş olmuyor muyuz? Bunun başka bir anlamı varsa bilen bir adım öne çıksın da biz de ilminden nasiplenelim…

Yani nerden bakarsak bakalım böyle bir söz İmam’a âit olamaz. Ya, aslı-astarı olmayan bir söz veya uzun bir cümlenin içinden konu bağlamından koparılmış yerli yerince oturtulamamış bir sözdür.


1- Usûlu Kâfî Tercümesi, c:1, s: I. (Dârul Hıkem Yayınları)
2- Ravdatul Cennât, sh: 553’den naklen, Usûlu Kâfî Tercümesi, c:1, s: xv. (Dârul Hıkem Yayınları)
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Müminlerin Birbirlerine Karşı Uyarı Görevleri…

Bütün bu açıklamalarımıza alınan, kızan, ‘neden böyle yükleniyorsun?’ diyen canlar olabilir. Ancak bilinmelidir ki gayemiz Allah rızasıdır. Tevhîd inancımıza şirk ve zulüm bulaştırmamaya dikkat etmemizdir. Canlarımızı, kardeşlerimizi Kurân’ın aydınlık yoluna uygun olarak uyarmamızdır. Zira Allah bizlere birbirimiz uyarma görevi yüklemiştir. Bu görev savsaklanmayacak kadar önemli bir farizadır.

Rabbimiz bu farizayı/görevi birçok ayetinde bizlere yüklemiş olduğunu açıkça bildirmektedir. Ki o ayetlerden bir kaçı şöyledir;

“İçinizde öyle kişiler bulunmalı ki onlar, sizi hayra çağırsın, size iyiliği emretsin, sizi kötülükten vazgeçirmeye çalışsın ve onlardır kurtulanlar, muratlarına erenler.” [Âl-i İmrân (3): 104]

“Siz insanlar için meydana çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz; insanlara iyiliği emredersiniz, kötülükte bulunmamalarını söylersiniz ve Allah'a inanırsınız…” [Bakara (2): 110]

“Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, insanlara iyiliği emrederler, onları kötülükten nehyederler ve onlar iyi kişilerdendir.” [Bakara (2): 114]

“Erkek ve kadın müminler, birbirlerinin velileridirler/yardımcılarıdırlar; iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar…” [Tevbe (9): 71]

“Şüphe yok ki Allah, adâleti, lütuf ve keremde bulunmayı ve yakınlara ihtiyaçları olan şeyleri vermeyi emreder ve çirkin olan, kötü görünen şeylerle haksızlığı nehyeder; öğüt alasınız diye de size öğüt vermektedir.” [Nahl (16): 90]

İnsanların Akıl Seviyelerine Göre Konuşmanın Gerekliliği…

Bildiğimiz gibi Kurân’ın bir çok âyetinde akla ve düşünmeye dikkat çekilmektedir. İlaveten sahih rivayetlerde de aklın değeri vurgulanmakta, aklımız derecesinde sevaplara ulaşacağımız belirtilmekte, dinde derin kavrayış sahibi olmamız, insanlara akıllarınca hitap etmemiz istenmektedir.

‘Usulü Kafî’ adlı Ehli Beyt ilminin nefis hadis kaynağı da (belki bu sebeple) ‘Akıl ve Cehâlet Kitâbı’ bölümü ile başlamaktadır.

Önce, o kaynaktan konu ile ilgili birkaç rivayete kulak verelim;

Peygamberimiz (s.a.a) buyurdular ki; “… Biz peygamberler topluluğuna, insanlarla akıllarının alabileceği oranda konuşmak emredildi.” 1

İmam Cafer Sâdık (a.s.) buyurdular: “… Hiç kuşkusuz sevap insanın aklı düzeyine göre verilecektir…” 2

İmam Cafer Sâdık (a.s.) buyurdular; “… Bir adamın çok namaz kıldığını, çok oruç tuttuğunu gördüğünüzde hemen onun bu haline hayran kalmayın. Önce aklının nasıl olduğuna bakın.” 3

İmam Cafer Sâdık (a.s.) buyurdular; “… İman ve küfür arasında akıl kıtlığından başka bir şey yoktur…” 4

Bu ve benzeri bir çok sahih ve makûl sözler gerek peygamber efendimizden gerekse Ehli Beyt’in pâk İmamlarından nakledilmişken, yukarıdaki sayfalar dolusu üzerinde yorumlar yapmış olduğumuz, birilerinin de sayfalar dolusu yorum yaptıkları garip-anlaşılmaz-her yöne çekilebilen sözleri nasıl söylemiş olabilirler Allah’ın Resûlü veya Ehli Beyt’in İmamları?

Eğer yukarıda verdiğimiz rivayetler sahih ise -ki şüphemiz yoktur ve Kurân’a da mutâbıktır- o durumda çeşit çeşit akıl derecelerinde olan insanlara anlaşılması müşkil ve insanların bir çoğunun ayağını kaydırmaya elverişli sözlerin önderlerimizden sâdır olması mümkün görünmemektedir.

Yaşadıkları dönemde gerek Emevî gerekse Abbasî Tâğutlarından olmadık zulümler görmüş olan İmamlar ve yandaşları böylesine zâhiren Kurân’a aykırı ve insanın boynuna gereksiz yere idam ilmeğini geçirtmeye elverişli olacak rivayetleri-sözleri-hadisleri nasıl söyler ve kiminle böyle konuşmalar yaparlar? Özel dostlarına konuştular ise -bu sır demektir- neden bu dostlar(!) sırrı ifşâ ettiler öyleyse? Yoksa bu sözlerin ifşası dönemlerinde dünyaya Ehli Beyt’in öğretileri egemen oldu, bütün insanlar akıl yönünde kâmil oldular da bizim mi haberimiz olmadı?

Herkesin anlayamayabileceği sır kâbilinden sözleri ifşâ edenler hakkında İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurmuştur; “Hadislerimizi aleyhimize olacak şekilde ifşâ eden (orta yerde yazan-konuşan-yayan) bizi yanlışlıkla değil, kasten öldürmüş gibidir.” 5

Şimdilerde de görüyoruz ki -maşaallah, Allah nazardan saklasın- böylesi tuhaf ve garip rivayetler internet âlemini doldurmuş. Bu tarz rivayetlerle dolup taşan eserler basılıp durmakta! Acaba neden? İnsanların bu pâk yola girmelerini istemeyen gizli bir takım eller mi iş başında? Yoksa; ‘Elhamdulillâh Müslümanlardanım’ diyen Ehli Beyt dostlarını, İblis (l.a) İslam dâiresinden usulca çıkartmak mı istemektedir?


1- Usûlü Kâfî: c: 1, sh: 25 (Dârul Hikem Yayınları)
2- Usûlü Kâfî: c: 1, sh: 10 (Dârul Hikem Yayınları)
3- Usûlü Kâfî: c: 1, sh: 29 (Dârul Hikem Yayınları)
4- Usûlü Kâfî: c: 1, sh: 31 (Dârul Hikem Yayınları)
5- Usulu Kâfî: c: 2, sh: 612. Benzer rivayetler için bakınız Usûlu Kâfî: c:2, 612-615 arası. (Dârul Hikem Yayınları)
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Kaynaklar Arapça-Farsça Olunca Özel Bir Öneme mi Sâhip Oluyor?

Görmekteyiz ki hadis denilen rivâyetlerin sahihliğini ispatlama çabası içinde olan kardeşlerimiz genel olarak Arapça kaynaklardan alıntılar yapmaya özel bir gayret göstermektedirler. Hatta öyle ki bizlerle çağdaş olan 1 Arapça kaynaklardan bile alıntı yapmakta, başka dillerden eserleri kaynak olarak vermekten âdeta kaçınmaktadırlar.

İlim adamı ve âlim kimlikleriyle yazanların çok eski dönem eserlerden faydalanırken ilk dönem Arapça eserleri kaynak vermeleri elbette garipsenecek bir durum değil belki zaruridir de. Ancak içinde yaşadığımız topluma hitap ederken, muhatap kitlesi de Arapça kaynaklara ulaşma imkanından mahrum yığınlar iken çoğunlukla neden Arapça eserleri kaynak olarak vermekte ısrarcı olunmaktadır anlaşılır gibi değildir. Bu toprakların bir tane mi ilim adamı yoktur ki eserleri kaynak gösterilemesin?

Yoksa üstü örtülü bir şekilde psikolojik bir mücâdele tekniği mi uygulanmakta? Arapça kaynak verelim ki ne kadar derin ilim ehli olduğumuz bilinsin(!) Avam onlara zaten ulaşmaktan mahrum bir şey diyemez. Havas da teslim olurlar Arapça kaynakları verince vs… Ne kadar çirkin ve gayrı ahlâkî…

Öte yandan, bir eserin -ister ta ilk dönemlere ulaşan olsun, isterse son dönem eserleri olsun- yazarının eski âlimlerden olması, Arap-Fars olması mutlak anlamda düşünebilen, kafası çalışan, sorgulayıcı, Kurân perspektifini yakalamış, doğru düşünme yeteneği kazanmış olan anlamına gelmez ki. Garip bir çok rivayetin kendilerinden alıntı yapıldığı eserlerde; birbirini tutmaz, birbirini çelen, Kurân’a zıt, hem nalına, hem mıhına vuran, hem Ali’yi göklere çıkaran, hem Muaviye’yi cennet ehli ve seçkin ilan eden rivayetlere birkaç sayfa aralıklarla yer verilmesi ne ile izah edilebilir? Böylesi şeyleri aynı eserde nakleden insanın bırakın âlimliğini, akıl dengesinden ve doğru-düzgün Müslümanlığından bile söz edilemez. Kaldı ki naklettiklerini ilim namına kabul edelim de yüreğimizde onlara istinâden bir itikad oluşturalım…

Herkesin bildiği gibi ülkemizde basılmış ve nakilci-ahbarî kafalı bir çok gurubun onlarca tercüme ve telîf eserleri var. Bunların din adına basılan tüm eserlerin de nice nice garip birbirini tutmaz, Kurân’a taban tabana zıt hikayeler ve söylenceler mevcut. Kafası çalışmayan daha doğrusu kafası olup olmadığı bile tartışmalı nice angutlar din adına onlardan beslenmekte ve inançlarını o eserlerdeki anlatılan esâtir üzerine kurmaktadırlar. Yeri geldiğinde Ehli Beyt’i gerçek bir şiadan bile daha da yüceltmekte, duruma göre Muaviye, hatta Yezit gibi bir ite bile hazret diyecek kadar beyinsizleşebilmektedirler. Ve işin garibi bu insanların böyle düşünmelerine sebep olanlar da âlim denilen zâlimlerin İslam adına yazmış oldukları -sözüm ona- İslâmî(!) eserlerdir.

Bu topraklarda böylesi mankafa olan, adları ‘âlim’ konulan şaşkınlar var da Arap ve Fars aleminde hiç mi yok? Bu tip kafasızlar sadece bu topraklara mı özgü? Kafası basmayan âlim(!) tipleri sadece ‘Ehli Sünnet’ adı verilenler içinden mi çıkar? Ya da belli bir zaman diliminde mi çıkarlar? Neden geçmişte yaşamış; her din, her millet, her kavim ve her mezhep bağlısı kimselerden -Arap ve Acemlerden- âlim bilinenlerin içinde, bu durumda olabileceklerin olduğunu düşünmeyiz…

Ve sorarız, böylesine tutarsız ne yazanında ne de okuyanında akıl bulunmayan bu tarz eserler ne diye bir şeyin ispatı noktasında kaynak olarak verilir? Bir rivayet başta Kurân’a uygun, İslamî bütün değerlere mutâbık ve gereği miktarda sahih ise diyeceğimiz yok elbet. Ancak rivayetin böyle bir durumu yoksa, insan uyduruk-kaytırık konuların ispatı makamında o tür eserleri nasıl kaynak olarak kullanır utanmadan, sıkılmadan?

1- 1900- 2000’li yıllar itibariyle… [Bu yazı Haziran 2009’da hazırlanmıştır.]
ehlibeytyolu
Mesajlar: 53
Kayıt: 21 Kas 2007, 23:47

Re: Ehli Beyt Dostlarına Öze Dönüş Çağrısı

Mesaj gönderen ehlibeytyolu »

Bu Tarz Bir Eserden Bir-İki Nakil (Üzerinde Düşünüle inş.)

Hazreti Resûlü Ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Mirâcı şerîfe çıktıkları zamanda, dördüncü gökte bir aslan gördü. Diller ile anlatılamaz. Hazreti Resûlullah, Cebrâîl (a.s) hazretlerine sordular ki, (Yâ kardeşim Cebrâîl! Bu aslan nedir?) Hazreti Cebrâîl (a.s) cevâb verdi, (Yâ Resûlallah! Yabancı değildir. Hazreti Alî’nin “kerremallahü vecheh” rûhâniyyetleridir. Yâ Habîballah! Mübârek parmağınızdan yüzüğünüzü çıkarıp, ağzına atın, dedi. Hazreti Fâhri âlem yüzüğü aslanın üzerine attığı gibi, tevâzû’ ve hürmet ile, yüzüğü ağzı ile aldı. Ondan sonra Sultânı kevneyn Muhammed Mustafâ mirâçtan indi. Ertesi gün Eshâbı güzîne, mirâçtan haber verdi. Dördüncü gökte müşâhede buyurdukları aslanın vasfını şerh buyurdukları sırada, Hazreti Alî “kerremallahü vecheh” mübârek ağzından yüzüğü çıkarıp, Hazreti Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimizin huzûru saâdetlerine koydular. Bütün Eshâbı güzîn, Hazreti Alî’nin bu mertebesini ve bu kerâmetini görünce hayrân oldular. Ne derece mertebesinin yüksek olduğunu bilip, meyl ve muhabbetleri çok fazla oldu. “Rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn.”

Bu Hazreti İmam Ali’yi yüceltme bahsinden… Bir de Ebubekir’in fazileti ile ilgili bir bahsi hep birlikte okuyalım.

“Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü teâlâ anh” dedi. Resûlullah’tan “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” işittim, buyurdu: Semâya yükseldiğim gece [Mirâc gecesi], Rabbim bana Ebû Bekir’in sesi ile hitâb buyurdu. Benim gönlümden geçti ki, bu ses Ebû Bekir’indir. Hak “Sübhânehü ve Teâlâ” kalbimden geçen endişeyi bilip, buyurdu: “Yâ Ahmed! Mûsâ bin İmrân ile konuşurken, onun gönlünü gördüm ki, kavminin hepsinden Hârûn’u dahâ çok sever. Ona Hârûn’un sesi ile hitâp ettim. Senin gönlünü gördüm ki, Ebû Bekir’i çok seversin. Sana Ebû Bekir’in sesi ile hitâp ettim.” 1

Allah rızası için yukarıdaki iki nakli ve aşağıda alıntı yapmış olduğumuz deryadan bir damla durumunda olan hadis namı verilen rivayetleri aynı eserde nakleden bir âlimin(!) ilmi nedir, aklî dengesinin yerinde olmuşluğu ne ölçüdedir? Kararı vicdanımızla verelim. Böyle bir insanın eserinden nasıl kaynak eser diye alıntı yapılarak ‘bakınız bu da nakletmiş bu hadisi(!)’ denilerek delil getirilebilir?

Peygamberimiz buyurdular ki (diyor eserinin ilgili yerlerinde);

“Her kim benden ayrıldı. Allah-u Teâlâ’dan ayrıldı. Yâ Alî! Her kim senden ayrıldı. Benden ayrıldı.

Alî’yi ancak müminler sever. Alî’ye ancak münâfıklar buğz eder!

Her kim Alî’ye seb eder (söver), muhakkak bana seb ederler. Her kim bana seb eder, muhakkak Allah-u Teâlâ ve tekaddes hazretlerine seb eder. Her kim Allah-u Teâlâ hazretlerine seb eder, Allah-u Teâlâ, onu yüzü üzerine Cehenneme atar. 2

Ben ilmin şehriyim. Alî o şehrin kapısıdır. O kapının halkası Muâviye’dir.

… (Resûlallah!) Sonra Alî hazretlerinin elini tutup, buyurdular ki, Bu mevlâsıdır o kimsenin ki, ben onun mevlâsıyım. Allah’ım, dost tut o kimseyi ki, bunu dost tutar. [Bunu seveni sen de sev.] Düşman tut o kimseyi ki, bunu düşman tutar. [Bunu sevmiyeni sevme!]

Eğer cümle halk Alî bin Ebî Tâlibin muhabbeti üzerine birleşseler idi, Allahü teâlâ ve tekaddes Cehennemi yaratmazdı.

Fahri âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurmuşlardır ki, mirâc gecesi, kardeşim Cebrâîl’e suâl etdim ki, kıyâmet gününde, ümmetimin cümlesine süâl olunur mu. Cevâb verdi ki, yâ Muhammed! Ümmetinin cümlesine hesâb vardır. Lâkin, Ebû Bekir’e yoktur. Ona kıyâmet gününde yürü sen hesapsız Cennete var; denilir. O ise, dünyâda beni sevenler, benimle berâber Cennete girmeyince, ben Cennete girmem, der.

Hazreti Fahri Enbiyâ Habîb-i Hüdâ Muhammed Mustafâ buyurur ki, Allah-u Teâlâ, yerleri ve gökleri, ve arş-ı azîm ile kürsîyi ve levh ve kalemi ve Cennet ve Cehennemi ve insanları ve cinleri halk etmezden evvel, benim rûhum ile Ebû Bekir’in rûhunu güvercin sûretinde halk edip, aşk meydânında uçun diye emir eyledi. İleri uçup gideniniz Muhammed olsun, geride kalanınız Ebû Bekir olsun, buyurdu. Böylece ikimiz uçtuk. Ben Ebû Bekir’den, şehâdet parmak ile yanında olan orta parmak arasındaki fark kadar ileri geçtim. Hazreti Ebû Bekir, bu izzet ve bu şerefi, hep Habîbullah hürmetine bulmuştur. Zîrâ hâlis ve muhlis dostu ve yâr-i gârı idi. [Mağara arkadaşı idi.]

…Ebû Bekir’in îmânı diğer müminlerin îmânı ile ölçülse, Ebû Bekir’in îmânı ağır gelir…

…Eğer gökleri ve yerleri terâzînin bir kefesine koysalar, Alî’nin îmânını diğer kefesine koysalar, Alî’nin îmânı ağır gelir.”

“…Muâviye “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine 3 taan etmek câiz değildir. O Sahâbe-i kirâmın büyüklerindendir. Yezîd’den başkasına lanet etmek ve kötülemek câiz değildir. [Hattâ onu bile kötülemek lüzûmsuzdur.] Zîrâ hepsi mü’min ve müslimândırlar. Allah-u Teâlânın irâdesine kalmışdır. İsterse azâb eder, isterse rahmet eder…”

Peygamberle bir şekilde birlikte olanları yücelten nice garip menkıbe ve sözlerden sadece birkaç tanesini buraya aldık. Öyle bir peygamber ki efendimiz -hâşâ- herkesin gönlünü yapmış, herkesi yüceltmiş, herkesi olur olmaz övgülerle yüceltmiş durmuş. Yüceltiler o övgülere layık mı değil mi önemli değil. Yeter ki herkesin gönlü olsun.

Görüyorsunuz naklettiklerini bile anlamaktan âciz, kafasız adamlar. Bir eser yazmış diye âlim mi oluyor bu insanlar? Bu ve benzerlerinin eserlerinde onlarca akıl almaz rivayet, Kitabullah’a ve sahih haberlere aykırı bir yığın menkıbe var ki insan okudukça neye nasıl inanacağını bilemez hale geliyor, din adına hurâfeler içinde boğuluyor.

Şimdi, Allah aşkına sorarız; Nerde ne yazdığını bilmeyen, hangi sayfada peygamberin diliyle kimi ve ne şekilde övdüğünü anlamaktan âciz, aynı eserin bir yerinde naklettiğine, diğer yerde ‘peygamberdendir’ diye tamamıyla zıt şeyler nakleden, naklettiği hiçbir şeyi Kurân ölçeği ile ölçmeden-tartmadan aktaran kimsenin neyini kaynak verebiliriz hakkın ispatı yolunda?

Ne Kurân’dan haberleri var! Ne akıldan nasipleri! Ne yazdıklarını sorgulama-anlama yetenekleri! İlim adına yaptıkları bir tek şey var; ‘Kâle Resûlullâh / Peygamber buyurdular ki’ başlangıcı ile duydukları her sözü hadis namı ile kitaplarına sokup-sokuşturmuşlar, ne anlamışlar, ne naklettikleri üzerinde düşünmüşler, ne de Allah’ın verdiği akıl nimetini ufacık olsun kullanmışlar! 4

İşte böyle ne idükleri, kim hesabına kitaplar yazdıkları belirsizlerin eserlerinden hakkı ispata gayret edeceğimize; Allah’tan korksak, ne yapmamız gerektiğine doğru karar verir, Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılır, sahih hadislerden ayrılmayız... Başka bir söze gerek yok.

1- Menâkıbı Çıharı Yâri Güzin: Seyyid Eyyüb b. Sıddîk
2- Bu âlim bozuntusu ve benzerleri hem bu tür hadisleri nakleder hem de İmam Ali’ye lanet okuma geleneği başlatmış olan, O’na isyan bayrağı açarak binlerce müslümanın kanına giren terörist başı Muâviye ve yanındaki ileri gelen yalakaları ‘hazret’ ve ‘radıyallahu anhu’ ifadeleriyle yâd eder? Naklettiğini anlayabilme kapasitesi olsa, akıl denilen nimetten azıcık da olsa faydalanmış bulunsa böyle hamlık-çiğlik-akılsızlık yapabilir(ler) mi?
3- O’na (Muâviye’ye), Yezid’e ve tüm benzerlerine lanet olsun, O’na (Muaviye’ye) hazret diyen, ‘radıyallahu anhu’ diyerek dua eden zâlimlere de lanet olsun.
4- Burada bir tane eser ve yazarını örnek verdik. Tarih sayfaları, hadis kaynakları bu türden onlarcasının varlığıyla dolup taşmakta maalesef. Âkil olana bir örnek yeter de artar bile…
Cevapla

“Aleviliği Çarpıtan Yazılar” sayfasına dön