Osman Gaziye Atfedilen Uydurma Rüya!
Gönderilme zamanı: 18 Tem 2009, 11:21
Osman Gaziye Atfedilen Uydurma Rüya!
Herkes bilirki bir insanın rüyasını ancak o insan bilir bu nedenle ilahi kökeni olmayan kaynaklardaki rüya anlatımları kimseyi bağlamaz inandırıcılık özelliği ancak rüyayı görenler içindir.
Osmanlı tapıcıların sıklıkla anlattıkları bir rüya vardır güya
Rüyasında kendisi Şeyh Edebali’nin yanında yatıyordu. Edebali’nin göğsünden bir hilal doğdu. Hilal biraz yükseldikten sonra büyüdü, büyüdü ve dolunay haline gelince kendisinin göğsüne girdi. Daha sonra göğsünden bir ağaç bitip büyümeye, yükselmeye başladı. Bir çınar ağacıydı bu. Büyüdükçe yeşerdi, güzelleşti. Dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kapladı.
Rüaysını Edebalıya anlatır ve oda:Oğul Osman hak teala sana ve soyuna hükümranlık verdi mübarek olsun,kızım malun hatun helalin olsun demiş!
tabi bu temelli rüyaya değişik uydurmalarla katkılar yaparak çeşitlendirenlerde olmuştur mesela çok ciddi tarih anlatımlarında bile şu şekilde eklerde yapılmıştır.
Osman Gazi bir gece Şeyh Edebali’nin zaviyesinde misafir kalmıştı. Gece, vakit hayli ilerleyince istirahat etmek üzere odasına çekilmişti. Fakat yatmak üzereyken rafta gözüne ilişen Kuran-ı Kerim’e saygısından dolayı yatamadı. Uyuyamadı. Kuran’ı alıp okumaya başladı.
O gece sabaha kadar Kuran okudu. Tam 6 saat. Hikmet-i İlahi, Osman Gazi Han’ın Kuran’a olan bu saygısından dolayı her okuduğu saate 1 asır lutf edilmiş, hanedanı 6 asır hükümran olmuştur 7 cihana.
Vakit sabah ezanlarına yaklaşmışken, yorgunluk ve uyku da bir hayli bastırmışken, Kuran elinde, yaşlandığı yerde, tatlı bir uykuya daldı Sultan Osman Han.
Ulu çınarın gölgesinde dağlar, dağların dibinde pınarlar gördü. Ağacın yanında ise dört sıra dağlar gördü ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkıyordu. Bu nehirde koca koca gemiler yüzüyordu. Tarlalar ekin doluydu. Ağaçlar meyve dolu. Dağların tepeleri ormanlarla örtülüydü. Ruy-i Zemin yemyeşil, asuman masmaviydi. Vadilerde şehirler vardı. Şehirlerde camiler arz-i didar ediyordu. Bunların hepsinin altın kubbelerinde birer hilal parlıyor, minarelerinde müezzinler ezan okuyorlardı. Ezan sesleri ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısına karışıyordu. Bir ara ulu çınarın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı. Derken bir rüzgar çıkıp bu yaprakları İstanbul’a doğru çevirdi. Şehir iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibiydi. Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu İstanbul.
Ve nihayet Osman Gazi Han bu yüzüğü parmağına takıyorken uyandı.
Sabah ezanları okunuyordu.
Osmanın ölümünden asırlar sonra birden ortaya çıkan rüya aslında saltanata kutsallık vermek padişahları kutsamak için resmi tarih yazıcıları tarafından aktarılmış ve mantık hatalarıyla dolu olmasına rağmen osmanlı tapıcılarınca çok sevilmiş ve rağbet görmüştür.Hatta tapıcılardan tarık buğra bunu senaryolaştırmış ve resmi trt de osmancık yada kuruluş isimli filimde filme konu senaryoya eklemişti.
Bu yalan üzerine eklenerek halen günümüzde bile ata dini yalanlardan birisi olarak ilerlemektedir.
Ancak benim için bir sürpriz olarak Osmanlı sünni tarihçilerden Prof Halil İnalcık İş bankası yayınlarından çıkardığı DEVLETİ ALİYYE isimli eserinde bu rüyayı yalanlamıştır.
bir cümle değinerek şöyle yazmış:
Ede balinin hanedana Tanrının dünya egemenliği bağışladığı hakkında çok rastlanan rüya motifi ise kuşkusuz sonradan eklenmiş bir hikayedir.
Tabi o bu masalı doğrulasaydı bile bir şey değişmeyecekti ama yinede bu tür özeleştirileri ciddi tarihçilerden duymak insanı gerçek tarihi yakalamak bakımından da umutlandırıyor.
Herkes bilirki bir insanın rüyasını ancak o insan bilir bu nedenle ilahi kökeni olmayan kaynaklardaki rüya anlatımları kimseyi bağlamaz inandırıcılık özelliği ancak rüyayı görenler içindir.
Osmanlı tapıcıların sıklıkla anlattıkları bir rüya vardır güya
Rüyasında kendisi Şeyh Edebali’nin yanında yatıyordu. Edebali’nin göğsünden bir hilal doğdu. Hilal biraz yükseldikten sonra büyüdü, büyüdü ve dolunay haline gelince kendisinin göğsüne girdi. Daha sonra göğsünden bir ağaç bitip büyümeye, yükselmeye başladı. Bir çınar ağacıydı bu. Büyüdükçe yeşerdi, güzelleşti. Dallarının gölgesiyle bütün dünyayı kapladı.
Rüaysını Edebalıya anlatır ve oda:Oğul Osman hak teala sana ve soyuna hükümranlık verdi mübarek olsun,kızım malun hatun helalin olsun demiş!
tabi bu temelli rüyaya değişik uydurmalarla katkılar yaparak çeşitlendirenlerde olmuştur mesela çok ciddi tarih anlatımlarında bile şu şekilde eklerde yapılmıştır.
Osman Gazi bir gece Şeyh Edebali’nin zaviyesinde misafir kalmıştı. Gece, vakit hayli ilerleyince istirahat etmek üzere odasına çekilmişti. Fakat yatmak üzereyken rafta gözüne ilişen Kuran-ı Kerim’e saygısından dolayı yatamadı. Uyuyamadı. Kuran’ı alıp okumaya başladı.
O gece sabaha kadar Kuran okudu. Tam 6 saat. Hikmet-i İlahi, Osman Gazi Han’ın Kuran’a olan bu saygısından dolayı her okuduğu saate 1 asır lutf edilmiş, hanedanı 6 asır hükümran olmuştur 7 cihana.
Vakit sabah ezanlarına yaklaşmışken, yorgunluk ve uyku da bir hayli bastırmışken, Kuran elinde, yaşlandığı yerde, tatlı bir uykuya daldı Sultan Osman Han.
Ulu çınarın gölgesinde dağlar, dağların dibinde pınarlar gördü. Ağacın yanında ise dört sıra dağlar gördü ki bunlar Kafkas, Atlas, Toros ve Balkanlardı. Ağacın köklerinden Dicle, Fırat, Nil ve Tuna çıkıyordu. Bu nehirde koca koca gemiler yüzüyordu. Tarlalar ekin doluydu. Ağaçlar meyve dolu. Dağların tepeleri ormanlarla örtülüydü. Ruy-i Zemin yemyeşil, asuman masmaviydi. Vadilerde şehirler vardı. Şehirlerde camiler arz-i didar ediyordu. Bunların hepsinin altın kubbelerinde birer hilal parlıyor, minarelerinde müezzinler ezan okuyorlardı. Ezan sesleri ağaç dallarındaki kuşların cıvıltısına karışıyordu. Bir ara ulu çınarın yaprakları kılıç gibi uzamaya başladı. Derken bir rüzgar çıkıp bu yaprakları İstanbul’a doğru çevirdi. Şehir iki denizin ve iki karanın birleştiği yerde iki masmavi firuze ile iki yemyeşil zümrüt arasına oturtulmuş pırıl pırıl bir elmas gibiydi. Sanki bütün dünyayı kuşatan geniş bir ülke gibi halkalanan bir yüzüğün kıymetli taşını andırıyordu İstanbul.
Ve nihayet Osman Gazi Han bu yüzüğü parmağına takıyorken uyandı.
Sabah ezanları okunuyordu.
Osmanın ölümünden asırlar sonra birden ortaya çıkan rüya aslında saltanata kutsallık vermek padişahları kutsamak için resmi tarih yazıcıları tarafından aktarılmış ve mantık hatalarıyla dolu olmasına rağmen osmanlı tapıcılarınca çok sevilmiş ve rağbet görmüştür.Hatta tapıcılardan tarık buğra bunu senaryolaştırmış ve resmi trt de osmancık yada kuruluş isimli filimde filme konu senaryoya eklemişti.
Bu yalan üzerine eklenerek halen günümüzde bile ata dini yalanlardan birisi olarak ilerlemektedir.
Ancak benim için bir sürpriz olarak Osmanlı sünni tarihçilerden Prof Halil İnalcık İş bankası yayınlarından çıkardığı DEVLETİ ALİYYE isimli eserinde bu rüyayı yalanlamıştır.
bir cümle değinerek şöyle yazmış:
Ede balinin hanedana Tanrının dünya egemenliği bağışladığı hakkında çok rastlanan rüya motifi ise kuşkusuz sonradan eklenmiş bir hikayedir.
Tabi o bu masalı doğrulasaydı bile bir şey değişmeyecekti ama yinede bu tür özeleştirileri ciddi tarihçilerden duymak insanı gerçek tarihi yakalamak bakımından da umutlandırıyor.