bir blogta karşılaştığım bir yazıyı siiznle paylaşmak istiyorum: Alevi toplumu, Şia toplumu, irfan, tasavvuf gibi konular hakkında bir şeyler yazılmış. Sizin ve özelikle biralevi abimin bu yazı ve bu yazının yayınlandığı blogtaki diğer yazıları incelemenizi bunlar hakkında ne düşündüğünüzü ifade etmenizi bekleyeceğim.
http://bektasidergahi.blogcu.com/bab-i-esrar/6038642Tarih boyunca tasavvuf ve irfan konusu hep tartışıla gelmiştir.Özellikle Şia’da tasavvufun kabul görmeyişi irfanla yoğrulmuş Alevi toplumu ile kaynaşmanın gecikmesine sebep olmuştur.Aynı şekilde asli örgüsü dışına çıkan aşırı batıni yorumlara boğulmuş günümüz Aleviliğide bir parçası olduğu şia’yı kendine yabancı görmesine sebep olmuştur.Başlıbaşına bir Şia anlayışı olan Alevi inanç ve öğretisi şeriat-tarikat dengesi içinde kendi seyrü süluk adabını oluşturarak sistematiğini meydana getirmiştir.Tasavvuf terimi her ne kadar Şii dünyada ve kimi Sünni çevrelerde kabul görmesede “irfan” terimi Şia dünyasında kendi yerini almıştır.Ehlibeyt İmamlarının Sufi ve Tasavvuf dünyası hakkındaki görüşleri ve onların inançları hakkında ki sözleri Şii dünyada tasavvufa karşı tavır alınmasına sebebiyet vermiştir.Ama günümüzde temel sorun tasavvufla neyin kastedildiğidir.Tarihi süreç içinde birçok tasavvufi akımlar ortaya çıkmış olmakla beraber her birinin tasavvuftan anladığı farklı şeylerdir.İşte bu zeminde yeniden Alevi irfan anlayışının nereye oturtulması gerektiğini tartışmamız gerekecektir.İşte bu minval üzere bir girizgah olarak bu yazıyı kaleme alma gerekliliğini duymuş bulunmaktayım..
Konunun önemine binaen yazımızı şu başlıklar altında ele alacağız.
İRFAN NEDİR?
İrfan;akıl ve tecrübe ve diğer nakli deliller ile değilde,batıni şûhud ve keşifler yoluyla elde edilen Allah’ı tanıma yoluna verilen isimdir.Bu yol derin riyazetler,belirli bir seyrü süluk terbiyesi gerektirir.Bu yola düşen salik bir üstadın kontrolünde Allah’a doğru manevi içsel bir yolculuğa başlamış demektir.İnsanı bu yolculuğa iten temel sebep ise mıknatısın eksi kutbu olan yaradılmışın artı kutup olan Yaradana olan yönelişidir.Zira insan güçsüzdür, eksiktir. Eksik olan doymak,tamamlanmak için bir tekamüle ihtiyacı vardır. “Kuşkusuz kendisini,kendi eylem ve davranışları hakkında düşünen bir kimse nakıs (eksik) olduğunu ve başkalarına muhtaç olduğunu görecektir.İnsan kendisinde bu eksikliği bilince içinde yetkinliğe meyleden bir dürtü ortaya çıkar.Böylece o yetkinliğe doğru istek duyarki tarikat ehli bu hareketi süluk olarak adlandırır..” (Nasıruddin Tusi-Evsaful Eşraf sy-39) Molla Muhmmed Hadi Sebzevari’ye ait aşağıda ki beyit Tusi’nin yukarıdaki pasajını nefis bir üslupla şöle ifade eder:
Külli alem ibaredir sen ise manasın
Ey kalplere mıknatıs olan…!
Elbette ki İslami ilimlerle donanmak kul için önem arzeder.Dini daha iyi anlayabilmenin iyi bir fakih,iyi bir muhaddis veya filozof (hekim) olmaktan geçtiğini tek başına söylemek doğru değildir.Zira dinin temel gayesi olan Allah’ı tanıma olduğunu söylersek İnsanın sırf bu ilimlerle kendisnden beklenen kemalete ermesi için yeterli olmadığı aşikardır.Bu konuda büyük arif zamanının velilerinden olan Allame Tabatabai şöyle ifade eder:Nefsi tekmil etmek ve insaniyet kemalinin aşamalarını ve miraçlarını kat etmekiçin zihni,fikri,ilahi ilimlerle yetinmek felsefe öğrenmek,mantıki deliller sunmak zihni ikna edebilir ama kalbi ve ruhu doyurmaz.Ruhun hakikatlere vuslat ve onları şuhud etme susuzluğunu gidermez…(özün özü-allame tabatabai) İlahi Aşk eğer bu susuzluğu giderecek abu hayat kaynağı ise onun dolup taşacağı tek yer ise mutmain olmuş bir gönül kabıdır.Öyle ise kul ile Rab arasındaki bu vuslat cerayanı ruhsal tekamüle bağlı olduğunu söylemek yanlış olmasa gerek.Ve bu çağrı Rabbimizin bir davetidir ve adı ne olursa olsun maksudu Allah olanın seyyah olup yola düşeceği bu yola irfan denir.Ey nefs-i mutmainne Rabbine dön.Sen hoşnud,Rabbin hoşnud.Gir kullarımın arasına,gir cennetime.(fecr süresi) İşte bu terbiye yolu Allah’ın emridir.Şeriatı tamam olana tarikat yani yol katetmek farzdır.Marifet ilmi İslam’ın kendisidir ve yetkin bir kuldan beklenen vasıftır.Bu ilmin kökleri,işaret taşları Kuran ayetlerinde,Peygamber (saa) sözlerinde,İmamların belagatlarında,dualarında,yaşamlarında açıkça görülmektedir.Nehcül Belaga,Sahifeyi Seccadiye,Mefatih-ül Cinan gibi temel eserlerde yeterli örnekleri bulmak mümkündür.Bu bağlamda söyleyeceklerimiz “İrfanın” refaranslarını dışarıda aramanın doğru olmadığı gerçeğini insaflı herkesçe kabul edilmesi gerektiğidir.
Şİİ ve ALEVİ DÜNYADA İRFAN ANLAYIŞI:
Şii dünyada Anadolu Alevi toplumunda olduğu kadar irfan başlı başına ön plana çıkmamıştır.Hemen hemen bütün müçtehitler sıkı bir riyazet ve nefis tezkiyesinden geçmiş kişilerdir.Ama özelde bu alanda üst derecelere erişmiş kişilerin az oluşu Şii dünyanın gayet doğal olarak şer’i ilimlere gösterdiği ihtimamdan kaynaklanmaktadır.Bunun yanında Şii arifler çok sayıda talebe yetiştirme gayesi dışında bu yola meyilli,güzel hasletlerle donanmış,zahiri batını kadar kuvvetli erler yetiştirme düşüncesinin etkisi pek tabiidir.Çünkü bu yol tabiri caizse patika bir yoldur.Patikaya sürünün tamamını sürerseniz helak olacakların sayısı hayli fazla olur.Öyle ise çoban bu yolda kıvrak olacakları seçmesini bilmelidir.Alevi toplumunda ise bu süreç hızlı başlamış ilk başta yetişen seçkin kişilerin yerini şeriatı sağlam olmayanların,yanlış yöntemlerle nakıs kişilerin dümenin başına geçmesi ile bir handikapa yol açmıştır.Zira bu seyrü süluk öğretisi en alt seviyedekine dahi ulaştırılmaya çalışılmış “şeriat” kapısı es geçilerek öğreti çökertilmiştir.Bugün Alevi dünyasının yaşadığı buhranların altında yatan asli sebeplerden biride budur.Şii dünyada bu temkinli yaklaşım meyvelerini güzel bir şekilde vermiş ve yol izine düşen öğrencilerini yüksek mertebelere ulaştırmıştır.Oysaki Alevi irfanının temel prensibini çizerken Hacı Bektaş Veli “ya sen Kuran’a uy,ya da Kuran senin şartın(fiiliyatına şahit) tutsun.Dava bütün olsun” demektedir.Aynı üslup Şeyh Safiyüddin Erdebili’nin Tezkiresinde “şeriatı tam olmayanın tarikatı dürüst olmaz” şeklinde ifade bulur.İşte tabiri caizse kantarın topuzu burada…Ölçü ve kıvam kaçtığı takdirde ortaya çıkan düşünce,fikriyat,maneviyat garip bir hal alacaktır.
Kuran ve Ehlibeyt ışığında terbiye gören ve ilahi sırlara mazhar olan ilk şahsiyetler peygamberin seçkin ashabıydı.Hem tasavvufta ve hemde irfanda ekol şahsiyetlerden önde gelen Selman-ı Farisi tekamüle ermiş mutmain bir gönülle hoşnud olarak Rabbimizin bildirdiği seçkin kulları arasına dahil olmuştur.Bunun yanında İmam Ali(as) seçkin diğer dostları Ebuzer,Miktad,Ammar’da hakiki manada en yüksek ariflerdendi.Ebu Derda’yı,Bilali Habeş’iyi,Üveysi,Kumeyl gibi zincir halkalarını da unutmamak gerekir.Şii inanç dünyasında Şeyh Baheddin Amili,Mir Damad,Mola Sadra,Mola Muhsin Feyz Kaşani,Seyyid Haydar Amuli,Nasıruddin Tusi,Molla Sebzavari başta olmak üzere son dönemde Mirza Ali Kazî,Allame Tabatabai,Allame Tehrani,Murtaza Mutahhari,Ayetullah Destgayb,Seyyid Hüseyin Nasr ve Ayetullah Humeyni gibi önde gelen isimleri arifler arasında sayabiliriz.Anadoluda ise bu aşıklar zincirine eklenen nice ehli tahkik,arif veliler dahil olmuştur…Hacı Bektaş Veli,Şeyh Safiyüddin Erdebili,Abdal Musa,Yunus Emre,Pir Sultan Abdal,Dede Garkın,Baba İlyas Horasani,Kaygusuz Abdal,Şah Hatayi,Virani,Demir Baba gibi Anadolunun hamuru aşkın süvarileri vardı…Aynı dili konuşan bu gülşen bağının bülbülleri aşk ve şevkini Hz.Muhammed (saa) ve Hz.Ali (as) nin gül kokularından almıştır.hepsi gül kokuyor zira tenlerine marifet gülleri temas etmiştir…Bugün merhum Humeyni’nin Misbahul Hidaye adlı eseri başlı başına derin irfanı sırları beyan etmekte bu alanda önemli bir açığı kapamaktadır.Şeyh Safinin seyrü süluk metodu ile Hacı Bektaş’ın Yunusun,Nasırüddin Tusi’nin Tabatabai’nin metodları ve nefsin makamlarını açıklamaları yüksek oranda benzerlik arzetmektedir.Gelin Yunus ile Hafızı kucaklaştıralım.
Külli alem ibaredir sen ise manasın
Ey kalplere mıknatıs olan…!
Diyen gönülle “ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm” diyen soluk aynı soluk…Ramazanın tüm gönüllere ferah vermesi dileğiyle Allah batınımızı keskin zahirimizi sağlam kılsın.