Şii, Sünni, Alevi Ne Demektir?

Aleviliğin tanımı, tarifi temeliyle ilgili konuları burada paylaşabilirsiniz.
Cevapla
Muhammed in askeri
Mesajlar: 88
Kayıt: 25 May 2010, 21:05

Şii, Sünni, Alevi Ne Demektir?

Mesaj gönderen Muhammed in askeri »

Peygamber (A.S)‘ın zamanında Şii, Sünni, Alevi kelimeleri yoktu. Bunlar Peygamber (A.S)’ dan sonra oluşan kelimelerdir.

Bu kelimelerin bir kelime anlamı var; kelime anlamları masumdur, güzeldir. Bir de bunların Mezheplerdeki gruplaşma anlamları var:

Şii’nin kelime anlamı; dost, taraf, muhib demektir.

Sünni, Sünnet’i tutan. Yani Peygamber (A.S)’ın Sünnetini tutanlar; fıkıh ve Hadis’e tâbi olanlar.

Alevi, Hazret-i Ali’yi veli edinen demektir.

Şii, genel anlamda; Ehl-i Beyt, yani Hz.Ali ve Evlâtları taraftarlarına denir.

Bu durumda Sünni’ler, Şii değil midir? Böyle bir soru akla gelir. Sünni’ler, Hz. Ali’yi tutmuyor mu?

Sünni’ler de Hz.Ali’yi ve Evlâdını tutar. Kitaplara bakıldığında; bizzat Ebu Hanife, Hz.Ali taraftarıdır. Hatta bu uğurda Abbasiler, kendisini öldürmüştür. Hz. Ali’nin ve Evlâtlarının taraftarı olduğu kesindir.

Bu durumda Sünni, de Şii’dir. Zaten Ehl-i Sünnet (Sünni’ler), Hz.Ali’nin Hilafetini Hak bilir. Kimse Muaviye’nin Hilafeti Hakdır, demez. Hz.Ali’nin Halifeliği Hak der. Camilerde de yazılan zaten dört halifenin ismidir. Hutbede de okunan budur!

Yeryüzünde Hz.Ali’yi sevmeyen, tutmayan, O’nun aleyhinde konuşan hiçbir Müslüman çıkmaz ki!..Böyle bir şey olamaz.

Hz.Ali daha önemlidir. İlmin kapısıdır.

Şiiler’de Ehl-i Sünnet’tir. Kitab-ı Sünnet’i tutarlar. Zaten Onların fıkıhları da Kitap ve Sünnet’e dayanır. Sünnet’i tuttuklarına göre; Onlar da Sünni’dir.

Öyleyse mâsum kelime anlamlarının, Mezhep kavgalarının dışında; Peygamber’in Sünnet’ini tutana Sünni; Ehl-i Beyt’i sevene Şii denir.

Sünniler de Ehl-i Beyt’i seviyor; Şiiler’de Peygamber (A.S)’ın Sünnetini tutuyor!..

Öyleyse; Şii’ler, ‘Sünni’; Sünni’ler de Şii’dir”.

N’oldu bakınız; ikisi ‘bir’ oldu!.. Ama iş mezhepçiliğe, kışkırtıcılığa getirilirse; durum değişir. O ayrı. O sonraki işler...



Bu konuya açıklık getirebildik herhalde!...Bugün İran’da İsna Aşeriye, Caferiye, İmamiye, İsmailiye; Yemen’de Zeydiye vardır. Bunların hepsi de sünnet’i delil olarak kabul etmişlerdir. Sünnet’i Resulullah’a riayet ederler. Öyleyse Sünni’dirler. Biz de hepimiz Ehl-i Beyt’i severiz. Resulullah’ın (A.S) Ehl-i Beyt’ine canımız kurban olsun! Ehl-i Beyt’i sevmeyen zaten Müslüman olamaz! Öyleyse biz de Şii’yiz.

Yani Sünni’ler Şii; Şii’ler de Sünni’dir. Tekrar tekrar vurguluyoruz! Bu kesindir. Onlar da Müslüman, biz de müslümanız.

O halde, Şii- Sünni diyeceğimize, “Müslüman” deriz.

Zaten bu kelimeler, sonradan çıkmıştır. Peygamber (A.S)’ın Ashab-ı Kiram’ı, mübarek Mü’min kardeşlerimize; ”- Sen nesin?..”, denildiğinde; ”-Ben Muhammediyim”, derlerdi!..Zaten Hz.Ali Efendimiz de Hz. Ömer’de Muhammedi’dir.Hepimiz Muhammedi’yiz.

Bu asırda bu kelimeleri kullanmasak; Muhammedi’yiz, Müslümanız desek daha iyi olur katindeyiz!..

Aslında bu gibi konular, ilerde ‘bölücülüklere’ sebep olur.İslâm tarihini tetkik edersek (araştırırsak); kanlı boğuşmalara, katliamlara sebep olmuştur. Şii ile Sünnileri bırakalım; Hanefi’lerle, Şafii’ler birbirlerini öldürmüşlerdir. Bizzat Ehl-i Sünnet’in arasında bile kanlı kıtallar (öldürmeler) olmuştur!..

Artık bu çağda bunların gereği yoktur. Çünkü o sırada bunlar; o dönem padişahlarının siyasi şekil vermeleri sonucu oluşmuştu.

‘Alevilik’ kelimesine gelince;

Alevilik aslında mezheple, şia ile suni ile ilgili değildir!

Alevilik, Tasavvufla ilgilidir.
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Şİİ, SÜNNİ, ALEVİ NE DEMEKTİR?

Mesaj gönderen f_altan »

"EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT" DEYİMİNİN TARİHİ


Tarihte yaptığım araştırmalara göre Muaviye'nin hâkimiyeti ele aldığı yılın Am'ul cemaet (cemaet yılı) olarak anılmasını kararlaştırmışlardır. Osman öldükten sonra müslümanlar Hz. Ali'nin şiileri ve Muaviye'nin taraftarları olarak ikiye bölünmüştüler. Hz. Ali şehid olduktan sonra Muaviye İmam Hasan(a.s) la yaptığı anlaşmadan sonra tüm müslümanlara egemen oldu.

Bu yüzden o yıl, cemaet yılı diye adlandırıldı. Buna göre, "Ehl-i sünnet ve cemaet tabiri, Muaviye'nin sünnetine uyup onun hakimiyetinde toplananlar anlamına gelmektedir; sanıldığı gibi, Resulullah(s.a.v)ın sünnetine uyanlar anlamına gelmemektedir.

Resulullah'ın sünnetini Muaviye'den ve onun gibi Mekke fethinden (yani müşriklerin son sığınağı da yıkıldıktan) sonra müslüman olanlardan daha iyi bildikleri inkar edilemez bir gerçektir; çünkü bir evin çocuğu o evde olanı diğerlerinden daha iyi bilir. Ama biz Ehl-i sünnetten olanlar Peygamber'in evladı olan "oniki imamı" bırakarak onların düşmanlarına sarılmışız. Hepimiz Resulullah'tan nakledilen "halifelerim oniki tanedir ve hepsi kureyş" tendir hadisini biliyoruz ama, dört halifeden başkasını tanımıyoruz.

Belki de, "Ehl-i sünnet ve cemaat" ismini bizlere veren Muaviye'nin sünnet ve cemaetten maksadı, Ali ve evlatlarına lanet okuma sünneti üzerinde cemaatleştirmekti; ki onun koyduğu bu sünnet ancak, Ömer ibn'i Abdulaziz tarafından kaldırılabilmiştir.

Bazı tarihciler yazıyorlar kendisi Emevilerden olmasına rağmen, Ali ve Ehl-i Beyt'ine lanet okuma sünnetini kaldırdığı için Emevi'ler tarafından öldürülmesi istenmişti.

Ey benim ailem ve aşiretim, gelin Allah'ın hidayeti ile hakikatları aramaya incelemeye yönelelim; taassubları bir kenara bırakalım. Gerçekte bizler Emeviler ve Abbasrlerin yükledikleri fikri donukluğun kurbanları olmuşuz. Bizler hiç şüphesiz, Muaviye, Amr'i As, Muğeyret ibn-i Şübe gibilerinin hilelerine aldanmışız. Gelin gerçek İslam tarihini araştırarak apaçık hakikatleri bulalım. Allah bizlere iki kat sevap verir, belki bizlerin sebebine Peygamber'in vefatından sonra yetmişüç fırkaya bölünen ve çeşitli belalara düçar olan bu ümmet, tekrar vahdete yönelir.

Gelin la ilahe illellah Muhammed Resulullah ve Ehl-i beyt'e itaat bayrağı altında ümmeti toplayalım. Resulullah'ın kendisi Ehl-i beyt'ine itaat etmeği bizlere emretmiştir ve buyurmuştur ki: "Ehl-i beyt'den öne düşmeyin helak olursunuz ve onlardan ayrı kalmayın helak olursunuz ve onlara bir şeyi öğretmeyin ki onlar sizlerden daha bilgilidirler". (1)

Eğer böyle yaparsak Allah gazabını bizden kaldırır ve bizlere korku ve üzüntüden sonra emniyet ve rahatlık bağışlar; yeryüzüne bizi hakim kılar ve bizleri yeryüzünün varislerinden karar verir ve kendi velisi olan İmam Mehdi(a.s) yi Peygamber'inin verdiği vade üzere gönderir ve o, yeryüzünü zulüm ve sitemle dolduktan sonra adalet ve doğrulukla doldurur ve onun sebebine Allah nurunu tüm yeryüzüne yayar.

-------------------
1- Durr'ul Mensur, Suyuti, c. 2. so 60 -
Usdul Gabe, c. 3. 137
Sevaikul Muhrike, s.148 ve 226
Yenabi'ul Mevedde s. 41, 355
Kenz'ul Ummal, c.1. s. 168
Mecme'uz' Zevaid, c.9. s.163

(Nasıl Hidayete kavuştum / Ticani)
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Kullanıcı avatarı
f_altan
Mesajlar: 2376
Kayıt: 22 Oca 2007, 20:49

Re: Şii, Sünni, Alevi Ne Demektir?

Mesaj gönderen f_altan »

HADİSLERDE ŞİA (Ehlibeyt taraftarları ve takipçileri)

Şia'nın Manası ve Hakikati


Şia, sözlükte takip etme ve taraftar manasındadır; "şiat'ür- recül" yani kişinin takipçisi ve yardımcısı. Ehl-i Sünnet'in büyük alimlerinden olan Firuz Abadi lügat kitabında şöyle diyor: "Şu isim (Şia lafzı) ile genellikle Ali ve Ehlibeytini sevenler adlandırılmıştır; öyle ki artık onlar için özel bir isime dönüşmüştür."

Ehl-i Sünnet'in kitap ve tefsirlerinde yer alan muteber hadislere göre Şia terimi, Resulullah (s.a.a)'in kendi zamanında Ali b. Ebi Talip (a.s)'ın takipçilerine verilen isimdir.
Şia ismini Hz. Ali (a.s)'ın takipçilerine veren, bizzat Resulullah (s.a.a)'in kendisidir. Bu kelime vahiy sahibinin kendi dilinden cari olmuştur; O Peygamber ki Allah-u Teâla onun hakkında şöyle buyurmuştur: "O, heva ve hevesten (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz; söyledikleri yalnızca O'na vahy olunan şeyden başka bir şey değildir."(1)
İşte böyle bir Peygamber'in kendisi Hz. Ali (a.s)'ın taraftar ve takipçilerini, "Şia", "Naci" ve "Kurtuluşa erenler" olarak adlandırmıştır.

Teşeyyü Makamının İzahı Hakkında Ayet ve Rivayetler


Büyük bir alim, hafız ve muhaddis olan Hafız Ebu Naim-i İsfehanî Ahmed b. Abdullah kendi senediyle muteber kitabı "Hilyet'ul- Evliya"da İbn-i Abbas'tan şöyle naklediyor: "Beyyine" suresinin şu sekizinci ayeti, "İnnellezine âmenu ve amil'us- salihati ulâike hum hayr'ul- beriyyeti cezâuhum. . ." (İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da yaratılmış olanların en hayırlılarıdır. Rableri katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allah onlardan razı olmuştur, kendileri de O'ndan razı (hoşnut ve memnun) kalmışlardır.) nazil olduğunda Resulullah (s.a.a) Ali b. Ebi Talib'e hitaben şöyle buyurdu:
"Ya Ali! "Hayr'ül- berriye"den (yaratılmışların en hayırlılarından) maksat sen ve senin şialarındır. Kıyamet günü sen ve şiaların, Allah'ın sizden sizin de Allah'tan razı ve hoşnut olduğunuz halde gelirsiniz."

Ebu'l- Müeyyid Muvaffak b. Ahmed-i Harezmi "Menakıb" kitabının on yedinci bölümünde, Ehl-i Sünnet'in büyük müfessirlerinden olan Hakim Ebu'l- Kasım Ubeydullah b. Abdullah'il- Haskalani "Şevahid'ut- Tenzil fi Kavaid'il- Tefsir" kitabında Muhammed b. Yusuf-i Genci eş-Şafii "Kifayet'ut- Talib" kitabında, Sibt b. Cevzi "Tezkiret'ul- Havvas'ul- Ümmet-i fi Marifet'il- Eimmeti" kitabında ve Munzir b. Muhammed b. Munzir, özellikle Hakim rivayet etmişler ki (sizin büyük alimlerinizden olan) Hakim Ebu Abdullah Hafız, merfu bir senetle bize haber verdi ki, Emir'ul-Muminin Ali b. Ebi Talib'in (k.r) katibi Yezid b. Şerahil O Hazretin şöyle buyurduğunu duydum dedi:

"Hatem'ul- Enbiya (s.a.a) vefat ettiğinde mübarek sırtı göğsüm üzerinde idi, buyurdular ki: "Ya Ali! Allah-u Teâla'nın; "İmam edip salih amellerde bulunanlar, yaratılmış olanların en hayırlılarıdır" buyruğunu duymadın mı? İşte onlar senin şialarındır; benim ve sizin buluşma yeri Kevser havuzunun kenarıdır. Bütün ümmet hesap için toplandıklarında "Ğurren muhaccelin" (yüz ve elleri nurlu olanlar) diye çağrılırsınız."

Yine Hicri dokuzuncu asırda, sünnet ve cemaat tarikinin müceddidi olarak tanınan Celaluddin-i Süyuti, "Dürr'ül- Mensur fi Kitabillah'i bi'l- Me'sur" tefsirinde, zamanın büyük alimlerinden olup İbn-i Asakir-i Dimaşki(2) ismiyle meşhur olan Ebu'l- Kasım Ali b. Hasan'dan o da Hz. Peygamber (s.a.a)'in büyük ashabından olan Cabir b. Abdullah-i Ensari'den şöyle dediğini naklediyor:
"Resulullah (s.a.a)'in hizmetinde olduğumuz bir sırada Ali b. Ebi Talip (a.s) içeri girdi, derken Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular:
"Canım elinde olana andolsun ki, bu (Hz. Ali'ye işaret) ve şiaları kıyamet günü kurtuluşa erenlerdir." Bu esnada mezkur ayet (innellezine amenu..) nazil oldu.

Yine aynı tefsirde İbn-i Adi'den, (o da) İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet etmiştir: "Mezkur ayet nazil olduğunda Resul-ü Ekrem (s.a.a), Emir'ul- Muminin Ali'ye (a.s) şöyle buyurdular:
"Sen ve şiaların kıyamet günü, Allah sizden siz de Allah'tan razı olduğunuz halde gelirsiniz."

Menakıb-i Harezmi'nin dokuzuncu bölümünde Cabir b. Abdullah'dan şöyle nakledilmiştir:
"Resulullah (s.a.a)'in huzurundaydık. Ali (a.s) bize doğru geldi, Peygamber; "Kardeşim Ali yanınıza geldi." buyurdular; sonra Kabe'ye doğru yöneldi, Ali'nin elini tutup şöyle buyurdu:
"Canım elinde olana andolsun ki, bu Ali ve şiaları kıyamet günü kurtuluşa erenlerin ta kendileridir."

Resulullah (s.a.a) daha sonra şöyle buyurdular: "Ali hepinizden daha önce iman etti; O, Allah'ın ahdine en vefalı olanınız, halkın arasında en adiliniz, en güzel eşit taksim edeniniz ve Allah katında makamı en yüce olanınızdır."

Bu esnada daha önce zikr olan ayet nazil oldu; artık o zamandan itibaren Hz. Ali (a.s) bir toplulukta görüldüğünde, Peygamber'in ashabı; "Yaratıkların en hayırlısı geldi" diyorlardı.
Yine İbn-i Hacer, Savaik'in on birinci babında Ehl-i Sünnet'in büyük fakih ve alimlerinden olan hafız Cemaluddin Muhammed b. Yusuf-u Zerendi el-Medeni'den nakletmiştir ki, mezkur ayet nazil olduğunda Resulullah-ü Ekrem (s.a.a) Ali'ye (a.s) şöyle buyurdular:
"Ya Ali! Sen ve şiaların Hayr'ul- beriyye'siniz (yaratıkların en hayırlılarısınız); sen ve şiaların, kıyamet günü Allah sizden, siz de Allah'tan razı olduğunuz halde gelirsiniz; düşmanların ise gazaplı ve (boyunlarına halkalar geçirildiğinden dolayı) başları yukarı kalkık bir halde gelirler."
Hz. Ali; "Düşmanım kimlerdir?" dediğinde Resulullah (s.a.a); "Senden teberi(3) eden ve sana lanet okuyan kimselerdir" buyurdular.

Yine Ehl-i Sünnet'in güvenilir alimlerinden olan Mir Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii "Meveddet'ul-Kurba" kitabında ve mutaassıp İbn-i Hacer "Savaik'ul-Muhrika"da Hz. Peygamberin muhterem zevcesi ve müminlerin annesi Ümmü Seleme'den Resulullah (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir: "Ya Ali! Sen ve ashabın cennettesiniz; sen ve şiaların cennettesiniz."

Harezm hatiplerinin en üstünü Muvaffak b. Ahmed "Menakıb" kitabının on dokuzuncu bölümünde senediyle Resulullah (s.a.a)'den Hz. Ali (s.a.a)'a şöyle buyurduğunu naklediyor:
"Senin ümmetim arasındaki meselin (örneğin), Mesih İsa b. Meryem'in meseli (örneği) gibidir. Zira onun kavmi üç fırka oldu: Bir fırka havariler olan müminler, bir fırka Yahudi olan düşmanlar, bir fırka da onun hakkında haddi aşan gulat.(4) Ümmetim de senin hakkında üç fırka olacaklar: Bir fırka mümin olan şiaların, bir fırka ahd ve biati bozan düşmanların (Nakisin), bir fırka da sapık olan ve senin hakkında haddi aşan ifratçılar. Ya Ali! Sen ve şiaların cennettesiniz, şialarının dostları da cennettedir; düşmanların ve senin hakkında haddi aşanlar ise cehennem ateşindedir."

Yine "Meveddet'ul-Kurba" kitabında şöyle rivayet edilir: Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:
"Ya Ali! Yakın bir zamanda sen ve şiaların, Allah'ın sizden sizin de Allah'tan razı olduğunuz bir halde O'nun huzuruna çıkacaksınız, düşmanların ise öfkeli ve (boyunlarında halkalar olduğundan dolayı) başları yukarı doğru bir halde Allah'ın huzuruna çıkarlar."

Şia lafzı Hz. Ali (a.s)'ın takipçilerine, bazılarının dediği gibi Osman'ın zamanında söylenmedi. Resulullah (s.a.a)'in kendi zamanında O Hazretin has sahabesine "Şia" söylüyorlardı. Nitekim Hafız Ebu Hatem-i Razi, alimler arasında mütedavil (kullanılan) lafızların tefsirinde yazdığı "Ez-Ziynet" kitabında şöyle yazıyor: "İslam'da Resulullah'ın (s.a.a) kendi zamanında ortaya çıkan ilk isim "Şia" ismidir. Ashabdan dört kişi "Şia" lakabıyla çağırılıyorlardı:
1- Ebuzer-i Gifari
2- Selman-ı Farisî
3- Mikdad b. Esved-i Kendi
4- Ammar b. Yasır.
........
Bazı cahillerin dediği gibi eğer bu terim bidat olsaydı, ashabın, Hz. Peygamber'in (s.a.a) zamanında O'nun özel ashabından olan dört kişiyi "Şia" lakabıyla çağırmaları ve Hz. Peygamber'in de bu kelimenin bidat olduğunu bilip onları menetmemesi mümkün müdür?
Binaenaleyh onlar, Hz. Ali'nin (a.s) Şialarının kurtuluş ehli olduğunu bizzat Hz. Peygamber'in (s.a.a) kendisinden duymuşlardı. İşte bundan dolayı böyle bir makamla iftihar ediyorlar ve ashap açıkça onları Şia ismiyle çağırıyorlardı.
________
Açıklamalar:
1 - Necm: 3.
2 - İbn-i Hallakan "Vefeyat'ul- A'yan"da, Zehebi "Tezkiret'ul- Huffaz"da, Harezmi "Rical-i Müsned-i Ebi Hanife"de ve "Tabakat-i Şafiiyye"de Hafız Ebu Said kendi tarihinde onu övmüş ve güvenilir biri olduğunu söylemiştir. İbn-i Asakir kendi zamanında hadis ehli imamı, ilmi çok, güvenilir ve takvalı bir şahıs ve 550 yılında Ehl-i Sünnet ve'l- cemaat alimleri arasında en bilgin birisiymiş.
3 - Teberri: Beri olma, yüz çevirme, sevmeme uzaklaşma
4 - Gulat: İfratçılar, haddi aşanlar, Hz. Ali'yi Allah ve O'nun ortağı bilenler
ALLAHUMME SALLİ ALA MUHAMMED VE ÂL-İ MUHAMMED VE ACCİL FERECEHUM VE FERECENA BİHİM
Cevapla

“Aleviliğin Tanımı, Tarifi” sayfasına dön