Gönderilme zamanı: 14 Tem 2007, 11:15
2. TATHİR AYETİ
"Ey Ehl-i Beyt! Allah sizen her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz bir hale getirmek diler." (Ahzab, 33).
Şüphesiz ki Allah'ın tertemiz kıldığı ve her türlü pisliği giderdiği şahıslardan maksat, beş zat yani "Al-i Abâ"dır. Bu da bu beş zatın mahlukatın en üstünü ve yeryüzündeki tüm insanların faziletlisi olduklarının en büyük delillerindendir. Bu beş değerli zat ise Resulullah (s.a.a) Hz. Ali (a.s) -ki Kur'an'da Resulullah'ın nefsi olarak vasıflandırılmıştır-, Pğeygamber'in bir parçası ve aynı zamanda rızası, Peygamber'in rızası: gazabı da peygamber'in gazabı olan Hz. Fatıma (a.s) ile nübüvvet bahçesinin iki gülü ve cennet gençlerinin efendisi ve şehid olan Hz. Hasan ve Hüseyin'den (a.s.) ibarettir.
Kesin deliller ve apaçık burhanlar da cübbe (aba) altında toplananların ve haklarında bahsedilen ayetin nazil olduğu kimselerin bu beş mukaddes zattan ibaret olduğunu ispatlamaktadır.[1]
Bunlardan başka hiç kimse bu önemli işe katılmamış ve bahsedilen Abâ'nın altında bunlardan başka hiç kimse girmiştir.
Celaluddin-i Suyuti "Ed Durr-ul Mensur" adlı kitabında[2] mezkur ayetin tefsirinde muhtelif senetlerle ayetteki Ehl-i Beyt'ten muksadın bu beş mukaddes zat olduğuna delalet eden yirmi rivayet nakletmektedir.
Bu babda Peygamber'den nakledilen rivayetlerden birini zikretmek yeterlidir. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmaktadır.[3] "Bu ayet, beş kişi hakkında nazil olmuştur. YAni ben, Ali, Hasan, Hüseyin, ve Fatıma hakkında..."[4]
Bütün İslam mezhepleri bu hususta ittifak etmişlerdir ki "bir gün peygamber, Hasan, Hüseyin, Ali ve Fatıma'yı (aleyhimusselam) bir araya topladı ve hepsini kendisi de dahil cübbesinin altına aldı. Bu ameliyle kendilerini diğerlerinden tamamıyla ayırda ki artık sahabe veya Peygamber'in yakınlarından birisi de bu önemli işe katılmasın. Daha sonra da haklarında nazil olan bu ayet-i şerifeyi okudu. "Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten de Allah sizden her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz bir hale getirmek diler." (Ahzap/33).
İslam Peygamberi, Ehl-i Beyt'ini cübbesi altına topladı ki bu vesileyle hakikatin çehresindeki tüm şek ve şüphe perdeleri kalksın ve değerli inciler sedeften ayrılsın ve insanlar bu mukaddes zatların makam ve mevkisini anlasınlar.
Tathir ayetinin nazil olmasıyla da onların nurani ve melekuti hakikati bir daha açığa çıktı ve bu velayet yıldızlarının nuru daha da bir ışıklandı ve parlamaya başladı.
Gerçekten de bu nurlu hakikatleri daha da iyi tanıttığı için Allah'a şükran borçluyuz.
Ayrıca Peygamber bu kadarla da iktifa etmedi. Mezkur ayetin bu beş zat hakkında nazil olduğunu önemle vurgulamak için mübarek ellerini cübbenin altından altından dışarı çıkararak gökyüzünü doğru açtı ve şöyle buyurdu:
"Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Bunlardan her türlü pisliği (günahı, suçu) gider ve onları tertemiz kıl." Sonra da aynı cümleyi defalarca tekrar etti.
Bu olay, Peygamber'in eşi Ümmü Seleme'nin evinde vuku bulmuştur. Ümmü Seleme de bu olaya bizzat çok yakından tanık olmuş ve Resulullah'ın (s.a.a) tatlı ve manalı sözlerini çok yakından duymuştu. Ümmü Seleme, Peygamber'e şöyle dedi: "Ey Resulullah, acaba ben de sizden miyim?" Sonra da cübbeyi kenara iterek, altına girmek istedi. Ama Peygamber O'nun elini kenara iterek cübbesinin altına girmesine engel oldu ve O'na şöyle buyurdu: "Sen hayr üzeresin."[5] Yani sen hayırlı ve iyi bir kadınsın (ama Ehl-i Beytim'den değilsin.)
Ey Resulullah'ı tanıyan ve O'nun ismet ve hikmet derecesinden haberdar olanlar, sözlerine ve yaptıklarına değer biçenler, Peygamber'in ayeti kerimeyi tebliğ ederken bu zatları abanın altına toplamasına, onları diğerlerinden ayırt etmesine, ayette bunların kastoluluduğunu tekidle vurgulamasından başka bir açıklık getirebilirmisiniz?
Peygamber'in buyurduğu "Ey Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Her türlü pisliği onlardan gider ve onları tertemiz kıl." sözlerinden bu ayetin beş zata ait olmasından başka bir şey anlıyor musunuz?
Acaba azamet ve makam sahibi olan Ümmü Seleme'nin elinden abayı çekmesi ve cübbenin altına girmesine engel olmasından, mezkur sözden başka bir şey anlaşılıyor mu? Nereye gidiyorsunuz? Ne yapmak istiyorsuzun? Allah, Peygamber'in tavsifinde şöyle buyuruyor: "Şüphe yok ki Kur'an büyük bir elçinin sözüdür, kuvvetlidir, Arş sahibinin katında kadri yüce, itaat edilir, emniyetlidir de sizinle konuşan, deli değildir" ki Ehl-i Beyt'ini cübbenin altına toplamas aber bir iş, buyurmuş olduğu "ey Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir..." sözü, hezeyan ve Ümmü Seleme'nin cübbenin altına girmesini engellemesi faydasız bir şey olsun. (Haşa).
Peygamber, kendi istek, düşünce ve tutkularına göre konuşmaz. Bu yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. O'na Şedid-ul Kuvâ olan Cebrâil öğretmiştir.
Elbette Ehl-i Beyt'in cübbe altında bir araya toplanması defalarca vaki olmuştur. Peygamber-i Ekrem bu ameli birkaç defa tekrar etmiştir. Öyle ki bazıları zikredilen ayetin de birkaç defa nazil olduğunu zannetmişlerdir.
Ama doğrusu şudur ki mezkur ayet bir defadan başka nazil olmamıştır. Ama maslahat gereği bu amel birkaç defa tekrarlanmıştır. Yani bir defa ayetin nazil olduğu Ümmü Seleme'nin evinde[6] ve bir defasında da büyük İslam kadını Fatıma'nın (a.s.) evinde her defasında bir araya toplandıklarında Peygamber-i Ekrem (s.a.a.) Mezkur ayeti de tilavet ediyordu, ta kalpleri sayahlaşmış şüphe icad edenlerin sesini boğazlarında hapsetsin. Peygamber tathir Ayeti'nin sadece bu büyük zatlar hakkında nazil olduğunu ve başkalarını kapsamadığını anlatmak için elinden gelen her şeyi yaptı.[7] Öyle ki bunu ilan ederken fitnecilerin çeşitli fitne yollarına, nasibilerin hezeyanlarına yer bırakmadı. Hatta ayet nazil olduktan sonra da Resulullah sabah namazına giderken Hz. Fatıma'nın (a.s.) kapısının önünden geçiyordu ve şöyle buyurdu: "Ey Peygamber'in Ehl-i Beyti namaz vartidir. Şüphesiz ki Allah sizden her türlü pisliği gidermek ve sizleri tertemiz kılmak istemektedir."
Enes'e göre[8] altı ay, İbn-i Abbas'a göre yedi ay ve Nebani[19] ve diğerlerinin naklettiğine göre de sekiz ay boyunca Peygamber hak ortaya çıksın diye bu ameli tekrar etmiştir.
Bunca açık beyanat ve vazih delillerle hakikatın gün ışığına çıktığını ve bu hususta hiçbir şek ve şüpheye yer kalmadığını zannediyoruz. Basiretli ve hakikat ehli kimseler için hiç bir şüpheye yer kalmasa gerek.
Ama Ehl-i Beyt düşmanları, yani Beni Ümeyye ve Hariciler büyük zahmetlere katlanarak bu hakikat karşısında gözelirini kapatarak hakikatın nurlu güneşini görmezlikten gelmeye çalıştılar. Herbirisi bir yol tutarak inat üzere şöyle dediler: "Bu ayet Peygamber'in eşleri hakkında nazil olmuştur." Kendi fasid ve yanlış görüşlerini isbat etmek için de ayetin zahiri akışına bakıp delil getirerek şöyle dediler:
"Ehl-i Beyt yani Peygamber'in eşleri, Zira onlar da Peygamber'in ailesi idiler."
Ehl-i Beyt'in katı düşmanlarından olan İkrime ve Mukatil b. Süleyman bu hususta oldukça ısrar ve inatçılık ediyordu.
Özellikle de İkrime bu hususta çok inatçı biriydi. Pazar ve çarşılarda geziyor ve feryad ederek bu ayetin Peygamber'in eşleri hakkında nazil olduğunu söylüyordu.[10] O bu ayetin Ehl-i Kisa ile hiçbir ilgisi olmadığını beyan ediyor ve bu iddiasını ispat etmek için de ayetin zahirini delil gösteriyordu.
İkrime'nin bu işi beklenmeyen bir şey değildir. Zira O Ali b. Ebi Tabil'in en katı düşmanlarından biriydi ve halkı sürekli Hz. Ali'den (a.s.) uzaklaştırmaya çalışıyordu.
İkrime'nin Biyografisi
Yahya b. Bükeyr şöyle nakletmektedir: İkrime günün birinde Mısır'a gitti. Oradan da Fas'a gitmek istiyordu. O zamanlar da Fas, haricilerin merkezi konumundaydı. Fas topraklarında olan hariciler, mezkur ayetin Peygamber'in eşleri hakkında nazil olduğu görüşünü İkrime'den almışlardır.[11]
Halid b. İmran şöyle diyor:
"Zilhicce'nin ilk on günü Fas'ta idim. O zamanlar İkrime de orada bulunuyordu. İkrime şöyle diyordu: "Keşke ben de Mekke'de olsaydım ve tüm müslümanları kılıçtan geçirseydim." İkrime de haricilerden idi. Hariciler kendileri dışında tüm müslümanların küfrüne, kanlarının helal ve katlinin vacib olduğuna inanmaktadırlar."
Yakubi Hazremi de dedesinden şöyle naklediyor: "Günün birinde İkrime mescidin kapısında durdu ve şöyle dedi: "Bu mescidde kafirlerden başka hiç kimse yok." Zira İkrime Ebaziye grubuna (Haricilerin aşırı bir kolu) mensub idi."
İbn-ul Medyenî de İkrime'nin "Necde-i Haruri" fırkasından olduğuna inanmaktadır. Haruriler ise Emir-el Müminin'e en çok düşman olan harici fırkasıdır.
Mes'ab Zübeyri, İkrime'nin haricilerden, Ata O'nun Ebazi ve Ahmed b. Hanbel de Saferiyye kanadından (haricilerin gulatından) olduğuna inanmaktadırlar.
Eğer bu adamın mahiyet ve pisliği hakkında daha fazla bilgi elde etmek istiyorsanız, Eyyub'un şu sözüne dikkat ediniz: "İkrime, Kur'an'daki müteşabih ayetleri Allah'ın insanları saptırmak için nazil ettiğine inanıyordu!"
İbn-i Ebi Şuayb şöyle diyor: "Muhammed b. Sirin'den İkrime'nin halini sordum. ‘O'nun cennete girmesinden rahatsız olmam ama İkrime yalancı ve kazzab biridir' dedi."
Vuhayb de şöyle diyor: "Yahya b. Said-i Ensari ve Eyyub'un yanında İkrime'nin adı anılınca Yayha "İkrime yalancıdır" dedi. İbn-ul Müseyyib'den İkrime'yi yalancı bildiği nakledilmiştir.
Abdullah b. Haris de şöyle diyor: "Günün birinde Ali b. Abdullah b. Abbas'ın yanına vardım. İkrime zincirlenmiş durumdaydı. Ben O'na şöyle dedim: "Acaba Allah'tan korkmuyor musun?" Bu esnada Ali b. Abdullah da şöyle dedi: "Bu alçak adam (İkrime), babam Abdullah b. Abbas'a yalan atarak bir takım nisbetlerde bulunmaktadır."[12]
İbn-i Müseyyib'in "Berd" adında bir kölesi vardı. O'na şöyle diyordu: "Sakın İkrime'nin İbn-i Abbas'a bir takım yalan şöyleri nisbet verdiği gibi sen de bana nisbet vermeyesin."
Abdullah b. Ömer de kölesine (nafile) aynı şeyi söylüyor ve O'nu yalandan sakındırıyordu.
İbn-i Tavus da şöyle diyor:
"Eğer İkrime takvalı biri olsaydı ve uydurma hadisler nakletmeseydi halk O'na yönelir ve O'ndan da hadisler naklederlerdi."
İbn-i Zueyb'den naklolunmuştur ki: "İkrime'yi gördüm ama O'nu güvenilir birisi bulamadım." Yayha b. Said'den de şöyle naklolunmuştur: "Allah'a andolsun, bana dediler ki, Eyyub'un yanında İkrime'nin kâmil namaz kılmadığı söylenmiş. Eyyub, "İkrime namaz da mı kılıyordu?" demiş."
Muhammed b. Said de şeyle demiştir. "ikrime'nin bilgisi fazla idi. Ama hadisine güvenilmez. Çünkü halk arasında O'nun hakkında bazı söylentiler vardır." Mutarrak b. Abdullah şöyle diyor. "Duydum ki Malik, İkrime'den söz edilmesinden hoşlanmıyor ve O'ndan rivayet edilmesini doğru bulmuyordu."
Ahmed b. Hanbel de "Malik"in bir mesele haricinde İkrime'den hadis naklettiğini görmedim" demiştir. Muabbed-i Seneci diyor: "İkrime ile bir şair olan "Kesir İzze" aynı günde öldüler. Halk İkrime'nin cenazesini terkedip Kesir'in teşyiine gittiler."[13]
Fazl-ı Şaybani de birisinden O'nun kumar ve satranç oynayan biri olduğunu naklediyor. Yezid b. Harun şöyle diyor: İkrime Bosna'ya geldi. Eyyub, Yunus ve Süleyman O'nun yanına gittiler. Aniden bir musikisesi duyuldu. İkrime onlara "susun" dedi ve sonra da musiki dinlemeye koyuldu. Sonra da şöyle dedi:
"Allah öldürsün onu, ne de güzel söylüyor!"
Süleyman ve Yunus ondan sonra asla İkrime'nin yanına dönmediler ve O'na güvenmiyor, O'ndan hiçbir rivayet nakletmiyorlardı. O'nun itibardan düştüğüne inanıyorlardı.
Bu konuda Zehebi'nin Mizanu'l İtidal kitabına bakınız. Dediklerimizin hepsi O kitapta mevcuttur. Bunlara ilave olarak Askalani Fethu-l Bâri'nin mukaddimesinde, İbn-i Hüllekan vefatında, Yakutu'r Rumi İrşadu-l Erib ila marifeti-i Edib kitabında.
Hülasa tüm rical ve dirayet alimleri İkrime'yi kötülemiş ve O'nun güvenilir biri olmadını beyan etmişlerdir.
Şehristani de (Milel ve Nihal kitabında) haricilerin adını zikredince ilk önce İkrime'yi anmaktadır.
Mukatil'in Biyografisi
Mukatil de Hz. Ali b. Ebi Talib'in (a.s) katı düşmanlarından idi. Sürekli Hz. Ali'nin (a.s) fazilet ve menkıbelerini saklamaya çalıyordu. İnsanları hakikatten habersiz bırakıyor ve bu yolda her türlü rezalete katlanıyordu. Yaptıklarının neticesinde de rezil oldu. İbni Lüllekan Vefayâtu-l Ayân'ında İbrahim Harbi'nin dilinden şöyle diyor:
"Mukatil Ali'nin nurlu velayet çırağını söndürmek ve O hazrete mukabelede bulunmak için halka "Arş'tan aşağı istediğiniz her şeyi benden sorun" diyordu. Tesadüfen birisi O'na hac esnasından Adem'in başını kimin traş ettiğini sordu. Mukatil bu hususta hiç bir şey diyemedi."
Zehebi de[14] Cevcani'den naklen bu hususta şöyle diyor: "Mukatil yalancı ve de küstah biriydi. Ebu'l Yeman'dan duydum ki şöyle diyordu: Mukatil buraya geldiği gün sırtını kıbleye çevirerek şöyle dedi: "Arşdan aşağı her ne isterseniz benden sorun." Aynı sözü Mekke'de de tekrarladığını duydum. Orada hazır olanlardan biri "Bana karıncanın bağırsakları nerededir anlat" dedi. Zavallı Mukatil sustu ve hiçbir şey diyemedi. İbni Hullekan, Vefayat kitabında, bu hikayeyi Süfyan b. Uyeyne'den naklen yazmıştır. Bunların yanısıra Mukatil'in boş iddialarda bulunan biri olduğu beyan edildiği gibi inanç açısından da mürcie[15] ve aşırı müşebbihe[16] mezhebinin gulatından (aşırı gidenlerinden) olduğu söylenmektedir. İbn-i Hazm[17] ve Şehristani de Milel ve Nihal kitasında O'nun mürcie olduğunu söylemektedir. Mizanu-l İtidal kitabında Ebu Hanife'den naklen şöyle denilmiş: Cahm, teşbihin nefyinde Allah'ın hiçbir şey olmadığını söyleyecek derecede ileri gitmiş. Buna karşılık Mukatil de teşbihi ispatlamada, Allah'ı mahlukata benzetecek derecede haddi aşmıştır.
Bundan daha ilginç olanı ise İbni Hullekan'ın Vefayati'nden naklen Ebu Hatem b. Hayyan-i Besti'nin şu sözüdür:
"Mukatil, Kur'an tefsiri hususundeki ilmini yahudilerden ve hristiyanlardan almıştır. Zira O'nun Allah'ın sıfatları hakkındaki görüşü tıpkı yahudilerin inancına benzemektedir. Allah'ın zatının tıpkı mahlukat gibi olduğuna inanmaktadır. Bununla birlikte hadis nakli hususunda daha çok yalancı biridir."
Rical ve hadis ilmi alimlerinin İkrime ve Mukatil hakkındaki görüşlerinden bazı numuneler nakletmeye çalıştık.
Bu hususta bir takım daha açık görüş ve nazariyeler de vardır. Ama bu küçük kitaba sığmayacağı için bu miktarla yetiniyoruz. Eğer değerli okuyucu bunca rical ve hadis alimlerinin bu iki kişi hakkındaki görüşlerine dikkatlice bakacak ve üzerinde düşünecek olursa onların mahiyetini anlamakta zorluk çekmez.
Bunca hadis ve rical alimlerinin bu iki kişi hakkında naklettiğimiz görüşleri sayesinde hiçbir müphem ve belirsizliğin kalmadığına inanıyoruz. Böylece bu iki kişi itibar derecesinden düşmüş sayılır ve dolayısıyla da görüşleri batıldır. Özellikle mezkur konuda.
Aslında bu iki kişiye şaşırmamak gerekir. Zira sahib oldukları fazid inanç ve yanlık görüşleri hasebiyle bunlardan, Feygamber'in Ehl-i Beytine kin ve düşmanlıktan başka bir şey beklenilmez. Ehl-i Beyt'in tüm fazilet ve menkıbelerini görmezlikten gelmiş ve onlar hakkında nakledilen tüm açık beyana ve rivayeleri kendi inançları doğrultusunda yorumlayıp tevil etmektedirler.
Evet, düşmanlık ve adavetin gereği budur. Ama aslında İkrime ve Mukatil'i iyice tanıtığı halde onlara itimad edenlere şaşırmak ve onları kınamak gerekir.
Bu iki kişinin durumunu açıkladığımız gibi onların temelden yoksun ve aslı astarı olmayan görüşlerini de beyan etmeye çalışacağız. Bunlar ayetin, zahirde Peygamber'in eşleri hakkında nazil olduğuna inanmaktadırlar. Dolayısıyla da Ehl-i Beyt'ten maksadın Resulullah (s.a.a) eşleri olduğunu söylemektedirler.
Ama bu oldukça zayıf bir iddiadır. Ama Nevadir-ul Usul'un yazarı ile sair dü;şmanlar bu iddianın doğruluğunu ispat etmek için elinden geleni yaptılar. Ama ne yazık ki tüm zahmetleri boşa gitti.
Onların bu işte çaba harcamaları kendine ev yapmaya çalışan örümceğe benzer. "Gerçek şu ki evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilseler." (Ankebut/41)
Şimdi ise apaçık deliller ile bu görüşün batıl olduğunu ispatlamaya çalışacağız:
1- Bu söz ulema istilahında nas karşısında içtihad etmektir. Yani bütün bu mütevatir rivayet ve apaçık beyanatlara rağmen, her şeye gözünü yuman ve "önceki ayetler Peygamber'in eşleri hakkındadır. O halde bu ayet de önceki ayetler gibi Peygamber'in eşleri hususundadır. Zira ayetlerin akışı ve zuhuru bunu gerektirmektedir" diye iddia ederse bu nas karşısında içtihat etmektedir aslında. Zira içtihad sahih nasların olmadığı zaman söz konusudur. Ama bu hususta mütevatir hadisler ile sarih naslar mevcutur. O halde içtihad etmek doğru değildir. Bu konudaki rivayetlerin bazısına işaret ettik.
2- Eğer bu ayet de önceki ayetler gibi peygember'in eşleri hakkında olsaydı cümleler arasında teniz zamirine riayet edilmesi gerekirdi. Yani "Ankum ve yutahhirukum" kelimesi yerine "Ankunne ve Yuahhirukunne" denilmesi gerekirdi. Nitekim Peygamber'in hanımları hakkında olan önceki ayetlerde nüennes kipi kullanılmıştır.
O halde hitap kiplerinin müzekker lafzı suretinde kullanılması bu inancın batıl olduğunun delilidir.
3- Arapça'da sözün güzellik ve belagatına sebep olan cihetlerden biri de birbiriyle irtibatı olan iki cümle arasında yabancı bir cümlenin yer almasıdır. Kur'an'da bu mesele oldukça fazla görülmektedir. Örneğin Allah-u Teala, Mısır Aziz'in karısına olan hitabını anlatırken şeyle buyuruyor: "(Kocası) Doğrusu bu, sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür." dedi. Yusuf sen bundan yüz çevir. Sen de (kadın) günahın dolayısıyla bağışlanma dile." (Yusuf/28-29)
Bu ayetlerdeki "Yusuf sen bundan yüz çevir" ayeti önceki ve sonraki ayetlere yabancı bir ayettir. Yani onlardan ayrı bir cümledir.
Hekeza şu ayet "(Belkıs) Dedi ki "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman orasını bozguna uğratırlar. Ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar. İşte onlar böyle yaparlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de bir bakayım elçiler neyle dönerler." (Nehl/34-35)
Bu ayetlerdeki "İşte onlar böyle yaparlar" önceki ve sonraki ayetlere yabancı bir ayettir. Zira bu ayet Allah'ın kelamıdır ki Belkıs'ın sözleri arasında yer almıştır. Yani Allah Belkıs'ın sözünü naklettikten sonra onu tasdik eder mahiyette "İşte onlar böyle yaparlar" buyurmaktadır.
Hakeza bu ayetlerde mezkur cihet söz konusudur:
"Hayır yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim. Şüphesiz eğer bilirseniz bu gerçekten büyük bir yemindir. Hiç tartışmasız bu bir Kur'an-ı Kerim'dir." (Vakıa/75-77)
Görüldüğü gibi "şüphesiz eğer bilirseniz bu gerçketen büyük bir yemindir" ayeti önceki ve sonraki ayete yabancı bir ayettir ki bu ayetin kendisi de yabancıdır. Yani onlarla ligisi yoktur. Yabancı ayet, yabancı ayet içerisinde gelmiştir. Arapça'da buna "muterize cümlesi" denir.
Hem Kur'an ve sünnette ve hem de fasih konuşan Arapların kelamında bu husus oldukça fazla görülmektedir. Bahis mevzumuz olan tathir ayeti de işte bu kısımdandır. Yani tathir ayeti de Resullah'ın eşleri hakkında nazil olan ayetler arasında "muterize" olarak yer almıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nükte de şudur: Tathir ayetinin mezkur ayetler arasında "muterize" olarak yer almısının nüktesi ise beş mukaddes zatın makamına gösterilen inayet ve teveccühtür. Yani Allah-u Teala peygamberinin diliyle bir takım emir ve nehiylerde bulunuyor ve Resulullah'ın eşlerine öğüt ve nasihatlarda bulunuyor. Çünkü Allah, Pelgamber'in eşlerinin Ehl-i Beyt'in kınanmasına, lekelenmesine veyahut münafıkların bunlara dil uzatmalarına vesile onlamalarını istemiyor. Yani bu beş mukaddes zatın takva, iffet ve şerafet dergahı her türlü kötülük pislik ve uygunsuzluklardan beri ve münezzeh olmalıdır.
Gerçekten de bu mesele büyük semavi kitap Kur'an'ın mucizesinden ve apaçık belagat örneklerinden biridir. Eğer bu muterize cümle ayetlerin arasına getirihmeseydi Kur'an'ın mucizesinden ve apaçık belagat örneklerinden biridir. Eğer bu muterize cümle ayetlerin arasına getirilmeseydi Kur'an'ın bu yönü kâmil olmayacaktı.
4- Tüm müslümanlar Kur'an'ın bugünkü şekliyle (tertibiyle) nazil olmadığı hususunda ittifak ve icma etmişlerdir. O halde ayetlerin tertib ve siyakı, sahih deliller ile boy ölçüşemez. Zira biz bu ayetlerin bugünkü terbiyeyle nazil olduğu hususunda emin değiliz. Dolayısıyla da ayein siyat ve tertibini tathir ayetinin de önce ve sonraki ayeler gibi Peygamber'in eşleri hakkında nazil olduğununu şahidi olarak kabul edemeyiz.
Ayetin siyakından bu mananın istifade edilebileceğini farzetmesek bile nakledilen kesin ve sahih rivayetler sebebiyle ayetin zuhurundan el çekmeli ve zahirinin hilafına yorumlanmalıdır. Bunun Kur'an'ın icaz ve belagatıyla da hiçbir çelişkisi yoktur. Zira biz kesin delillere sahip olduğumuz zaman zahiri manasından el çekmek zorundayız.
(Mesela "Rahman arşa istiva etti" ayetinin zahirine bakılacak olursa Allah'ın tahta oturduğunu dememiz gerekir. Ama öte yandan Allah'ın cisim olmadığını ve dolayısıyla da insanlar gibi oturma keyfiyetinin olmadığını söyleyen kesin delillerimiz olduğu için ayetin zahirinden el çekiyor ve delillere göre mana ediyoruz. Dolayısıyla burada "istiva" kelimesinin "istila" manasına geldiğini söylüyoruz.
Şimdi Başka Bir Hatayı Ele Alalım
Bazıları da demiştir ki ayetteki Ehl-i Beyt'ten maksad kendisine sadaka almanın haram olduğu kimselerdir. Bunlar ise Ben-i Haşim'den olan herkese şamildir. Delil olarak da Sahih-i Müslim'de Hz. Ali'nin (a.s) faziletleri babında Zeyd b. Erkam'dan nakledilen bir rivayeti göstermektedirler.
"Zeyd b. Erkam'a Peygamber'in Ehl-i Beyt'inden maksadın kimler olduğu sorulunca o şöyle dedi:
"Ehl-i Beyt'ten maksad peygamber'in eşleri değildir. Zira kadın ve erkek birbiriyle evleniyor ve bir müddet sonra da kadın boşanınca valideyninin veya kabilesinin yanına dönüyor. O halde Ehl-i Beyt'ten maksad Peygamber'in eşleri olamaz. Belki Peygamber'in Ehl-i Beyt'i kendisine sadaka verilmesi haram olan kimselerdir.
Ama bu istidlal iki açıdan batıl ve yanlışktır:
1- Eğer Sahih-i Müslim'e müracaat eder ve bu rivayete bakacak olursanız bu olayın mezkur ayetin tefsiri ile hiçbir ilgisinin olmadığı anlaşılır. Belki Zeyd b. Erkam'dan sorulan soru Resulullah'ın "Ben sizlere iki değerli şey bırakıyorum. Bunlara sarıldığımız müddetçe asla sapmazsanız. Bunlar Allah'ın kitabı ve benim Ehl-i Beyt'imdir,[18] hadisi ile ilgilidir. Hakikatte ona bu hadisteki Ehl-i Beyt'ten maksadın kimler olduğu sorulmuştur. O da nakledildiği şekilde cevap vermiştir.
(Elbette söylemek gerekir ki bu hadisteki Ehl-i Beyt'ten maksad da tüm tahir imamlardır. Nitekim Resulullah Ehl-i Beyt'ini Kur'an-ı Mecid ile bir arada zikretmiştir. Dolayısıyla da maksad Ehl-i Beyt'in fertleri değildir. Belki genel olarak onların tümünü kapsamaktadır. Zeyd de hadisteki Ehl-i Beyt'ten maksadın onların bir bir ferdleri olduğunu zannetmiş ve de bu esas üzere cevap vermiştir.)
O halde Zeyd b. Erkam genel olarak ayetin tefsinine işaret etmemiştir. Zira ondan ayetin tefsiri sorulmadığı için ayetin tefsirini beyan etmemiştir. Elbete ki ondan ayetin tefsirini soracak olsalardı doğru şekilde cevap verir ve beş mukaddes zatın adını zikrederdi. Nasıl ki ebu Saidi-l Hudri, Mücahid, Kutâde ve diğerleri söylemişlerdir. Bu hususta Peygamber'in açık beyatlarına asla muhalefet etmezdi.
O halde Zeyd'in dediği şeylerin bizim meselemizle hiçbir ilgisi yoktur ve bu rivayet ile istidlalde bulunmak doğru değildir.
2- Farzen birisi "Zeyd'in beyanı ayeti kerimenin tefsiri hakkındadır" diyecek olsa da ona şöyle cevab veririz:
"Bu tefsir, kendi reyine göre yapılan bir tefsirdir ve istidlal açısından hiçbir değeri yoktur. Zira tefsirler Peygamber'e müstenet olmadığı müddetçe hiçbir itibara sahip değildir. O halde nasıl olur da Zeyd'in bu tefsiri (ki reyine göre yapılan bir tefsirdir) apaçık deliller ile sahih nas ve mütevatir hadisler ile boy ölçüşür.
Ama ne yazık ki biz insafsız bir cemaatle karşı karşıyayız. (Bunlar taassubdan uzak bir gözle hakikati göremiyor ve inadı bırakıp hakikatleri tasdik edemiyorlar.)
İnna lillah ve İnna ileyhi râciun.
Fahr-u Razi'nin İlginç Sözü
Razi'nin de bu hususta ilginç bir sözü vardır. Razi, bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: "Ehli Beyt hakkında ihtilaf vardır. Bu hususta çeşitli ve farklı görüşler mevcuttur. Ama en iyisi Bikai'nin görüşüdür. Bikai'ye görü Ehl-i Beyt'ten maksad Resulullah ile birlikte olan herkestir. Yani Resulullah'ın yanında bulunan tüm kadın ve erkekler ve hakeza Resulullah'ın eşleri cariyeleri ve genel olarak Peygamber'in tüm akrabaları Ehl-i Beyt'i sayılmaktadır."
Fahr-u Razi bu akideyi tercih etmektedir. Bu hususta Bikai'yi takip etmiştir. Elbette demek gerekir ki o bu ameliyle Peygamber'in sünnetini de gözardı etmiş olmaktadır. Gerçekten de ilginç bir şeydir!
"Size olsun zahiremiz; peygamber, yakınları
ve onların grubu beniz zahiremdir
zahire aradığımız gün
Fatımîlerin dosluğunu Allah'a yakınlık
için vesile kıldım
yaşadığım müddetçe."
Acaba Ehl-i Beyt'ten Maksad Beş Mukaddes Zat İle Peygamber'in Eşleri Midir?
Bazıları da ayetteki Ehl-i Beyt'ten maksadın hem beş mukaddes zat ve hem de Peygamber'in (s.a.a) eşleri olduğunu ileri sürmüşler ve istilahen ayetin siyakı ile rivayetlerini arasını bulmak istemişlerdir. Ama bu görüş de şu deliller ile batıldır:
1- önceden siyat delilini iptal ettik ve apaçık delillerle siyakın bu meseleye dedil olamayacağını belirttik.
2- Peygamber'in Ümmü Seleme'nin cübbenin içine girmesine engel olması Peygamber'in eşlerinin Ehl-i Beyt'ten olmadığının en açık ve kesin delilidir.
3- Eğer Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'ten (a.s) başkasını da kasdetmiş olsaydı şöyle buyurması gerekirdi: "Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdendir." (Yani tab'iz için olan "min"lafzını kullanırdı. O zaman da ayetin manası şöyle olurdu:
"Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imin bir parçasıdır. Ama Resulullah beylu buyurmadı. Belki Ehl-i Beyt'in bu dört kişiden ibaret olduğunu belirterek "Allah'ım benim Ehl-i Beyt'im bunlardır" diye buyurdu.
İbn-i Hacer'in de "Sevaik" adlı kitapta naklettiği rivayete göreyse Resulullah (s.a.a) mezkur hadisin akabinde şöyle byurmuştur:
"Benim Ehl-i Beyt'imle savaşanlar ile savaşır, onlarla dost olanlarla dost olur ve onlarla düşman olanlarla da düşman olurum."
Ahmed b. Hanbel de Mesned'in de bu babda mezkur hadisi şöyle naklediyor: "Ümmü Seleme diyor ki: Günün birinde peygamber benim odamda idi. Hizmetçi, Ali ve Fatıma'nın evin kapısında durduğunu bildirdi. Resulullah bana şöyle buyurdu: "Benim için Ehl-i Beyt'imden uzaklaş." Ben de peygamberin bu emrine itaat ettim. Bu esnada Ali ve Fatıma girdiler. Henüz çocuk olan Hasan ve Hüseyin de onlarla birlikteydi. Peygamber o iki aziz çocuğu kucağına aldı ve (sevgi dolu) bağrına bastı. Onları öptü. Sonra da bir elini Ali'nin ve bir elini de Fatıma'nın boynuna attı. Onları öpüyordu. Sonunda siyah renkli bir parçayı onların üstüne attı ve hep birlikte bu parçanın altına girdiler. Sonra da Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah'ım Beni ve Ehl-i Beyt'imi rahmetine garket ve bizi azap ateşinden koru."[19]
Şimdi hükmetmeyi siz değerli okuyuculara bırakıyorum. Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den (a.s) ibaret bildiğine iyice dikkat etmelisiniz.
Resulullah bu zatları hep birlikte bir parçanın altına topladı ve onlar hakkında hayır duada bulundu. Resulullah'ın bu işinin heva ve heves üzere olduğunu iddia edebilir miyiz?
Resulullah, "Bu ayet Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma hakkında nazil olmuştur" derken yersiz mi demiştir? Allah'a sığınırım! Veya sabah namazında Ali ve Fatıma'nın kapısında durup "Ey Ehl-i Beyt namaz vaktidir. Allah sizleri tüm günahlardan temizlemek ve sizleri tertemiz kılmak istemektedir" derken heva ve heves üzere mi konuşmaktadır? Allah'a sığınırız.
Acaba Peygamber Ümmü Seleme'ye "Benim için, kalk ve Ehl-i Beyt'imden ayrıl" derken hezeyan mı söylemişti. Allah korusun. Allah'a andolsun ki doğru değildir. Peygamber bu gibi şeylerden beridir. Zira Allah-u Teala O'nun hakkında şöyle diyor:
"Arkadaşınız, gerçekten ne saptı, ne ayrıldı. Ve kendi dileğiyle söz de söylemedi. Sözü, ancak vahyedilen şeyden ibaret." (Neml/2-4)
Bu hususta İmam Ebi Bekir b. Şihabu-d Din, Raşfetu-s Sadi kitabında güzel bir şiir söylemiştir.
"Peygamber'in sözünden başka her şeyi bırakmalı
Güneş doğunca yıldızlar kaybolmalı."
Şimdi De İki Nükteye Teveccüh Ediniz
Birinci nükte şudur: Ayeti Şerife beş mukaddes zatın ismet ve masumiyetine de delalet etmektedir. Zira Keşşaf ve benzerlerinin de dediği gibi ayetteki "rics"den maksad günahtır. Ayetin evvelinde de hasr editı (innema) mevcuttur.
O halde ayetin mazmunu şöyledir: Yani Allah-u Teala sadece sizleri günahlardan temizlemeyi ve tertemiz kılmayı irade etmiştir."
Zaten ismet ve masumiyetin hakikatı da bundan başka bir şekilde tasavvur edilemez.[20]
İkinci nükte: Mezkur ayet dolaylı olarak Ali b. Ebi Talib'in imamet ve hilafetine de delalet etmektedir. Zira O hazret hilafet iddiasında bulundu. Hasan, Hüseyin ve Fatıma da Hz. Ali'nin, Peygamber'in hak halifesi ve naibi olduğunu iddia ettiler.
Öte yandan bu mesele de yakinen bilinmektedir ki bu zatlar asla yalancı değillerdir. Zira, yalan da rics'ten (günahtan) sayılmaktadır. Halbuki Allah-u Teala onları tüm günahlaran tertemiz kılmıştır.
O halde ayet-i şerife, Hz. Ali'nin Resulullah'ın aralıksız halifesi ve hak naibi olduğunun delillerinden biridir.
_________________
Dipnotlar:
[1]- İmam BAğavi, İbn-i Hazin ve müfessirlerden çoğu bu meseleyi Ebu Said-i Hudri ile tabiinden olan Mücahid, Kutade vb. kimselerden nakletmiştir. (Eş Şeref-ul Müebbed liali Muhammed/Yusuf b. İsmail-i Nebhani'nin eseri.) Daha fazla bilgi için imam Ebi Ebi Bekr Şihabuddin Alevi (r.a.)'nın Reşfet-us Sadi kitabına bakınız.
[2]- Şeref-ul Müebbed kitabından naklen
[3]- İbn-i Cerir ve Taberani muhtelif senetlerle bu haberi nakletmektedir. İbn-i HAcer de "Sevaik" adlı kitabında ve Nebehani de "Şeref-ul Müebbed" adlı kitabında (sf. 7) bu rivayetleri nakletmişlerdir.
[4]- İmam Ahmed b. Hanbel de (Sevaik-u Muhrika'nın nakli üzere) Ebu Said-i Hudri'den nakletmektedir ki bu ayet beş kişinin yani Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin hakkında nazil olmuştur.
Bu hadisi diğer birçok muhaddis ve müfessirlerde nakletmiştir. Vahidi, Esbab-un Nüzul'da Ebu Said'den ve İmam Sa'lebi de kendi tefsirinde nakletmiştir.
[5]- Ahmed b. Hanbel kendi "Müsned"inde (6. cüz 323 sayfa) Ümmü Seleme'den nakletmektedir ki Peygamber, Fatıma'ya (a.s.) "Eşin Ali ile çocukların Hasan ve Hüseyin'i yanıma getir." diye buyurdu. Fatıma'da (a.s) onları alıp Peygamber'in huzuruna getirdi. Sonra da hepsinin üzerine Fedeki cübbesini örttü. Daha sonra Peygamber mübarek ellerini onların üzerin koyarak şöyle buyurdu: "Allah'ım, bunlar Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'idir. Rahmet ve bereketin Muhammed'e (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt'ine olsun. Şüphesiz ki sen hamid ve mecidsin."
Ümmü Seleme diyor ki: "Ben cübbeyi elimle kenara iterek altına girmek istedim. Ama Peygamber elimi iterek "Sen hayır üzeresin" diye buyurdu.
Bu hadisi Ebu İshak-ı Sa'lebi tefsirinde ve diğer muhaddis ve müfessirlerde kendi kitaplarında senediyle zikretmişlerdir.
İmam Ahmed b. Hanbel Müsned'inde (c. b sf. 292) Ümmü Seleme'den nakletmektedir ki: "Peygamber O'nun evindeydi. Fatıma içinde muhallebi pişirdiği taştan bir kapla geldi. Peygamber, O'na şöyle buyurdu:
"Eşini ve çocuklarını çağır."
Ümmü Seleme diyor ki: "Hepsi geldiler ve yatağının üzerinde oturmuş olan Peygamber'in yanına oturdular. O'nunla birlikte yemeğe koyuldular. Bir sekinin üzerine oturmuş, hayber malı bir cübbeyi de altına sermişti. Ben de odamda namaz kılıyordum. Sonra, Tathir Ayeti nazil oldu. Peygamber cübbenin fazlalığını alarak onların üstüne örttü ve sonra ellerini göğe doğru açarak şöyle buyurdu: "Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdur. Onlardan pisliği gider, onları tertemiz kıl."
Ben başımı odaya uzatarak, "Ya Resulullah, ben de sizlerden miyim?" dedim. Peygamber:
"Sen hayır üzeresin, Sen hayır üzeresin" diye buyurdu.
Bu hadisi İmam Vahidi, Eshabun Nüzul kitabında, Tathir Ayeti'nin altında, sf. 267'de; İbn-i Cerir-i Taberi'de El Kebir tefsirinde, İbn-i Münzer, İbn-i Ebi Hatem, İbn-i Murdeveyh ve Taberani ve diğerleri de kendi kitaplarında nakletmişlerdir.
Tirmizi, Hakim rivayeti sahih bilmeleriyle birlikte, İbn-i Ebi Cerir, İbn-ul Muner, İbn-iMürdeveyh ve Beyhaki de Sünen kitaplarında farklı senetlerle Ümmü Seleme'den nakletmişlerdir ki:
"Bu ayet bizim evde nazil oldu. Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyn de orada idiler. Peygamber sonra cübbesini onların üzerine örterek şöyle buyurdu: "Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beytim'dir. Onlardan pisliği gider ve onları tertemiz kıl."
Müslim de kendi sahihinde Ali'nin (a.s) faziletleri babında Amr b. Sa'd b. Ebi Vakkas'tan nakletmektedir ki: Muaviye, Sa'd'a şöyle dedi:
"Niçin sen Ali'ye sövmüyorsun?"
Sa'd şöyle cevap verdi: "Ben Peygamber'in Ali (a.s.) hakkında buyurduğu üç sözünü unutamadığım sürece Ali'ye sövmeyeceğim. Bu sözlerden birinin dahi benim hakkımda söylenmiş olmasını, dünyanın en iyi nimetlerine sahip olmaktan daha çok severdim.
Ali'ye kendisiyle birlikte savaşa götürmediği ve de "Ya Resulullah, beni kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun?" dediği bir zamanda Peygamber'in O'na şöyle buyurduğunu duydum:
"Sen Harun'un Musa'ya olan konumuna sahip olmak istemez misin? Sadece benden sonra artık Peygamber gelmeyecektir."
Hayber gününde de Peygamber'in şöyle buyurduğunu işittim:
"Yarın sancağı Allah ve Resulü'nü seven, Allah ve Resulü'nün de kendisini sevdiği birine vereceğim." Sonra da Peygamber'in yanına vardık. Peygamber şöyle buyurdu:
"Ali'yi yanıma çağırın. O'nu gözü ağrıdığı bir halde Peygamber'in huzuruna getirdiler. Peygamber mübarek tükürüğünü O'nun gözüne sürdü ve sancağı O'na teslim etti. Allah da O'nun eliyle zafer nasib etti. Mübahale ayeti nazil olunca da Peygamber Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i yanına cağırdı ve "Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beytim'dir" diye buyurdu.
Hakeza Müslim kendi sahih'inde (Ehl-i Beytim faziletleri babı, c.2, sf. 331) Aişe'den nakletmiştir ki:
"Peygamber bir sabah üzerinde yünden bir siyah bir cübbe olduğu bir halde dışarı çıktı. Hasan O'nun yanına vardı. O'nu cübbesinin altına aldı, sonra da Hüseyin geldi, O'nu da cübbesinin altına aldı. Daha sonra Fatıma geldi, O'nu da cübbesinin altına aldı. Sonra da Ali geldi ve O'nu da cübbesinin altına aldı ve sonra da Tathir ayetini tilavet buyurdular."
Bu hadisi Ahmed b. Hanbel, Müsned kitabında (Aişe'nin hadisleri) ve İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatem, Hakim, "El-Cem' beyn-es' sahiheyn" kitabının sahibi ve "El-cem' beynes Sihah-is Sitte" kitabının sahibe de kendi kitaplarında nakletmişlerdir. Daha fazla bilgi için İmam Ebi Bekr b. Şehabuddin Alevi'nin "Reşfet-üs Sadi" kitabına müracaat ediniz. Bu kadar naklettiğimiz rivayetler de basiret sahibleri için yeterlidir sanırız.
[6]- Geçen hadiste Ümmü Seleme'den nakledilen hadisler de buna delalet etmektedir.
[7]- Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde (4.cüz sf. 107) Vaile b. Eska'dan naklettiği rivayet de buna delalet etmektedir. "Fatıma'nın (a.s.) yanına vardım ve O'na Ali'nin (a.s.) nerede olduğun sordum. "Resulullah'ın yanına gitti." dedi.
Ben O'nu beklemeye koyuldum. Aniden Peygamber teşrif buyurdu. Ali, Hasan, Hüseyin de O'nunla birlikte idiler. Peygamber ve Ali, herbiri Hasan ve Hüseyin'den birinin elini tutmuştu. Peygamber, Ali ve Fatıma'yı yanına çağırdı. Hasan ve Hüseyin'i dizlerine oturttu. Elbisesini onların üzerine örttü ve şöyle dua etti: "Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beytimdir. Onlardan pisliği gider ve onları tertemiz kıl."
Bu hadisi ibn-i Cerir tefsirinde İbn-i munzer, İbn-i Ebi Şeybe, İbn-i Ebi Hatem, Taberani ve Beyhaki da Sünen kitaplarında, Hakimi-i Nişaburi (sahih hadis olduğunu vurgulayarak) ve diğer muhaddis ve hadis hafızları da Vaile'den nakletmişlerdir.
Nebehani de Şeref-ül Müebbed adlı kitabında (sf. 7) şöyle diyor:
Muhtelif tarihlerle nakledilmiştir ki, Peygamber taşrif buyurdu. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin de O'nunla birlikte idiler. Her birisi birinin elinden tutmuş oldukları bir halde içeriye girdiler. Ali ve Fatıma'yı yanına çağırdı. Hasan ve Hüseyin'i dizlerine oturttu. Sonra da üzerlerine cübbesini örttü ve sonra da tathir ayetini tilavet buyurdular.
Ümmü Seleme dedi ki:
"Cübbeyi kenara iterek içine girmek istedim. Ama Peygamber elimi kenara itti. Ben "Ya Resulullah, ben de sizinleyim' dedim. Hazret "Sen Peygamber'in hanımlarındansın ve hayır üzeresin." buyurdular."
[8]- İmam Ahmed b. Hanbel Müsned'inde (c.3, s. 259). Enes b. Malik'ten naklediyor ki: "Peygamber altı ay boyunca sabah namazı için mescide gidince Fatıma'nın (a.s.) evine uğruyor ve şöyle buyuruyordu.
"Namaz ! Ey Ehl-i Beyt! Allah siz Ehl-i Beyt'ten pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor."
Hakim de bu hadisi hakletmiş ve sahih bilmiştir. Tirmizi de bu hadisi hasen kabul etmiştir. İbn-i Ebi Şeybe, İbn-i Cerir, İbn-i Munzer, İbn-i Murdeveyh, Taberani ve diğerleri de Enes'ten nakletmişlerdir. Reşfet-üs Sadi (Ebi Bekr Şehabaddin-i Alevi) kitabına bakınız.
[9]- Şeref-ul Müebbed, sf. 8.
[10]- Öyle ki bir çok kimse bunu hakletmiştir. Vahidi Eshab-un Nüzul kitabında ve İbn-i HAcer de "Sevaik" kitabında bunu rivayet etmiştir.
[11]- Kadı Cuâbi (Kitab-ul Mevâli) İkrime'den söz edince şöyle diyor:
"İkrime haricilerden haruriye fırkasının görüşünü benimsemiş ve Fas'a giderek orada da bu fırkanın görüşlerini yaymaya çalışıyordu." Yakut da Muce'inde Ebi Ali-i Ahvâzi'den naklen İkrime'nin Şerh-i halinde şöyle diyor:
"İkrime Haricilerin görüşünü beğenen ve de müzikten hoş;lanan biriydi."
Denildiği üzere O efendisi İbn-i Abbas'a yalan yere bir takım nisbetlerde bulunuyordu.
[12]- Zehebi "Misan'ul İ'tidal" kitabındaki bu sözünü Abdullah b. Haris'ten nakletmiştir. Yakut da Mu'cem'inde Abdullah b. Haris'ten naklen, İkrime'nin şerh-i halinin beyanında şöyle diyor:
Ali b. Abdullah b. Abbas'ın yanına vardım. Kölesi olan İkrime'yi tuvaletin kapısına bağlamıştı. Ben "Niçin kölene böyle davranıyorsun?" dedim. "Bu alçak adam babama yalan nisbetlerde bulunuyor" dedi.
Yakut, İkrime'nin şerh-i halinin sonlarında Yezid b. Zenad'dan naklen şöyle diyor:
"Ali b. Abdullah b. Mesud'un yanına vardım. İkrime'yi tuvaletin kapısına bağlamış idi. Ben "Bunu niçin böyle yaptın?" dedim.
"Babama yalan nisbetlerde bulunuyor" dedi.
Bu iki rivayete bakılırsa O bazen İbn-i Abbas'a ve bazen de İbn-i Mesud'a yalan nisbetlerde bulunmuştur. Oğulları da O'nu tazir etmişler (cezalandırmışlar).
[13]- Süleyman b. Muabbed Senci şöyle diyor: İkrime ve şair olan "Kesir-ul İzze" bir günde öldüler. Halk Kesir'in cenaze namazını kıldı, ama İkrime'nin cenazesini öylece bıraktılar.
Yakut da Mücem'de bu sözün benserini Reyyaşi, Esmaî, Nafî-i Medeni ve İbn-i Selam'dan naklediyor ki: "Halkın çoğu Kesir'in cenazesini teşyi etmeye gelmişlerdi."
[14]- Mizan-ul İtidal / Mukatil'in Şerh-i Hali
[15]- Mürcie fırkası Hicri ilk askın ortalarında ortaya çıkan bir gruptur. Sıffeyn savaşından sonra büyük günahlardan birine mürtekip olan müslümanın ebedi olarak cehennemde kalıp kalmyacağı bahsi ortaya çıktı. (Mürcie "Erteleyen" manasına olup irca kelimesinden türemiş ve de ismi (faildir) Büyük günah işleyenlerin ebedi cehennemde kalmyacağını söyler. O'nun işini Allah'a havale ederler. Bu hususta Tevbe Süresi'nin 106. ayetini de delil olarak gösterirler:
"Diğer bir kısmı da, Allah'ın emri için ertelenmişlerdir. O bunları ya azaplandıracak veya tevbelerini kabul edecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."
Bu yüzden de onlara mürcie demişlerdir. Bu grup amelsiz imanı sadece bir söz olarak kabul etmektedir. Kelime-i Şehadeti amelden öne geçirmektedirler. Amelleri terkedenleri imanlarının kurtacağını ve insanın imanıyla günah ve küfrüyle de Allah'a itaat edemeyeceğini söylerler.
[16]- Allah'ı mahlukata teşbih edenler. Allah hakkında tecessüm, hareket, intikal, cisimlere hulul etme vb. şeylere inanmaktadırlar. Şia'dan da bir grubun bu inançta olduğunu söylemişlerdir.
Bu grup sekiz kola ayrılmıştır. Beraniye, Muğayyire, Hişamiye, Kerameyi, Kilabiye, Şeybaniye, Zuariye ve Mu'maniye. Bu aşırı mücessime ve müşebbihe fırkaları tüm müslümanlarca red edilmiş ve kabul görmemiştir.
[17]- El-Fasi, 4. c. s. 205
[18]- Burada Ehl-i Beyt'ten maksad 14 masumdur. Zira buna Ehl-i Beyt imamları da dahildir. Bunun delili de Kur'an'ın kenarında zikredilmiş olmalarıdır ki:
"Batıl, ona önünden de, ardından da gleemez." (Fussilet, 42)
"Ehl-i Beyt" ve "İtret"ten maksad bir tüm olarak onların hepsidir. Onlar fert fert irade edilmemiştir. Zeyd b. Erkam da bunu söylemek istemektedir.
[19]- Mesned, 6. cüz, 296. sayfa
[20]- Nebehani de "Şeref-ül Muebbed" adlı kitabının evvelinde bu ayeti zikretmiş ve sonra da bu hususta bazılarının görüşlerini nakletmiştir ki onlar da bu ayetin ismet ve masumiyete delalet ettiğini söylemiştir. Biz, şimdi de O'nun söylediği ibareleri aynen naklediyoruz."
"Muhammed b. Cerir-i Taberi kendi tefsirinde şöyle demiştir: Allah bu ayette şöyle buyurmaktadır:
"Ey Ehl-i Beyt, Allah sizlerdenher türlü kötülük, pislik ve günahı gidermek istemekte ve sizi Allah'a isyandan kaynaklanan tüm pisliklerden (günahlardan) tertemiz kılmayı irade etmektedir.
Ebi Zeyd'den ayetteki "rics"ten maksadın şeytan olduğu nakledilmiştir.
Said b. Kutade şöyle diyor: Ayetteki kimselerden maksad Ehl-i Beyt'tir ki Allah, onlardan tüm pislikleri gidermiş ve onları kendi özel rahmetine mazhar kılmıştır."
İbn-i Atiyye şöyle diyor: "Rics günah, azab, necaset ve noksanlıklar hakkında kullanılmaktadır. Allah Ehl-i Beyti bütün bunlardan beri kılmıştır."
İmam Nevevi de diyor ki: "Rics şek, azab ve günah anlamındadır."
Ezheri de şöyle diyor:
"Rics, her türlü pis şeye (amel olsun veya başka bir şey olsun) denmektedir. Hakeza Muhyiddin İbni Arabi de Futuhat'ın 29. babında "rics"in "utanç verici" şeyler olduğunu söylemiş ve şöyle beyan etmiştir.
Peygamber, Allah'ın kendinden ve Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği giderdiğini hatırlatmıştır. Rics utanç verici şeylere şamil olmaktadır. Zira "rics" her türlü pislik manasını ifade eder "kazr" kelimesi ile eşanlamlıdır."
Kâriler de böyle nakletmiştir...
"Ey Ehl-i Beyt! Allah sizen her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz bir hale getirmek diler." (Ahzab, 33).
Şüphesiz ki Allah'ın tertemiz kıldığı ve her türlü pisliği giderdiği şahıslardan maksat, beş zat yani "Al-i Abâ"dır. Bu da bu beş zatın mahlukatın en üstünü ve yeryüzündeki tüm insanların faziletlisi olduklarının en büyük delillerindendir. Bu beş değerli zat ise Resulullah (s.a.a) Hz. Ali (a.s) -ki Kur'an'da Resulullah'ın nefsi olarak vasıflandırılmıştır-, Pğeygamber'in bir parçası ve aynı zamanda rızası, Peygamber'in rızası: gazabı da peygamber'in gazabı olan Hz. Fatıma (a.s) ile nübüvvet bahçesinin iki gülü ve cennet gençlerinin efendisi ve şehid olan Hz. Hasan ve Hüseyin'den (a.s.) ibarettir.
Kesin deliller ve apaçık burhanlar da cübbe (aba) altında toplananların ve haklarında bahsedilen ayetin nazil olduğu kimselerin bu beş mukaddes zattan ibaret olduğunu ispatlamaktadır.[1]
Bunlardan başka hiç kimse bu önemli işe katılmamış ve bahsedilen Abâ'nın altında bunlardan başka hiç kimse girmiştir.
Celaluddin-i Suyuti "Ed Durr-ul Mensur" adlı kitabında[2] mezkur ayetin tefsirinde muhtelif senetlerle ayetteki Ehl-i Beyt'ten muksadın bu beş mukaddes zat olduğuna delalet eden yirmi rivayet nakletmektedir.
Bu babda Peygamber'den nakledilen rivayetlerden birini zikretmek yeterlidir. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmaktadır.[3] "Bu ayet, beş kişi hakkında nazil olmuştur. YAni ben, Ali, Hasan, Hüseyin, ve Fatıma hakkında..."[4]
Bütün İslam mezhepleri bu hususta ittifak etmişlerdir ki "bir gün peygamber, Hasan, Hüseyin, Ali ve Fatıma'yı (aleyhimusselam) bir araya topladı ve hepsini kendisi de dahil cübbesinin altına aldı. Bu ameliyle kendilerini diğerlerinden tamamıyla ayırda ki artık sahabe veya Peygamber'in yakınlarından birisi de bu önemli işe katılmasın. Daha sonra da haklarında nazil olan bu ayet-i şerifeyi okudu. "Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten de Allah sizden her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tertemiz bir hale getirmek diler." (Ahzap/33).
İslam Peygamberi, Ehl-i Beyt'ini cübbesi altına topladı ki bu vesileyle hakikatin çehresindeki tüm şek ve şüphe perdeleri kalksın ve değerli inciler sedeften ayrılsın ve insanlar bu mukaddes zatların makam ve mevkisini anlasınlar.
Tathir ayetinin nazil olmasıyla da onların nurani ve melekuti hakikati bir daha açığa çıktı ve bu velayet yıldızlarının nuru daha da bir ışıklandı ve parlamaya başladı.
Gerçekten de bu nurlu hakikatleri daha da iyi tanıttığı için Allah'a şükran borçluyuz.
Ayrıca Peygamber bu kadarla da iktifa etmedi. Mezkur ayetin bu beş zat hakkında nazil olduğunu önemle vurgulamak için mübarek ellerini cübbenin altından altından dışarı çıkararak gökyüzünü doğru açtı ve şöyle buyurdu:
"Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Bunlardan her türlü pisliği (günahı, suçu) gider ve onları tertemiz kıl." Sonra da aynı cümleyi defalarca tekrar etti.
Bu olay, Peygamber'in eşi Ümmü Seleme'nin evinde vuku bulmuştur. Ümmü Seleme de bu olaya bizzat çok yakından tanık olmuş ve Resulullah'ın (s.a.a) tatlı ve manalı sözlerini çok yakından duymuştu. Ümmü Seleme, Peygamber'e şöyle dedi: "Ey Resulullah, acaba ben de sizden miyim?" Sonra da cübbeyi kenara iterek, altına girmek istedi. Ama Peygamber O'nun elini kenara iterek cübbesinin altına girmesine engel oldu ve O'na şöyle buyurdu: "Sen hayr üzeresin."[5] Yani sen hayırlı ve iyi bir kadınsın (ama Ehl-i Beytim'den değilsin.)
Ey Resulullah'ı tanıyan ve O'nun ismet ve hikmet derecesinden haberdar olanlar, sözlerine ve yaptıklarına değer biçenler, Peygamber'in ayeti kerimeyi tebliğ ederken bu zatları abanın altına toplamasına, onları diğerlerinden ayırt etmesine, ayette bunların kastoluluduğunu tekidle vurgulamasından başka bir açıklık getirebilirmisiniz?
Peygamber'in buyurduğu "Ey Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir. Her türlü pisliği onlardan gider ve onları tertemiz kıl." sözlerinden bu ayetin beş zata ait olmasından başka bir şey anlıyor musunuz?
Acaba azamet ve makam sahibi olan Ümmü Seleme'nin elinden abayı çekmesi ve cübbenin altına girmesine engel olmasından, mezkur sözden başka bir şey anlaşılıyor mu? Nereye gidiyorsunuz? Ne yapmak istiyorsuzun? Allah, Peygamber'in tavsifinde şöyle buyuruyor: "Şüphe yok ki Kur'an büyük bir elçinin sözüdür, kuvvetlidir, Arş sahibinin katında kadri yüce, itaat edilir, emniyetlidir de sizinle konuşan, deli değildir" ki Ehl-i Beyt'ini cübbenin altına toplamas aber bir iş, buyurmuş olduğu "ey Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdir..." sözü, hezeyan ve Ümmü Seleme'nin cübbenin altına girmesini engellemesi faydasız bir şey olsun. (Haşa).
Peygamber, kendi istek, düşünce ve tutkularına göre konuşmaz. Bu yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. O'na Şedid-ul Kuvâ olan Cebrâil öğretmiştir.
Elbette Ehl-i Beyt'in cübbe altında bir araya toplanması defalarca vaki olmuştur. Peygamber-i Ekrem bu ameli birkaç defa tekrar etmiştir. Öyle ki bazıları zikredilen ayetin de birkaç defa nazil olduğunu zannetmişlerdir.
Ama doğrusu şudur ki mezkur ayet bir defadan başka nazil olmamıştır. Ama maslahat gereği bu amel birkaç defa tekrarlanmıştır. Yani bir defa ayetin nazil olduğu Ümmü Seleme'nin evinde[6] ve bir defasında da büyük İslam kadını Fatıma'nın (a.s.) evinde her defasında bir araya toplandıklarında Peygamber-i Ekrem (s.a.a.) Mezkur ayeti de tilavet ediyordu, ta kalpleri sayahlaşmış şüphe icad edenlerin sesini boğazlarında hapsetsin. Peygamber tathir Ayeti'nin sadece bu büyük zatlar hakkında nazil olduğunu ve başkalarını kapsamadığını anlatmak için elinden gelen her şeyi yaptı.[7] Öyle ki bunu ilan ederken fitnecilerin çeşitli fitne yollarına, nasibilerin hezeyanlarına yer bırakmadı. Hatta ayet nazil olduktan sonra da Resulullah sabah namazına giderken Hz. Fatıma'nın (a.s.) kapısının önünden geçiyordu ve şöyle buyurdu: "Ey Peygamber'in Ehl-i Beyti namaz vartidir. Şüphesiz ki Allah sizden her türlü pisliği gidermek ve sizleri tertemiz kılmak istemektedir."
Enes'e göre[8] altı ay, İbn-i Abbas'a göre yedi ay ve Nebani[19] ve diğerlerinin naklettiğine göre de sekiz ay boyunca Peygamber hak ortaya çıksın diye bu ameli tekrar etmiştir.
Bunca açık beyanat ve vazih delillerle hakikatın gün ışığına çıktığını ve bu hususta hiçbir şek ve şüpheye yer kalmadığını zannediyoruz. Basiretli ve hakikat ehli kimseler için hiç bir şüpheye yer kalmasa gerek.
Ama Ehl-i Beyt düşmanları, yani Beni Ümeyye ve Hariciler büyük zahmetlere katlanarak bu hakikat karşısında gözelirini kapatarak hakikatın nurlu güneşini görmezlikten gelmeye çalıştılar. Herbirisi bir yol tutarak inat üzere şöyle dediler: "Bu ayet Peygamber'in eşleri hakkında nazil olmuştur." Kendi fasid ve yanlış görüşlerini isbat etmek için de ayetin zahiri akışına bakıp delil getirerek şöyle dediler:
"Ehl-i Beyt yani Peygamber'in eşleri, Zira onlar da Peygamber'in ailesi idiler."
Ehl-i Beyt'in katı düşmanlarından olan İkrime ve Mukatil b. Süleyman bu hususta oldukça ısrar ve inatçılık ediyordu.
Özellikle de İkrime bu hususta çok inatçı biriydi. Pazar ve çarşılarda geziyor ve feryad ederek bu ayetin Peygamber'in eşleri hakkında nazil olduğunu söylüyordu.[10] O bu ayetin Ehl-i Kisa ile hiçbir ilgisi olmadığını beyan ediyor ve bu iddiasını ispat etmek için de ayetin zahirini delil gösteriyordu.
İkrime'nin bu işi beklenmeyen bir şey değildir. Zira O Ali b. Ebi Tabil'in en katı düşmanlarından biriydi ve halkı sürekli Hz. Ali'den (a.s.) uzaklaştırmaya çalışıyordu.
İkrime'nin Biyografisi
Yahya b. Bükeyr şöyle nakletmektedir: İkrime günün birinde Mısır'a gitti. Oradan da Fas'a gitmek istiyordu. O zamanlar da Fas, haricilerin merkezi konumundaydı. Fas topraklarında olan hariciler, mezkur ayetin Peygamber'in eşleri hakkında nazil olduğu görüşünü İkrime'den almışlardır.[11]
Halid b. İmran şöyle diyor:
"Zilhicce'nin ilk on günü Fas'ta idim. O zamanlar İkrime de orada bulunuyordu. İkrime şöyle diyordu: "Keşke ben de Mekke'de olsaydım ve tüm müslümanları kılıçtan geçirseydim." İkrime de haricilerden idi. Hariciler kendileri dışında tüm müslümanların küfrüne, kanlarının helal ve katlinin vacib olduğuna inanmaktadırlar."
Yakubi Hazremi de dedesinden şöyle naklediyor: "Günün birinde İkrime mescidin kapısında durdu ve şöyle dedi: "Bu mescidde kafirlerden başka hiç kimse yok." Zira İkrime Ebaziye grubuna (Haricilerin aşırı bir kolu) mensub idi."
İbn-ul Medyenî de İkrime'nin "Necde-i Haruri" fırkasından olduğuna inanmaktadır. Haruriler ise Emir-el Müminin'e en çok düşman olan harici fırkasıdır.
Mes'ab Zübeyri, İkrime'nin haricilerden, Ata O'nun Ebazi ve Ahmed b. Hanbel de Saferiyye kanadından (haricilerin gulatından) olduğuna inanmaktadırlar.
Eğer bu adamın mahiyet ve pisliği hakkında daha fazla bilgi elde etmek istiyorsanız, Eyyub'un şu sözüne dikkat ediniz: "İkrime, Kur'an'daki müteşabih ayetleri Allah'ın insanları saptırmak için nazil ettiğine inanıyordu!"
İbn-i Ebi Şuayb şöyle diyor: "Muhammed b. Sirin'den İkrime'nin halini sordum. ‘O'nun cennete girmesinden rahatsız olmam ama İkrime yalancı ve kazzab biridir' dedi."
Vuhayb de şöyle diyor: "Yahya b. Said-i Ensari ve Eyyub'un yanında İkrime'nin adı anılınca Yayha "İkrime yalancıdır" dedi. İbn-ul Müseyyib'den İkrime'yi yalancı bildiği nakledilmiştir.
Abdullah b. Haris de şöyle diyor: "Günün birinde Ali b. Abdullah b. Abbas'ın yanına vardım. İkrime zincirlenmiş durumdaydı. Ben O'na şöyle dedim: "Acaba Allah'tan korkmuyor musun?" Bu esnada Ali b. Abdullah da şöyle dedi: "Bu alçak adam (İkrime), babam Abdullah b. Abbas'a yalan atarak bir takım nisbetlerde bulunmaktadır."[12]
İbn-i Müseyyib'in "Berd" adında bir kölesi vardı. O'na şöyle diyordu: "Sakın İkrime'nin İbn-i Abbas'a bir takım yalan şöyleri nisbet verdiği gibi sen de bana nisbet vermeyesin."
Abdullah b. Ömer de kölesine (nafile) aynı şeyi söylüyor ve O'nu yalandan sakındırıyordu.
İbn-i Tavus da şöyle diyor:
"Eğer İkrime takvalı biri olsaydı ve uydurma hadisler nakletmeseydi halk O'na yönelir ve O'ndan da hadisler naklederlerdi."
İbn-i Zueyb'den naklolunmuştur ki: "İkrime'yi gördüm ama O'nu güvenilir birisi bulamadım." Yayha b. Said'den de şöyle naklolunmuştur: "Allah'a andolsun, bana dediler ki, Eyyub'un yanında İkrime'nin kâmil namaz kılmadığı söylenmiş. Eyyub, "İkrime namaz da mı kılıyordu?" demiş."
Muhammed b. Said de şeyle demiştir. "ikrime'nin bilgisi fazla idi. Ama hadisine güvenilmez. Çünkü halk arasında O'nun hakkında bazı söylentiler vardır." Mutarrak b. Abdullah şöyle diyor. "Duydum ki Malik, İkrime'den söz edilmesinden hoşlanmıyor ve O'ndan rivayet edilmesini doğru bulmuyordu."
Ahmed b. Hanbel de "Malik"in bir mesele haricinde İkrime'den hadis naklettiğini görmedim" demiştir. Muabbed-i Seneci diyor: "İkrime ile bir şair olan "Kesir İzze" aynı günde öldüler. Halk İkrime'nin cenazesini terkedip Kesir'in teşyiine gittiler."[13]
Fazl-ı Şaybani de birisinden O'nun kumar ve satranç oynayan biri olduğunu naklediyor. Yezid b. Harun şöyle diyor: İkrime Bosna'ya geldi. Eyyub, Yunus ve Süleyman O'nun yanına gittiler. Aniden bir musikisesi duyuldu. İkrime onlara "susun" dedi ve sonra da musiki dinlemeye koyuldu. Sonra da şöyle dedi:
"Allah öldürsün onu, ne de güzel söylüyor!"
Süleyman ve Yunus ondan sonra asla İkrime'nin yanına dönmediler ve O'na güvenmiyor, O'ndan hiçbir rivayet nakletmiyorlardı. O'nun itibardan düştüğüne inanıyorlardı.
Bu konuda Zehebi'nin Mizanu'l İtidal kitabına bakınız. Dediklerimizin hepsi O kitapta mevcuttur. Bunlara ilave olarak Askalani Fethu-l Bâri'nin mukaddimesinde, İbn-i Hüllekan vefatında, Yakutu'r Rumi İrşadu-l Erib ila marifeti-i Edib kitabında.
Hülasa tüm rical ve dirayet alimleri İkrime'yi kötülemiş ve O'nun güvenilir biri olmadını beyan etmişlerdir.
Şehristani de (Milel ve Nihal kitabında) haricilerin adını zikredince ilk önce İkrime'yi anmaktadır.
Mukatil'in Biyografisi
Mukatil de Hz. Ali b. Ebi Talib'in (a.s) katı düşmanlarından idi. Sürekli Hz. Ali'nin (a.s) fazilet ve menkıbelerini saklamaya çalıyordu. İnsanları hakikatten habersiz bırakıyor ve bu yolda her türlü rezalete katlanıyordu. Yaptıklarının neticesinde de rezil oldu. İbni Lüllekan Vefayâtu-l Ayân'ında İbrahim Harbi'nin dilinden şöyle diyor:
"Mukatil Ali'nin nurlu velayet çırağını söndürmek ve O hazrete mukabelede bulunmak için halka "Arş'tan aşağı istediğiniz her şeyi benden sorun" diyordu. Tesadüfen birisi O'na hac esnasından Adem'in başını kimin traş ettiğini sordu. Mukatil bu hususta hiç bir şey diyemedi."
Zehebi de[14] Cevcani'den naklen bu hususta şöyle diyor: "Mukatil yalancı ve de küstah biriydi. Ebu'l Yeman'dan duydum ki şöyle diyordu: Mukatil buraya geldiği gün sırtını kıbleye çevirerek şöyle dedi: "Arşdan aşağı her ne isterseniz benden sorun." Aynı sözü Mekke'de de tekrarladığını duydum. Orada hazır olanlardan biri "Bana karıncanın bağırsakları nerededir anlat" dedi. Zavallı Mukatil sustu ve hiçbir şey diyemedi. İbni Hullekan, Vefayat kitabında, bu hikayeyi Süfyan b. Uyeyne'den naklen yazmıştır. Bunların yanısıra Mukatil'in boş iddialarda bulunan biri olduğu beyan edildiği gibi inanç açısından da mürcie[15] ve aşırı müşebbihe[16] mezhebinin gulatından (aşırı gidenlerinden) olduğu söylenmektedir. İbn-i Hazm[17] ve Şehristani de Milel ve Nihal kitasında O'nun mürcie olduğunu söylemektedir. Mizanu-l İtidal kitabında Ebu Hanife'den naklen şöyle denilmiş: Cahm, teşbihin nefyinde Allah'ın hiçbir şey olmadığını söyleyecek derecede ileri gitmiş. Buna karşılık Mukatil de teşbihi ispatlamada, Allah'ı mahlukata benzetecek derecede haddi aşmıştır.
Bundan daha ilginç olanı ise İbni Hullekan'ın Vefayati'nden naklen Ebu Hatem b. Hayyan-i Besti'nin şu sözüdür:
"Mukatil, Kur'an tefsiri hususundeki ilmini yahudilerden ve hristiyanlardan almıştır. Zira O'nun Allah'ın sıfatları hakkındaki görüşü tıpkı yahudilerin inancına benzemektedir. Allah'ın zatının tıpkı mahlukat gibi olduğuna inanmaktadır. Bununla birlikte hadis nakli hususunda daha çok yalancı biridir."
Rical ve hadis ilmi alimlerinin İkrime ve Mukatil hakkındaki görüşlerinden bazı numuneler nakletmeye çalıştık.
Bu hususta bir takım daha açık görüş ve nazariyeler de vardır. Ama bu küçük kitaba sığmayacağı için bu miktarla yetiniyoruz. Eğer değerli okuyucu bunca rical ve hadis alimlerinin bu iki kişi hakkındaki görüşlerine dikkatlice bakacak ve üzerinde düşünecek olursa onların mahiyetini anlamakta zorluk çekmez.
Bunca hadis ve rical alimlerinin bu iki kişi hakkında naklettiğimiz görüşleri sayesinde hiçbir müphem ve belirsizliğin kalmadığına inanıyoruz. Böylece bu iki kişi itibar derecesinden düşmüş sayılır ve dolayısıyla da görüşleri batıldır. Özellikle mezkur konuda.
Aslında bu iki kişiye şaşırmamak gerekir. Zira sahib oldukları fazid inanç ve yanlık görüşleri hasebiyle bunlardan, Feygamber'in Ehl-i Beytine kin ve düşmanlıktan başka bir şey beklenilmez. Ehl-i Beyt'in tüm fazilet ve menkıbelerini görmezlikten gelmiş ve onlar hakkında nakledilen tüm açık beyana ve rivayeleri kendi inançları doğrultusunda yorumlayıp tevil etmektedirler.
Evet, düşmanlık ve adavetin gereği budur. Ama aslında İkrime ve Mukatil'i iyice tanıtığı halde onlara itimad edenlere şaşırmak ve onları kınamak gerekir.
Bu iki kişinin durumunu açıkladığımız gibi onların temelden yoksun ve aslı astarı olmayan görüşlerini de beyan etmeye çalışacağız. Bunlar ayetin, zahirde Peygamber'in eşleri hakkında nazil olduğuna inanmaktadırlar. Dolayısıyla da Ehl-i Beyt'ten maksadın Resulullah (s.a.a) eşleri olduğunu söylemektedirler.
Ama bu oldukça zayıf bir iddiadır. Ama Nevadir-ul Usul'un yazarı ile sair dü;şmanlar bu iddianın doğruluğunu ispat etmek için elinden geleni yaptılar. Ama ne yazık ki tüm zahmetleri boşa gitti.
Onların bu işte çaba harcamaları kendine ev yapmaya çalışan örümceğe benzer. "Gerçek şu ki evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilseler." (Ankebut/41)
Şimdi ise apaçık deliller ile bu görüşün batıl olduğunu ispatlamaya çalışacağız:
1- Bu söz ulema istilahında nas karşısında içtihad etmektir. Yani bütün bu mütevatir rivayet ve apaçık beyanatlara rağmen, her şeye gözünü yuman ve "önceki ayetler Peygamber'in eşleri hakkındadır. O halde bu ayet de önceki ayetler gibi Peygamber'in eşleri hususundadır. Zira ayetlerin akışı ve zuhuru bunu gerektirmektedir" diye iddia ederse bu nas karşısında içtihat etmektedir aslında. Zira içtihad sahih nasların olmadığı zaman söz konusudur. Ama bu hususta mütevatir hadisler ile sarih naslar mevcutur. O halde içtihad etmek doğru değildir. Bu konudaki rivayetlerin bazısına işaret ettik.
2- Eğer bu ayet de önceki ayetler gibi peygember'in eşleri hakkında olsaydı cümleler arasında teniz zamirine riayet edilmesi gerekirdi. Yani "Ankum ve yutahhirukum" kelimesi yerine "Ankunne ve Yuahhirukunne" denilmesi gerekirdi. Nitekim Peygamber'in hanımları hakkında olan önceki ayetlerde nüennes kipi kullanılmıştır.
O halde hitap kiplerinin müzekker lafzı suretinde kullanılması bu inancın batıl olduğunun delilidir.
3- Arapça'da sözün güzellik ve belagatına sebep olan cihetlerden biri de birbiriyle irtibatı olan iki cümle arasında yabancı bir cümlenin yer almasıdır. Kur'an'da bu mesele oldukça fazla görülmektedir. Örneğin Allah-u Teala, Mısır Aziz'in karısına olan hitabını anlatırken şeyle buyuruyor: "(Kocası) Doğrusu bu, sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür." dedi. Yusuf sen bundan yüz çevir. Sen de (kadın) günahın dolayısıyla bağışlanma dile." (Yusuf/28-29)
Bu ayetlerdeki "Yusuf sen bundan yüz çevir" ayeti önceki ve sonraki ayetlere yabancı bir ayettir. Yani onlardan ayrı bir cümledir.
Hekeza şu ayet "(Belkıs) Dedi ki "Gerçekten hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman orasını bozguna uğratırlar. Ve halkından onur sahibi olanları hor ve aşağılık kılarlar. İşte onlar böyle yaparlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de bir bakayım elçiler neyle dönerler." (Nehl/34-35)
Bu ayetlerdeki "İşte onlar böyle yaparlar" önceki ve sonraki ayetlere yabancı bir ayettir. Zira bu ayet Allah'ın kelamıdır ki Belkıs'ın sözleri arasında yer almıştır. Yani Allah Belkıs'ın sözünü naklettikten sonra onu tasdik eder mahiyette "İşte onlar böyle yaparlar" buyurmaktadır.
Hakeza bu ayetlerde mezkur cihet söz konusudur:
"Hayır yıldızların yer (mevki)lerine yemin ederim. Şüphesiz eğer bilirseniz bu gerçekten büyük bir yemindir. Hiç tartışmasız bu bir Kur'an-ı Kerim'dir." (Vakıa/75-77)
Görüldüğü gibi "şüphesiz eğer bilirseniz bu gerçketen büyük bir yemindir" ayeti önceki ve sonraki ayete yabancı bir ayettir ki bu ayetin kendisi de yabancıdır. Yani onlarla ligisi yoktur. Yabancı ayet, yabancı ayet içerisinde gelmiştir. Arapça'da buna "muterize cümlesi" denir.
Hem Kur'an ve sünnette ve hem de fasih konuşan Arapların kelamında bu husus oldukça fazla görülmektedir. Bahis mevzumuz olan tathir ayeti de işte bu kısımdandır. Yani tathir ayeti de Resullah'ın eşleri hakkında nazil olan ayetler arasında "muterize" olarak yer almıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nükte de şudur: Tathir ayetinin mezkur ayetler arasında "muterize" olarak yer almısının nüktesi ise beş mukaddes zatın makamına gösterilen inayet ve teveccühtür. Yani Allah-u Teala peygamberinin diliyle bir takım emir ve nehiylerde bulunuyor ve Resulullah'ın eşlerine öğüt ve nasihatlarda bulunuyor. Çünkü Allah, Pelgamber'in eşlerinin Ehl-i Beyt'in kınanmasına, lekelenmesine veyahut münafıkların bunlara dil uzatmalarına vesile onlamalarını istemiyor. Yani bu beş mukaddes zatın takva, iffet ve şerafet dergahı her türlü kötülük pislik ve uygunsuzluklardan beri ve münezzeh olmalıdır.
Gerçekten de bu mesele büyük semavi kitap Kur'an'ın mucizesinden ve apaçık belagat örneklerinden biridir. Eğer bu muterize cümle ayetlerin arasına getirihmeseydi Kur'an'ın mucizesinden ve apaçık belagat örneklerinden biridir. Eğer bu muterize cümle ayetlerin arasına getirilmeseydi Kur'an'ın bu yönü kâmil olmayacaktı.
4- Tüm müslümanlar Kur'an'ın bugünkü şekliyle (tertibiyle) nazil olmadığı hususunda ittifak ve icma etmişlerdir. O halde ayetlerin tertib ve siyakı, sahih deliller ile boy ölçüşemez. Zira biz bu ayetlerin bugünkü terbiyeyle nazil olduğu hususunda emin değiliz. Dolayısıyla da ayein siyat ve tertibini tathir ayetinin de önce ve sonraki ayeler gibi Peygamber'in eşleri hakkında nazil olduğununu şahidi olarak kabul edemeyiz.
Ayetin siyakından bu mananın istifade edilebileceğini farzetmesek bile nakledilen kesin ve sahih rivayetler sebebiyle ayetin zuhurundan el çekmeli ve zahirinin hilafına yorumlanmalıdır. Bunun Kur'an'ın icaz ve belagatıyla da hiçbir çelişkisi yoktur. Zira biz kesin delillere sahip olduğumuz zaman zahiri manasından el çekmek zorundayız.
(Mesela "Rahman arşa istiva etti" ayetinin zahirine bakılacak olursa Allah'ın tahta oturduğunu dememiz gerekir. Ama öte yandan Allah'ın cisim olmadığını ve dolayısıyla da insanlar gibi oturma keyfiyetinin olmadığını söyleyen kesin delillerimiz olduğu için ayetin zahirinden el çekiyor ve delillere göre mana ediyoruz. Dolayısıyla burada "istiva" kelimesinin "istila" manasına geldiğini söylüyoruz.
Şimdi Başka Bir Hatayı Ele Alalım
Bazıları da demiştir ki ayetteki Ehl-i Beyt'ten maksad kendisine sadaka almanın haram olduğu kimselerdir. Bunlar ise Ben-i Haşim'den olan herkese şamildir. Delil olarak da Sahih-i Müslim'de Hz. Ali'nin (a.s) faziletleri babında Zeyd b. Erkam'dan nakledilen bir rivayeti göstermektedirler.
"Zeyd b. Erkam'a Peygamber'in Ehl-i Beyt'inden maksadın kimler olduğu sorulunca o şöyle dedi:
"Ehl-i Beyt'ten maksad peygamber'in eşleri değildir. Zira kadın ve erkek birbiriyle evleniyor ve bir müddet sonra da kadın boşanınca valideyninin veya kabilesinin yanına dönüyor. O halde Ehl-i Beyt'ten maksad Peygamber'in eşleri olamaz. Belki Peygamber'in Ehl-i Beyt'i kendisine sadaka verilmesi haram olan kimselerdir.
Ama bu istidlal iki açıdan batıl ve yanlışktır:
1- Eğer Sahih-i Müslim'e müracaat eder ve bu rivayete bakacak olursanız bu olayın mezkur ayetin tefsiri ile hiçbir ilgisinin olmadığı anlaşılır. Belki Zeyd b. Erkam'dan sorulan soru Resulullah'ın "Ben sizlere iki değerli şey bırakıyorum. Bunlara sarıldığımız müddetçe asla sapmazsanız. Bunlar Allah'ın kitabı ve benim Ehl-i Beyt'imdir,[18] hadisi ile ilgilidir. Hakikatte ona bu hadisteki Ehl-i Beyt'ten maksadın kimler olduğu sorulmuştur. O da nakledildiği şekilde cevap vermiştir.
(Elbette söylemek gerekir ki bu hadisteki Ehl-i Beyt'ten maksad da tüm tahir imamlardır. Nitekim Resulullah Ehl-i Beyt'ini Kur'an-ı Mecid ile bir arada zikretmiştir. Dolayısıyla da maksad Ehl-i Beyt'in fertleri değildir. Belki genel olarak onların tümünü kapsamaktadır. Zeyd de hadisteki Ehl-i Beyt'ten maksadın onların bir bir ferdleri olduğunu zannetmiş ve de bu esas üzere cevap vermiştir.)
O halde Zeyd b. Erkam genel olarak ayetin tefsinine işaret etmemiştir. Zira ondan ayetin tefsiri sorulmadığı için ayetin tefsirini beyan etmemiştir. Elbete ki ondan ayetin tefsirini soracak olsalardı doğru şekilde cevap verir ve beş mukaddes zatın adını zikrederdi. Nasıl ki ebu Saidi-l Hudri, Mücahid, Kutâde ve diğerleri söylemişlerdir. Bu hususta Peygamber'in açık beyatlarına asla muhalefet etmezdi.
O halde Zeyd'in dediği şeylerin bizim meselemizle hiçbir ilgisi yoktur ve bu rivayet ile istidlalde bulunmak doğru değildir.
2- Farzen birisi "Zeyd'in beyanı ayeti kerimenin tefsiri hakkındadır" diyecek olsa da ona şöyle cevab veririz:
"Bu tefsir, kendi reyine göre yapılan bir tefsirdir ve istidlal açısından hiçbir değeri yoktur. Zira tefsirler Peygamber'e müstenet olmadığı müddetçe hiçbir itibara sahip değildir. O halde nasıl olur da Zeyd'in bu tefsiri (ki reyine göre yapılan bir tefsirdir) apaçık deliller ile sahih nas ve mütevatir hadisler ile boy ölçüşür.
Ama ne yazık ki biz insafsız bir cemaatle karşı karşıyayız. (Bunlar taassubdan uzak bir gözle hakikati göremiyor ve inadı bırakıp hakikatleri tasdik edemiyorlar.)
İnna lillah ve İnna ileyhi râciun.
Fahr-u Razi'nin İlginç Sözü
Razi'nin de bu hususta ilginç bir sözü vardır. Razi, bu ayetin tefsirinde şöyle diyor: "Ehli Beyt hakkında ihtilaf vardır. Bu hususta çeşitli ve farklı görüşler mevcuttur. Ama en iyisi Bikai'nin görüşüdür. Bikai'ye görü Ehl-i Beyt'ten maksad Resulullah ile birlikte olan herkestir. Yani Resulullah'ın yanında bulunan tüm kadın ve erkekler ve hakeza Resulullah'ın eşleri cariyeleri ve genel olarak Peygamber'in tüm akrabaları Ehl-i Beyt'i sayılmaktadır."
Fahr-u Razi bu akideyi tercih etmektedir. Bu hususta Bikai'yi takip etmiştir. Elbette demek gerekir ki o bu ameliyle Peygamber'in sünnetini de gözardı etmiş olmaktadır. Gerçekten de ilginç bir şeydir!
"Size olsun zahiremiz; peygamber, yakınları
ve onların grubu beniz zahiremdir
zahire aradığımız gün
Fatımîlerin dosluğunu Allah'a yakınlık
için vesile kıldım
yaşadığım müddetçe."
Acaba Ehl-i Beyt'ten Maksad Beş Mukaddes Zat İle Peygamber'in Eşleri Midir?
Bazıları da ayetteki Ehl-i Beyt'ten maksadın hem beş mukaddes zat ve hem de Peygamber'in (s.a.a) eşleri olduğunu ileri sürmüşler ve istilahen ayetin siyakı ile rivayetlerini arasını bulmak istemişlerdir. Ama bu görüş de şu deliller ile batıldır:
1- önceden siyat delilini iptal ettik ve apaçık delillerle siyakın bu meseleye dedil olamayacağını belirttik.
2- Peygamber'in Ümmü Seleme'nin cübbenin içine girmesine engel olması Peygamber'in eşlerinin Ehl-i Beyt'ten olmadığının en açık ve kesin delilidir.
3- Eğer Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'ten (a.s) başkasını da kasdetmiş olsaydı şöyle buyurması gerekirdi: "Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdendir." (Yani tab'iz için olan "min"lafzını kullanırdı. O zaman da ayetin manası şöyle olurdu:
"Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imin bir parçasıdır. Ama Resulullah beylu buyurmadı. Belki Ehl-i Beyt'in bu dört kişiden ibaret olduğunu belirterek "Allah'ım benim Ehl-i Beyt'im bunlardır" diye buyurdu.
İbn-i Hacer'in de "Sevaik" adlı kitapta naklettiği rivayete göreyse Resulullah (s.a.a) mezkur hadisin akabinde şöyle byurmuştur:
"Benim Ehl-i Beyt'imle savaşanlar ile savaşır, onlarla dost olanlarla dost olur ve onlarla düşman olanlarla da düşman olurum."
Ahmed b. Hanbel de Mesned'in de bu babda mezkur hadisi şöyle naklediyor: "Ümmü Seleme diyor ki: Günün birinde peygamber benim odamda idi. Hizmetçi, Ali ve Fatıma'nın evin kapısında durduğunu bildirdi. Resulullah bana şöyle buyurdu: "Benim için Ehl-i Beyt'imden uzaklaş." Ben de peygamberin bu emrine itaat ettim. Bu esnada Ali ve Fatıma girdiler. Henüz çocuk olan Hasan ve Hüseyin de onlarla birlikteydi. Peygamber o iki aziz çocuğu kucağına aldı ve (sevgi dolu) bağrına bastı. Onları öptü. Sonra da bir elini Ali'nin ve bir elini de Fatıma'nın boynuna attı. Onları öpüyordu. Sonunda siyah renkli bir parçayı onların üstüne attı ve hep birlikte bu parçanın altına girdiler. Sonra da Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu: "Allah'ım Beni ve Ehl-i Beyt'imi rahmetine garket ve bizi azap ateşinden koru."[19]
Şimdi hükmetmeyi siz değerli okuyuculara bırakıyorum. Peygamber'in Ehl-i Beyt'ini Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'den (a.s) ibaret bildiğine iyice dikkat etmelisiniz.
Resulullah bu zatları hep birlikte bir parçanın altına topladı ve onlar hakkında hayır duada bulundu. Resulullah'ın bu işinin heva ve heves üzere olduğunu iddia edebilir miyiz?
Resulullah, "Bu ayet Ben, Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma hakkında nazil olmuştur" derken yersiz mi demiştir? Allah'a sığınırım! Veya sabah namazında Ali ve Fatıma'nın kapısında durup "Ey Ehl-i Beyt namaz vaktidir. Allah sizleri tüm günahlardan temizlemek ve sizleri tertemiz kılmak istemektedir" derken heva ve heves üzere mi konuşmaktadır? Allah'a sığınırız.
Acaba Peygamber Ümmü Seleme'ye "Benim için, kalk ve Ehl-i Beyt'imden ayrıl" derken hezeyan mı söylemişti. Allah korusun. Allah'a andolsun ki doğru değildir. Peygamber bu gibi şeylerden beridir. Zira Allah-u Teala O'nun hakkında şöyle diyor:
"Arkadaşınız, gerçekten ne saptı, ne ayrıldı. Ve kendi dileğiyle söz de söylemedi. Sözü, ancak vahyedilen şeyden ibaret." (Neml/2-4)
Bu hususta İmam Ebi Bekir b. Şihabu-d Din, Raşfetu-s Sadi kitabında güzel bir şiir söylemiştir.
"Peygamber'in sözünden başka her şeyi bırakmalı
Güneş doğunca yıldızlar kaybolmalı."
Şimdi De İki Nükteye Teveccüh Ediniz
Birinci nükte şudur: Ayeti Şerife beş mukaddes zatın ismet ve masumiyetine de delalet etmektedir. Zira Keşşaf ve benzerlerinin de dediği gibi ayetteki "rics"den maksad günahtır. Ayetin evvelinde de hasr editı (innema) mevcuttur.
O halde ayetin mazmunu şöyledir: Yani Allah-u Teala sadece sizleri günahlardan temizlemeyi ve tertemiz kılmayı irade etmiştir."
Zaten ismet ve masumiyetin hakikatı da bundan başka bir şekilde tasavvur edilemez.[20]
İkinci nükte: Mezkur ayet dolaylı olarak Ali b. Ebi Talib'in imamet ve hilafetine de delalet etmektedir. Zira O hazret hilafet iddiasında bulundu. Hasan, Hüseyin ve Fatıma da Hz. Ali'nin, Peygamber'in hak halifesi ve naibi olduğunu iddia ettiler.
Öte yandan bu mesele de yakinen bilinmektedir ki bu zatlar asla yalancı değillerdir. Zira, yalan da rics'ten (günahtan) sayılmaktadır. Halbuki Allah-u Teala onları tüm günahlaran tertemiz kılmıştır.
O halde ayet-i şerife, Hz. Ali'nin Resulullah'ın aralıksız halifesi ve hak naibi olduğunun delillerinden biridir.
_________________
Dipnotlar:
[1]- İmam BAğavi, İbn-i Hazin ve müfessirlerden çoğu bu meseleyi Ebu Said-i Hudri ile tabiinden olan Mücahid, Kutade vb. kimselerden nakletmiştir. (Eş Şeref-ul Müebbed liali Muhammed/Yusuf b. İsmail-i Nebhani'nin eseri.) Daha fazla bilgi için imam Ebi Ebi Bekr Şihabuddin Alevi (r.a.)'nın Reşfet-us Sadi kitabına bakınız.
[2]- Şeref-ul Müebbed kitabından naklen
[3]- İbn-i Cerir ve Taberani muhtelif senetlerle bu haberi nakletmektedir. İbn-i HAcer de "Sevaik" adlı kitabında ve Nebehani de "Şeref-ul Müebbed" adlı kitabında (sf. 7) bu rivayetleri nakletmişlerdir.
[4]- İmam Ahmed b. Hanbel de (Sevaik-u Muhrika'nın nakli üzere) Ebu Said-i Hudri'den nakletmektedir ki bu ayet beş kişinin yani Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin hakkında nazil olmuştur.
Bu hadisi diğer birçok muhaddis ve müfessirlerde nakletmiştir. Vahidi, Esbab-un Nüzul'da Ebu Said'den ve İmam Sa'lebi de kendi tefsirinde nakletmiştir.
[5]- Ahmed b. Hanbel kendi "Müsned"inde (6. cüz 323 sayfa) Ümmü Seleme'den nakletmektedir ki Peygamber, Fatıma'ya (a.s.) "Eşin Ali ile çocukların Hasan ve Hüseyin'i yanıma getir." diye buyurdu. Fatıma'da (a.s) onları alıp Peygamber'in huzuruna getirdi. Sonra da hepsinin üzerine Fedeki cübbesini örttü. Daha sonra Peygamber mübarek ellerini onların üzerin koyarak şöyle buyurdu: "Allah'ım, bunlar Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'idir. Rahmet ve bereketin Muhammed'e (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt'ine olsun. Şüphesiz ki sen hamid ve mecidsin."
Ümmü Seleme diyor ki: "Ben cübbeyi elimle kenara iterek altına girmek istedim. Ama Peygamber elimi iterek "Sen hayır üzeresin" diye buyurdu.
Bu hadisi Ebu İshak-ı Sa'lebi tefsirinde ve diğer muhaddis ve müfessirlerde kendi kitaplarında senediyle zikretmişlerdir.
İmam Ahmed b. Hanbel Müsned'inde (c. b sf. 292) Ümmü Seleme'den nakletmektedir ki: "Peygamber O'nun evindeydi. Fatıma içinde muhallebi pişirdiği taştan bir kapla geldi. Peygamber, O'na şöyle buyurdu:
"Eşini ve çocuklarını çağır."
Ümmü Seleme diyor ki: "Hepsi geldiler ve yatağının üzerinde oturmuş olan Peygamber'in yanına oturdular. O'nunla birlikte yemeğe koyuldular. Bir sekinin üzerine oturmuş, hayber malı bir cübbeyi de altına sermişti. Ben de odamda namaz kılıyordum. Sonra, Tathir Ayeti nazil oldu. Peygamber cübbenin fazlalığını alarak onların üstüne örttü ve sonra ellerini göğe doğru açarak şöyle buyurdu: "Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beyt'imdur. Onlardan pisliği gider, onları tertemiz kıl."
Ben başımı odaya uzatarak, "Ya Resulullah, ben de sizlerden miyim?" dedim. Peygamber:
"Sen hayır üzeresin, Sen hayır üzeresin" diye buyurdu.
Bu hadisi İmam Vahidi, Eshabun Nüzul kitabında, Tathir Ayeti'nin altında, sf. 267'de; İbn-i Cerir-i Taberi'de El Kebir tefsirinde, İbn-i Münzer, İbn-i Ebi Hatem, İbn-i Murdeveyh ve Taberani ve diğerleri de kendi kitaplarında nakletmişlerdir.
Tirmizi, Hakim rivayeti sahih bilmeleriyle birlikte, İbn-i Ebi Cerir, İbn-ul Muner, İbn-iMürdeveyh ve Beyhaki de Sünen kitaplarında farklı senetlerle Ümmü Seleme'den nakletmişlerdir ki:
"Bu ayet bizim evde nazil oldu. Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyn de orada idiler. Peygamber sonra cübbesini onların üzerine örterek şöyle buyurdu: "Allah'ım, bunlar benim Ehl-i Beytim'dir. Onlardan pisliği gider ve onları tertemiz kıl."
Müslim de kendi sahihinde Ali'nin (a.s) faziletleri babında Amr b. Sa'd b. Ebi Vakkas'tan nakletmektedir ki: Muaviye, Sa'd'a şöyle dedi:
"Niçin sen Ali'ye sövmüyorsun?"
Sa'd şöyle cevap verdi: "Ben Peygamber'in Ali (a.s.) hakkında buyurduğu üç sözünü unutamadığım sürece Ali'ye sövmeyeceğim. Bu sözlerden birinin dahi benim hakkımda söylenmiş olmasını, dünyanın en iyi nimetlerine sahip olmaktan daha çok severdim.
Ali'ye kendisiyle birlikte savaşa götürmediği ve de "Ya Resulullah, beni kadın ve çocuklarla mı bırakıyorsun?" dediği bir zamanda Peygamber'in O'na şöyle buyurduğunu duydum:
"Sen Harun'un Musa'ya olan konumuna sahip olmak istemez misin? Sadece benden sonra artık Peygamber gelmeyecektir."
Hayber gününde de Peygamber'in şöyle buyurduğunu işittim:
"Yarın sancağı Allah ve Resulü'nü seven, Allah ve Resulü'nün de kendisini sevdiği birine vereceğim." Sonra da Peygamber'in yanına vardık. Peygamber şöyle buyurdu:
"Ali'yi yanıma çağırın. O'nu gözü ağrıdığı bir halde Peygamber'in huzuruna getirdiler. Peygamber mübarek tükürüğünü O'nun gözüne sürdü ve sancağı O'na teslim etti. Allah da O'nun eliyle zafer nasib etti. Mübahale ayeti nazil olunca da Peygamber Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i yanına cağırdı ve "Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beytim'dir" diye buyurdu.
Hakeza Müslim kendi sahih'inde (Ehl-i Beytim faziletleri babı, c.2, sf. 331) Aişe'den nakletmiştir ki:
"Peygamber bir sabah üzerinde yünden bir siyah bir cübbe olduğu bir halde dışarı çıktı. Hasan O'nun yanına vardı. O'nu cübbesinin altına aldı, sonra da Hüseyin geldi, O'nu da cübbesinin altına aldı. Daha sonra Fatıma geldi, O'nu da cübbesinin altına aldı. Sonra da Ali geldi ve O'nu da cübbesinin altına aldı ve sonra da Tathir ayetini tilavet buyurdular."
Bu hadisi Ahmed b. Hanbel, Müsned kitabında (Aişe'nin hadisleri) ve İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatem, Hakim, "El-Cem' beyn-es' sahiheyn" kitabının sahibi ve "El-cem' beynes Sihah-is Sitte" kitabının sahibe de kendi kitaplarında nakletmişlerdir. Daha fazla bilgi için İmam Ebi Bekr b. Şehabuddin Alevi'nin "Reşfet-üs Sadi" kitabına müracaat ediniz. Bu kadar naklettiğimiz rivayetler de basiret sahibleri için yeterlidir sanırız.
[6]- Geçen hadiste Ümmü Seleme'den nakledilen hadisler de buna delalet etmektedir.
[7]- Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde (4.cüz sf. 107) Vaile b. Eska'dan naklettiği rivayet de buna delalet etmektedir. "Fatıma'nın (a.s.) yanına vardım ve O'na Ali'nin (a.s.) nerede olduğun sordum. "Resulullah'ın yanına gitti." dedi.
Ben O'nu beklemeye koyuldum. Aniden Peygamber teşrif buyurdu. Ali, Hasan, Hüseyin de O'nunla birlikte idiler. Peygamber ve Ali, herbiri Hasan ve Hüseyin'den birinin elini tutmuştu. Peygamber, Ali ve Fatıma'yı yanına çağırdı. Hasan ve Hüseyin'i dizlerine oturttu. Elbisesini onların üzerine örttü ve şöyle dua etti: "Allah'ım bunlar benim Ehl-i Beytimdir. Onlardan pisliği gider ve onları tertemiz kıl."
Bu hadisi ibn-i Cerir tefsirinde İbn-i munzer, İbn-i Ebi Şeybe, İbn-i Ebi Hatem, Taberani ve Beyhaki da Sünen kitaplarında, Hakimi-i Nişaburi (sahih hadis olduğunu vurgulayarak) ve diğer muhaddis ve hadis hafızları da Vaile'den nakletmişlerdir.
Nebehani de Şeref-ül Müebbed adlı kitabında (sf. 7) şöyle diyor:
Muhtelif tarihlerle nakledilmiştir ki, Peygamber taşrif buyurdu. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin de O'nunla birlikte idiler. Her birisi birinin elinden tutmuş oldukları bir halde içeriye girdiler. Ali ve Fatıma'yı yanına çağırdı. Hasan ve Hüseyin'i dizlerine oturttu. Sonra da üzerlerine cübbesini örttü ve sonra da tathir ayetini tilavet buyurdular.
Ümmü Seleme dedi ki:
"Cübbeyi kenara iterek içine girmek istedim. Ama Peygamber elimi kenara itti. Ben "Ya Resulullah, ben de sizinleyim' dedim. Hazret "Sen Peygamber'in hanımlarındansın ve hayır üzeresin." buyurdular."
[8]- İmam Ahmed b. Hanbel Müsned'inde (c.3, s. 259). Enes b. Malik'ten naklediyor ki: "Peygamber altı ay boyunca sabah namazı için mescide gidince Fatıma'nın (a.s.) evine uğruyor ve şöyle buyuruyordu.
"Namaz ! Ey Ehl-i Beyt! Allah siz Ehl-i Beyt'ten pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor."
Hakim de bu hadisi hakletmiş ve sahih bilmiştir. Tirmizi de bu hadisi hasen kabul etmiştir. İbn-i Ebi Şeybe, İbn-i Cerir, İbn-i Munzer, İbn-i Murdeveyh, Taberani ve diğerleri de Enes'ten nakletmişlerdir. Reşfet-üs Sadi (Ebi Bekr Şehabaddin-i Alevi) kitabına bakınız.
[9]- Şeref-ul Müebbed, sf. 8.
[10]- Öyle ki bir çok kimse bunu hakletmiştir. Vahidi Eshab-un Nüzul kitabında ve İbn-i HAcer de "Sevaik" kitabında bunu rivayet etmiştir.
[11]- Kadı Cuâbi (Kitab-ul Mevâli) İkrime'den söz edince şöyle diyor:
"İkrime haricilerden haruriye fırkasının görüşünü benimsemiş ve Fas'a giderek orada da bu fırkanın görüşlerini yaymaya çalışıyordu." Yakut da Muce'inde Ebi Ali-i Ahvâzi'den naklen İkrime'nin Şerh-i halinde şöyle diyor:
"İkrime Haricilerin görüşünü beğenen ve de müzikten hoş;lanan biriydi."
Denildiği üzere O efendisi İbn-i Abbas'a yalan yere bir takım nisbetlerde bulunuyordu.
[12]- Zehebi "Misan'ul İ'tidal" kitabındaki bu sözünü Abdullah b. Haris'ten nakletmiştir. Yakut da Mu'cem'inde Abdullah b. Haris'ten naklen, İkrime'nin şerh-i halinin beyanında şöyle diyor:
Ali b. Abdullah b. Abbas'ın yanına vardım. Kölesi olan İkrime'yi tuvaletin kapısına bağlamıştı. Ben "Niçin kölene böyle davranıyorsun?" dedim. "Bu alçak adam babama yalan nisbetlerde bulunuyor" dedi.
Yakut, İkrime'nin şerh-i halinin sonlarında Yezid b. Zenad'dan naklen şöyle diyor:
"Ali b. Abdullah b. Mesud'un yanına vardım. İkrime'yi tuvaletin kapısına bağlamış idi. Ben "Bunu niçin böyle yaptın?" dedim.
"Babama yalan nisbetlerde bulunuyor" dedi.
Bu iki rivayete bakılırsa O bazen İbn-i Abbas'a ve bazen de İbn-i Mesud'a yalan nisbetlerde bulunmuştur. Oğulları da O'nu tazir etmişler (cezalandırmışlar).
[13]- Süleyman b. Muabbed Senci şöyle diyor: İkrime ve şair olan "Kesir-ul İzze" bir günde öldüler. Halk Kesir'in cenaze namazını kıldı, ama İkrime'nin cenazesini öylece bıraktılar.
Yakut da Mücem'de bu sözün benserini Reyyaşi, Esmaî, Nafî-i Medeni ve İbn-i Selam'dan naklediyor ki: "Halkın çoğu Kesir'in cenazesini teşyi etmeye gelmişlerdi."
[14]- Mizan-ul İtidal / Mukatil'in Şerh-i Hali
[15]- Mürcie fırkası Hicri ilk askın ortalarında ortaya çıkan bir gruptur. Sıffeyn savaşından sonra büyük günahlardan birine mürtekip olan müslümanın ebedi olarak cehennemde kalıp kalmyacağı bahsi ortaya çıktı. (Mürcie "Erteleyen" manasına olup irca kelimesinden türemiş ve de ismi (faildir) Büyük günah işleyenlerin ebedi cehennemde kalmyacağını söyler. O'nun işini Allah'a havale ederler. Bu hususta Tevbe Süresi'nin 106. ayetini de delil olarak gösterirler:
"Diğer bir kısmı da, Allah'ın emri için ertelenmişlerdir. O bunları ya azaplandıracak veya tevbelerini kabul edecektir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."
Bu yüzden de onlara mürcie demişlerdir. Bu grup amelsiz imanı sadece bir söz olarak kabul etmektedir. Kelime-i Şehadeti amelden öne geçirmektedirler. Amelleri terkedenleri imanlarının kurtacağını ve insanın imanıyla günah ve küfrüyle de Allah'a itaat edemeyeceğini söylerler.
[16]- Allah'ı mahlukata teşbih edenler. Allah hakkında tecessüm, hareket, intikal, cisimlere hulul etme vb. şeylere inanmaktadırlar. Şia'dan da bir grubun bu inançta olduğunu söylemişlerdir.
Bu grup sekiz kola ayrılmıştır. Beraniye, Muğayyire, Hişamiye, Kerameyi, Kilabiye, Şeybaniye, Zuariye ve Mu'maniye. Bu aşırı mücessime ve müşebbihe fırkaları tüm müslümanlarca red edilmiş ve kabul görmemiştir.
[17]- El-Fasi, 4. c. s. 205
[18]- Burada Ehl-i Beyt'ten maksad 14 masumdur. Zira buna Ehl-i Beyt imamları da dahildir. Bunun delili de Kur'an'ın kenarında zikredilmiş olmalarıdır ki:
"Batıl, ona önünden de, ardından da gleemez." (Fussilet, 42)
"Ehl-i Beyt" ve "İtret"ten maksad bir tüm olarak onların hepsidir. Onlar fert fert irade edilmemiştir. Zeyd b. Erkam da bunu söylemek istemektedir.
[19]- Mesned, 6. cüz, 296. sayfa
[20]- Nebehani de "Şeref-ül Muebbed" adlı kitabının evvelinde bu ayeti zikretmiş ve sonra da bu hususta bazılarının görüşlerini nakletmiştir ki onlar da bu ayetin ismet ve masumiyete delalet ettiğini söylemiştir. Biz, şimdi de O'nun söylediği ibareleri aynen naklediyoruz."
"Muhammed b. Cerir-i Taberi kendi tefsirinde şöyle demiştir: Allah bu ayette şöyle buyurmaktadır:
"Ey Ehl-i Beyt, Allah sizlerdenher türlü kötülük, pislik ve günahı gidermek istemekte ve sizi Allah'a isyandan kaynaklanan tüm pisliklerden (günahlardan) tertemiz kılmayı irade etmektedir.
Ebi Zeyd'den ayetteki "rics"ten maksadın şeytan olduğu nakledilmiştir.
Said b. Kutade şöyle diyor: Ayetteki kimselerden maksad Ehl-i Beyt'tir ki Allah, onlardan tüm pislikleri gidermiş ve onları kendi özel rahmetine mazhar kılmıştır."
İbn-i Atiyye şöyle diyor: "Rics günah, azab, necaset ve noksanlıklar hakkında kullanılmaktadır. Allah Ehl-i Beyti bütün bunlardan beri kılmıştır."
İmam Nevevi de diyor ki: "Rics şek, azab ve günah anlamındadır."
Ezheri de şöyle diyor:
"Rics, her türlü pis şeye (amel olsun veya başka bir şey olsun) denmektedir. Hakeza Muhyiddin İbni Arabi de Futuhat'ın 29. babında "rics"in "utanç verici" şeyler olduğunu söylemiş ve şöyle beyan etmiştir.
Peygamber, Allah'ın kendinden ve Ehl-i Beyt'ten her türlü pisliği giderdiğini hatırlatmıştır. Rics utanç verici şeylere şamil olmaktadır. Zira "rics" her türlü pislik manasını ifade eder "kazr" kelimesi ile eşanlamlıdır."
Kâriler de böyle nakletmiştir...